Dolar (USD)
32.36
Euro (EUR)
34.94
Gram Altın
2323.55
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


​ÖZ HAKİKİ DİN HANGİSİ?

DİN diye isimlendirdiğimiz kavramın kullanımları çerçevesinde olabildiğince yoğun ve birbirinden farklı içeriklere göndermelerde bulunulduğunu söyleyebiliriz. Zira birinci anlamında din, Kur’an ve Sünnet gibi temel metinler çerçevesini tanımlamaktadır. Öyle ki bu metinlerin ifade ettiği yargıların herkes tarafından aynı şekilde anlaşıldığını varsayan bu yaklaşımı “saf din” olarak nitelendirmek mümkündür. İkincisi, vahyin buluşmasından itibaren Hz. Peygamber’in (SAV) irtihalinin ardından ilimlerin tedvini ile kurumsallaşmış hali de dinin tanımına dahildir. Üçüncüsü de, tüm mezhepleri, cemaatleri, farklılıkları temel ve kurucu metinlerle farklı yorumların hepsini kapsayacak bütünlüğe de din denilmektedir.

Esasen bugün “İslam” kavramını zikrettiğimiz andan itibaren birtakım parametrelerin altını çizmekle birlikte, mezhep, tarikat, cemaat vb. ile farklı yorum ve düşüncelerin hepsini kapsama alanına alan bir tümelliğe atıfta bulunmaktayız. Fakat “İslam’a göre” şeklinde başlayan cümlelerin temel metinlerden anlaşılması gereken şeklinde somutlaştırıldığını görmekteyiz. Şunu öncelikle belirtmemiz gerekiyor ki, her bir İslam anlayışı ya da yorumu kendisinin Kur’an ve Sünnet’le tam mutabık olduğunu ve bu bağlamda temsil problemi olmadığını iddia edemez. Dolayısıyla bütün islami yorum ve görüşler, Kur’an ve Sünnet üzerine bir anlama faaliyetinden ibarettirler.

Elbette bu İslam’a dair farklı yorum ve görüşlerin, temel metinlerle hiçbir mutabakatının ve tekabüliyetinin olmadığı anlamına gelmez. Fakat buradaki temel sorunlardan birisi, böyle bir tekabüliyetin mutlak biçimde tespit edilemeyeceği ise bir diğeri de, böyle bir nihai tekabüliyete karar verecek “papalık” gibi kurumsal bir yapının İslam’da bulunmamasıdır. Ancak buna rağmen günümüzde birçok yorum ya da görüş, “gerçek islam” şeklindeki nitelendirmelerle tekabüliyetin mutlaklığını iddia etmektedirler. Peki bu iddialı yargıyı öne sürecek meşruiyet temeli ve gerekçeyi nereden bulmaktadırlar? Aslında ellerinde öyle bir meşruiyet garantisi söz konusu değildir.

Peki bu durumda her şey göreceli hale mi gelmektedir? Meseleyi bu şekilde ortaya koyunca ilk sorulan soru budur. Bu soru İslam’ın da postmodern bir mantık içre anlamlandırılmasına göndermede bulunmaktadır. Burada iki boyutlu bir açıklama yapmak gerekmektedir. Birincisi, şayet postmodernlikle kastedilen şey nihai hakikatin kaybolması ve tamamen görelileşmesi ise, bu kabul edilebilir bir şey değildir. Çünkü “Tevhid” dediğimiz temel paradigma nihai hakikat olan Tanrı’ya dair bir içeriği bize vermektedir. İslam açısından Tanrı, insanın kendisini ve dünyayı anlamlandırması açısından bir merkezi ifade etmektedir. Elbette Tanrı’ya dair ciddi teolojik tartışmalar vardır; ancak tevhid paradigması merkezi bir ögedir. İkincisi, İslam’ın temel metinleri üzerine yapılan tüm yorumlar ise, yorum olmaları itibarıyla eşittirler ve yanyanalık taşırlar. Burada yorumların yorum olmaları itibarıyla statülerinin eşitliği postmodernlik anlamına gelmez. Her şeyden önce hakikat iddiasının devam etmesi buna engeldir.

Anlatılanlara bakarak hem hakikat iddiasının hem de çoğulculuğun nasıl birlikte sürdürüleceği sorulabilir. Her yorum ve söylem kendisinin hakikat iddiasını devam ettirmekle birlikte, insani durum ve imkanları sebebiyle yanılabileceği ve diğerlerini de dinlemesi gerektiğinden hareket ederse sorun çözülür. Ancak hakikat tekelciliği yapacak olursa, o taktirde bugünkü sorunlu durumları aşmak çok mümkün olmayacaktır.

Küresel çağda herşeyin pazar ve piyasa mantığına çevrildiği bir ortamda, “öz hakiki din” çağrıları ile açılan tezgahlar da çoğalıyor yalnız.

 
ABONE OL
Deniz feneri detay
Deniz feneri detay
Kızılay 160x600
TDV ramazan