Dolar (USD)
32.42
Euro (EUR)
34.29
Gram Altın
2492.64
BIST 100
9693.46
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

16 Kasım 2020

Önce Üstadı dinlemek lazım

Bizler amansız çöllerde ve kaskatı bırakan buzullardaydık... İmanımıza, mukaddesatımıza el uzatılmış, özgürlüğümüze prangalar vurulmuştu… Yüreğimizi ısıtan camiler ihanet görmüş ve kulaklarımızdan ruhumuza hayat damlatan ezanlar susturulmuştu… Bambaşka değerlerde olan milletimizi başkalaştırmaya – değersizleştirmeye çalışmışlardı... Dışımıza batı ambalajı, içimize bir sürü şüpheler giydirmişlerdi... Müslümançocuklar sapık düşüncelere esir edilerek, İslam düşmanı haline getirilmişti... Bize ait ne varsa elimizden alınmış, zorla düşman dediklerine benzetilir olmuştuk... Her şey, sadece sloganlarda var olan düşmana benzer hale gelmişti. İçi boş fötr, iman dolu başlara zorla geçirilmeye çalışılmıştı. Hakka eğilen başların çocukları sefahate eğdirilir olmuştu...

İşte bu imdat edilmesi gereken zamanlarda, tefekkür kürsüsü dağlardan ve soğuk hücrelerden gerçek özgürlük ve bağımsızlık yanlısı ve samimiyet dolu bir ses yükseldi ve çınlattı Anadolu’yu bir baştan bir başa... İçimize giydirilen şüpheler bir bir yırtılarak, kendi özümüze dönmeye başladık... Küfrün belini kıran O ispat dolu ses, sadece Anadolu’da kalmadı; dalga dalga dünyaya yayıldı… Barla’ya düşen elmas taşının çıkardığı daireler en uzak yerlere kadar yayılmıştı… İşte şimdi Nurun aksisedası Şili’den, Peru’dan, Yeni Zelanda’dan kısaca; dünyanın her yerinden geliyor ve diller farklı olsa da aynı hakikati anlatıyor… Bediüzzaman’ın yazdığı reçeteler ellerden ellere dolaşırken, dillere cesaret geldi gönüllere iman… Vicdanların etrafına çevrili tüm duvarlar yıkıldı, gözlere çekili perdeler yakıldı, akıllar, akıl Sahib’ine imanla aydınlatıldı… Ve Risale-i Nurlar, dikkatle okuyup, dikkatle dinleyenlerin samimiyeti ile muhtaçlara çare oldu, travmaları yok eden psikolog oldu. Üsdadımızın: “Harb-i umumiyi gören ihtiyardır.” Hakikati gibi; tek parti döneminin baskısı da herkesi ruhsal travmalar sahibi etmiş bir gerçektir. Hürriyet aşığı bir millet, esaret altına alındığında, hürriyet aşığı Bediüzzaman: “En ziyade muhtaç olduğum ve hayatımda en esaslı düstur olan, hürriyetimdir. Asılsız evham yüzünden, emsalsiz bir tarzda hürriyetimin kayıtlar ve istibdatlar altına alınması, beni hayattan cidden usandırıyor. Değil hapis ve zindanı, belki kabri bu hale tercih ederim. Fakat, hizmet-i imaniyede ziyade meşakkat ise ziyade sevaba sebep olması bana sabır ve tahammül verir. Madem bu insaniyetli zatlar benim hakkımda zulmü istemiyorlar, en evvel benim meşru dairedeki hürriyetime dokundurmasınlar. Ben ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam.” Diye haykırmıştı… Hürriyete bu denli önem veren Üstadımızın eserleri konuşurken, elbette onun hürriyetine de aynı ihtimamı göstermek lazımdı... Konuşan hakikati dinlemek demek; onun hürriyetini kabul etmek demektir.

Büyük meseleler, büyük dikkatle dinlenir. Bir dostun başından geçeni çıt çıkarmadan dinleriz ve anlattıkları bitince merak ettiklerimizi sorup, düşüncelerimizi dile getiririz... Bediüzzaman, reçetelerin kırmızı kürsüsünde, iman hakikatlerini, insanın başından geçenleri, kâinatın başından geçenleri, zerrelerin başından geçenleri, ince ve hassas meseleleri anlatıyor, hatta kendi başından geçenleri de… Dikkatle ve hakikate bağlı kalarak dinlemek; hasbıhalin gereğidir. Dinleyen daha çok yakın olur, daha çok anlar ve dinleyen sonrasında daha güzel konuşur...

