Dolar (USD)
32.42
Euro (EUR)
34.29
Gram Altın
2492.64
BIST 100
9693.46
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Prof. Dr. Mehmet Özdemir hocamız ile söyleşimiz ve 2021 yılına merhaba

Yeni bir miladi yıla girmenin sevincini ve hüznü yaşıyoruz.

Hastalıklar, ölümler ve nice sıkıntılarla geçen 2020 yılını geride bırakmak, bir daha acılarımızla bu kadar yoğun halde yüzleşmemek istiyoruz ve dahi ölüm haberlerini böyle bir sıklıkla almak istemiyoruz… Tüm dünya olarak zorlu günler yaşıyoruz ve istiyoruz ki insanlık ailesi olarak artık eski günlerimize geri dönelim, her şey normalleşsin.

“Allah'ın gerçek müminleri ortaya çıkarsın ve uğrunda şehitleri olsun diye o günleri biz insanlar arasında döndürüp duruyoruz. Allah, zalimleri sevmez.” (Ali İmran 140 – 141)

Günler, haftalar, aylar yıllar gelip geçer. Ayette belirtildiği üzere dönüp duran zaman, dönüp duran acılar ve sevinçler içinde yaşayıp gideriz. Ve günler dönüp durur. Yaşadıklarımız da bir kaderdir.

Bizler, teslim olanlardan, derinden inananlardan, emaneti kuşananlardan, sağlıkta ve hastalıkta daima şükredenlerden oluruz inşallah, duamız böyledir.

Yaşadıklarımıza ibret nazarıyla bakmamız gerektiği zamanlardayız. İnsana, kurda, kuşa, toprağa, gökteki buluta, şırıl şırıl akan sulara, bize emanet olarak geçici bir mekân olarak kullandığımız ve bir gün terkedip gideceğimiz bu dünya mekânına ibretle bakıp, ibretle yaşamamız gerekiyor. Nihayetinde bu dünyanın göçebeleri ve misafirleriyiz. Ölüm, biz ölümlülerin, fânilerin de bir gün kapısını çalacak… Ve gerçek âleme doğru, gerçek yurda doğru yolcuğa revan olacağız.

Yeni yıl yeni umutlarla, yeni başlangıçlarla, bereket kuşanmış zamanlarla gelsin. Savaşlar, zulümler, haksızlıklar, cinayetler, katliamlar son bulsun, duamız budur. Selamet zamanlarına doğru her daim umutla ve ümitle yürümeyi nasip eylesin Rabbim insanlığa.

Endülüs Müslümanları-Siyasi Tarih_5a6272ee5aca48ac2323ef3f3f9b8504.JPG

PROF. DR. MEHMET ÖZDEMİR HOCAMIZ İLE SÖYLEŞİMİZ

2 Ocak 1492 - 1 Rebiülevvel 897 tarihte Endüs’ün düştüğüne denk gelen takvim. Tam da yıldönümünde Endülüs’e gönlünü vermiş, Endülüs’e yıllarını vermiş kıymetli hocam, hemşerim, memleketlim Prof. Dr. Mehmet Özdemir Hocamızla, Edebistan Sitesinde söyleşimiz yayınlandı.

Uzun bir söyleşi, ben okurken çok duygulandım kimi yerde gözyaşlarımı tutamadım. Öyle ki bir kuşağın hüzünlü ve ibretlik hikâyesi gibi düştü önüme. Hiçbir satırına dokunmadım, ufak tefek tashihlerin dışında. Ömer Lekesiz hocam da kısaltmayalım, hocamızın her sözü bizim için çok kıymetlidir diyerek destek verdi sağolsun. Kudüs’e, Endülüs’e ve İslam diyarlarına büyük bir duyarlılığı olan ve pek çok yazılar yazan Ömer Lekesiz Üstadımıza, Endülüs üzerine çok kıymetli eserler veren hocamız ile oraları gezmek nasip olmuş. Bizler de gezdik ama tabi hem kısa bir sürede gezdik o büyüleyen, acının ve hüznün diyarlarını hem de Mehmet Özdemir Hocamız gibi tarihine kültürüne vakıf mihmandarlarımız yoktu.