Risale-i Nurları bir konferans dinler gibi çok dikkatli dinlememiz elzemdir! Mevzular derin, hakikatler hayran bırakacak güzelliktedir... Risale-i Nurları “gazete okur gibi” değil; dikkatle hasret giderircesine, çölde kalmışçasına okuyup – dinledikçe imanın ne paha biçilmez bir kıymette ve tefekkürün ise ne büyük bir zenginlik olduğunu anlıyoruz… Nurdan meyvelerin hasadı ancak dikkatle dinlemekle yapılır. Dikkatin dağılmaması içinde araya girip seyrin hızını kesmemek lazım…

Düşünüyorum da: Kitabı esas almanın bir hikmeti de; dersten sonra konuşacak bir şeyler bırakmak, üstelik konuşmağa değer çok şeyler... Lüzumsuz muhabbetlere ve fitneye sebep olacak konuşmalara fırsat vermemek için; ders esnasında, kendimizce anladıklarımızı, ders sonrası sohbet tadında birbirimizle paylaşmak daha verimli olacaktır. Ayrıca; gerçekten kitaba bağlı olanlar lüzumsuz muhabbetlerden, gıybetlerden, Kur’an ve iman hizmetine zarar vermekten kaçınırlar… Her nerede fitne çıkarmaya çalışan, dedikodu peşinde olan birileri var ise; mutlaka şer kitaplarına bağlıdır! Kitaba bağlı olanlar; fitneye geçit vermeyenlerdir, bölünmeyi – parçalanmayı sevmeyenlerdir… Kitabı anlamış olanlar hep vahdetten yana, muhabbetten ve sadakatten yanadır. Bir şey daha var; çay sohbetlerinde ve diğer muhabbetlerinde ulvi meseleler çokça bulunanlar, şahıslara değil, hakikatlere bağlı olan kişilerdir... Bu kutsi davamıza gereken hassasiyeti, olması gerekeni hal ve ahval ile ortaya koyan Üstadımızın yaşayan son vekili – talebesi muhterem Hüsnü Bayramoğlu ağabeyimize de sonsuz teşekkür ediyoruz… Kendileri iman konferansını ne güzel dinliyorlar ve bizlere de ne güzel örnek oluyorlar…

Derslerde, Risale-i Nurlar hakikat hakikat konuştuktan sonra, elbette bizlerde konuşacağız… Bediüzzaman ağızlarımıza fermuar vurmuyor ve bir yasakçı değil. Sadece onun konuşmasını, konferansını bitirmesini bekleyelim, daha sonra Nur bahçesinin çiçekleri sayılan her abiden, kardeşten dilediğimiz şekilde derleme yapalım… Teşbihte hata olmasın: Orkestra olunca her sazın konuşması gerekir ama solo olunca tek enstrüman konuşmalıdır… Zaten kâinat büyük bir orkestra şeklinde Hâlıkımızı ve Mâlikimizi bizlere anlatıyor ve Risale-i Nurlar da solo olarak bize izah ediyor... Bize düşen de; dinlemesini bilmektir.

Konuşmak için önce dinlemek lazım. Her bir hakikat, her insanda ayrı bir iz bırakır ama bazılarında öyle bir iz bırakır ki o izi takip etmek; eserdeki murat ne ise ona yakın bir şey yakalanmış olur... Bazen başkalarının izi yolda kalmışları kurtarır. Bir kardeşimizin anladığını kendi malımız gibi sahiplenebiliriz çünkü kaynağı zaten Risale-i Nurlardır ve en büyük izi Risale-i Nurlar bırakıyor.

Evet, ders esnasında komutan dinler gibi Risale-i Nurları dinleyeceğiz... Akıcılığına ve ruhlardaki cerrahi müdahaleye engel olmadan teslim olup, Fâtiha'dan sonra, Nurların bizlere açtığı pencereden görebildiklerimizi samimiyet dairesinde anlatmak; manzara paylaşmak olacaktır. Öyle bir zamanda yani gerektiğinde susmak abestir ve anlayış cimriliği olur. Dar dairede mütalaa veya çay sohbetinde anladıklarımızı ve bizde bıraktığı parıltıları paylaşmak, bu da bizim dostluğumuzu pekiştirip, birbirimizin anlayışından faydalanmayı sağlayacaktır. Başkalarının penceresinden görüneni görmek manzaramızı geniş kılar. Sohbetlerimizi başkalarının anladığından haberdar olmaya ayırmak, hem istidatların gelişmesine hem de gıybetsiz güzel sohbetlere vesile olur. Ve dil böyle şeyler konuşmaya alışır asla çakırdikenine fırsat vermez, hep çiçekler açar... Yeter ki bir başkasının anladığını küçük görmeyelim ve büyük küçük demeden; mevki, makam demeden anlattığına kulak verip samimiyetle dinleyelim. İşte o zaman dinlediğimiz Nur konferansın hakkını da vermiş oluruz. Ayrıca tüm istidatlar bize katkı sağlar…

Son söz: Allah bizlere Risale-i Nurları ağabeylerimiz gibi can kulağı ile yani konferans ciddiyetinde dinlemeyi nasip etsin ve ders sonrası sohbetlerimizi de birbirimizin anlayışından faydalanmaya çevirsin. Muhabbetimiz daim olsun inşallah…