Uzun bir söyleşi yaptık hocamızla, buraya çok az kısa bölümler şeklinde alıntılar yapacağım ki Edebistan Sitesinden tamamı okunsun…

“Benim kendi durumuma gelecek olursak, evet ben köyümüzde üniversite tahsili yapan ilk kişi oldum. Bunu öncelikle takdir-i ilahî çerçevesinde bazı imkânların bir araya gelmesinin bir sonucu olarak değerlendirmekteyim. Başarılı sayılabilecek bir ilkokul öğrenciliği dönemim oldu. Geleceğe yönelik motivasyon bakımından bu dönemde belleğinize yerleşen sözler ve eylemler çok önemlidir. Bunlar sizin için ya birer itici güç olabilir ya da önünüzde birer takoza dönüşebilir. İlkokul öğretmenlerimin teşvik edici sözlerini, ileriki yıllarda hep arkadan esen ve ileriye doğru hızımı artıran rüzgârlar olarak hissettim. Ailemden de benzeri sözler duydum. Rahmetli Hüseyin dayımın ben daha ilkokul iki ya da üçüncü sınıfta iken “benim oğlum okuyacak büyük adam olacak, müftü olacak” mealindeki cümlesini her daim hatırladım. İlkokulda sınıfın başarılı ilk birkaç öğrencisi içinde oldum. Bu durumum Ortaokulda da, ilk sınıf hariç aynen devam etti. Ortaokul birinci sınıfta ilk defa karnemde zayıfla tanıştım. Bunda Ortaokul tahsili için anne babamı geride bırakarak Ankara’daki ağabeyimin yanına gitmiş olmamın ve bu münasebetle çektiğim hasretin rolü olmalıdır. Ortaokul ikinci sınıfta durumum nispeten daha iyi oldu. Son sınıfı okumak için tekrar Reşadiye’ye döndüm. Orada, şartları kolay olmasa da, pansiyonda kalmamın çok yararını gördüm. Akşamları hocaların kontrolünde gerçekleştirilen etüt çalışmaları, zamanlı ve sistematik çalışma gibi bazı alışkanlıkları kazanmama yardımcı oldu. Defterim bittiğinde inşaatların sağına soluna atılan boş çimento torbası kâğıtlarını toplayıp bunlardan harita metot defteri hazırlamasını öğrendim. Bu aslında şu anlama gelmekteydi: azim ve irade varsa imkân da bir şekilde ortaya çıkar. Nihayet ortaokul bitmiş, en büyük hayalimiz olan öğretmen okulu için sınava girme zamanı gelmişti.”

Köyümüzün yüksek tahsil gören ilk kişisi kendisi neredeyse… Sorularımızı büyük bir samimiyetle cevaplandırdı hocamız.

“Şu hususu da ifade etmeden geçmemeliyim: Bizden önceki dönemde olduğu gibi bizim dönemimizdeki öğretmenler de çok idealist insanlardı. Gerek ortaokulda gerekse ve bilhassa öğretmen okulunda öğretmenlerimizden hiç birinin günü kurtarmak için hareket ettiklerini görmedim. Hepsi kendi alanlarında en iyiyi yapmak için gayret sarf etmekteydiler. Bir yıl boyu aynı ceketi giyen, silmekten ceketinin yakaları yıpranmış öğretmenler gördük. O halleriyle anıt gibi önümüzde duran birer modeldi onlar. Onların bize aşıladığı ruh hali sayesindedir ki, öğretmen okulundan mezun olup da bizden tayin olmak için beş il ismi istendiğinde, verilen formlara çoğumuz beş ilin ismini vermek yerine “Türk bayrağının dalgalandığı her toprakta hizmet yapmaya hazırım” cümlesini yazmıştık. Aslında bu cümle, bir bakıma, devletimizin bizim gibi kıyıda köşede kalmış köy çocuklarını toplayarak verdiği parasız yatılı eğitim ve sonunda kazandırdığı meslekle topluma hizmet etme imkânı bahşetmiş olması karşısında duyduğumuz minnetin bir ifadesiydi.”

Yokluk yoksulluk günlerinde, Anadolu’nun ahvalini de öğreniyoruz hocamızdan…

“İl Milli Eğitim Müdürü’nün kapısına dayandım. En sonunda köye ilkokul yaptırma kararını aldırdım ve bahar geldiğinde okul inşaatı başladı. Bu arada eğitimi, bahar döneminin sonuna kadar İstanbul’da ikamet eden bir köylünün evini okula çevirmek suretiyle devam ettirdim.

Bu adımları attığımda henüz on sekiz yaşındaydım. Birkaç aylık kısa bir süre içinde bir taraftan bürokrasinin soğuk ve umursamaz yüzüyle karşılaşırken diğer taraftan kendi geleceğimle alakalı olarak başka bir karar mı vermeliyim sorusunu sormaya başlamıştım. Köylünün umursamazlığı, öğrencilerin maruz kaldığı sıkıntılar, bürokrasinin duyarsızlığı, kalacak bir yerimin olmaması gibi sorunlar üst üste gelmişti. Camiye bitişik imam için yapılmış tek göz bir odada kalmaktaydım. Geceleri fareler ahşap döşemelerin arasında kalıpçı ustalarının keser seslerini andıran takırtılarla bana refakat ederek, adeta, “sana geceleri uyku haram” demeye getiriyorlardı. Bu arada camide müezzinlik yapma görevi de bana kalmıştı. Köylü ilk defa beş vakit namaza gelen, üstelik bir de müezzinlik yapan bir öğretmen figürüyle karşılaştığı için beni çok sevmişti. Onlara vaaz edecek bilgim yoktu, ancak namaz sonrasında en azından takvim yapraklarındaki dini bilgileri ya da önceden hazırladığım bazı notları okumaktaydım. Bu da çok hoşlarına gitmişti.”

Dünyanın pek çok ülkesini gezmiş hocamız, üniversitelerde hocalık yapmış, manidar cevaplar veriyor bize…

“Gelişmiş Batı ülkelerinin, özellikle de ABD’nin gelişmekte olan ülkelere yönelik en büyük tahribatı, insanlığın öteden beri tecrübe ederek iyi olduğunu tescillediği değerleri, Kur’an’ın ifadesiyle “maruf”u hoyratça dışlayan bir hedonist anlayış ve kültürü enjekte etmesidir. Bu hedonist, sadece keyfini ve dünyevi zevklerini önceleyen hayat tarzı, tüketim ekonomisi ve endüstrisi ile birleşince, insanları kelimenin tam anlamıyla gönüllü köleye dönüştürmektedir. Gerçek güzelliğin ruh güzelliği, ahlaki donanım ve davranış olduğu bilincini içselleştiremeyen kitleler, kozmetik sanayiinin demirbaş müşterisi olmaktalar. Zaruri bir ihtiyaç olmadığı halde yapılan “estetik” operasyonlar, daha güzel gözükme uğruna cildin tabii yapısını mahveden ve kişiyi ileride cilt kanserine amade kılan bin bir türlü sentetik makyaj malzemesi… İnsan fıtratına uymadığı halde hemcins “evlilikleri”, bir diğer ifadeyle Lut kavmine özenme tezahürleri, evlerinde ya da bakımevlerinde yalnızlığa terk edilmiş yaşlılar, Allah’ın en büyük lütfu olan annelik duygusunu arkaik bularak aile kurumuna savaş açan kimi kadın hareketleri, sokaklara ve köprü altlarına terk edilmiş garip gureba, sokak çetelerinden oluşturulup dünyanın dört bir yanında resmi üniformalarının altında bile sivil katliamları apaçık işlemekten çekinmeyen gangster tıynetli ordular, bir günlük zevk uğruna, fakir bir ülkenin bir yıllık yiyecek giyeceğini karşılayacak derecede aşırı harcamaların yapıldığı festivaller, sırf silah sanayilerinin ayakta kalması için tahrik ve teşvik edilen bölgesel savaşlar… Listeyi uzatmak mümkün. Batılı ülkeler bugün kendi dışındaki ülkeleri, teknolojik üstünlüklerinin verdiği güçle deneme tahtasına çevirmiş bulunmaktadırlar. Bu üstünlüğe direnmenin tek bir yolu var: Birlik olmak, akıllı olmak ve hepsinden önemlisi ahlaklı olmak.”

Söyleşimizin tamamı Edebistan.com sitesinde sevgili dostlar, isterim ki bu söyleşiyi herkes okusun. Tekrar Mehmet Özdemir hocamıza şükranlarımı sunuyor, onun gibi değerlerimizin çoğalmasını gönülden arzu ediyoruz.

Selvigül Kandoğmuş Şahin