Şehirlerin kalbi ve ruhu camiler
İsveç ve Hollanda’dan sonra Danimarka’da yüce kitabımız
Kur’an-ı Kerim’e yapılan saygısızlık, emperyalist emelleri bilinen Batı’nın
fabrika ayarlarına dönmeye başladığını gösteriyor. Faşist ve alçak bir
anlayışla insanların dinî inançlarına hakaret edilmesinin, bu devlet
yöneticileri tarafından ‘düşünce özgürlüğü’ adına normal görülmesi, ayrı bir
garabet, hatta küstahlık! Ben Avrupa’daki vicdanlı halkların bu iğrenç
hücumlardan rahatsız olduğuna ve gereken tepkiyi göstereceğine inanıyorum. Bu
soylu tavrı beklerken biz asıl konumuza dönelim.
Çocukluğun
Şirin Yerleri
Çocukluğumda unutamadığım en güzel sahneyi, evimizin
tam karşısındaki Şeyh Mahmud Camii’ne gittiğim gün yaşadım. Ramazan boyunca
diğer çocuklarla birlikte camiden ayrılmazdık. Çocuktuk ama ağır aksak da olsa ibadetlerimizi
büyük bir neşe içinde yerine getiriyorduk. O manevi havayı solumak bize
bambaşka ufuklar açıyordu. Yıllar sonra İstanbul’a gelip de şair ve
yazarlarımızın hayatını araştırırken gördüm ki, hepsinin de hatıraları arasında
en renkli sahneler, çocuklukta gidilen camiler imiş. Bunların bir kısmını Edebiyatçılarımızın Çocukluk Hatıraları’nda
bir araya getirdim. 72 yazarımızın çocukluk demleri o kadar güzel ki! Milli
Eğitim Bakanlığı’mızın tavsiye ettiği kitap, şükürler olsun şimdi 10. baskısına
hazırlanıyor. Orada Ömer Seyfettin’in “İlk Namaz” hikâyesi vardır. Çocuğa
namazı sevdiren hoş bir metindir, ders kitaplarına alınmalı. Halide Edib’in
küçücük bir kız çocuğu iken ailesiyle birlikte Ramazan günleri Fatih’ten
Süleymaniye’ye gidişleri, camide dinlediği ve etkilendiği ilahileri huşu içinde
anlatması kalbe dokunan metinlerdendir. O devirde Eyüp Sultan’a yapılan
ziyaretler çok önemliydi. Eyüp Sultan, bugün de maneviyat dünyasının
İstanbul’daki merkezlerinden biri sayılıyor.
Bir
Gönül Sığınağı
Camiler, bunaldığımızda sığındığımız ve gönlümüzü
dinlendirdiğimiz mukaddes mabetlerdir. Çocukken de içine girip elimizi yüzümüzü
yıkadığımız, abdestimizi alıp namaza durduğumuz mabetlerimizdi camiler.
Yorgunluğumuz orada giderir, bazen oturup ezanı beklerken sırtımızı duvara
dayardık. Kaygılardan azade olduğumuz o çocukluk çağlarını kim unutabilir ki?
Vakit namazlarımızı huzurla, teravihlerimizi safa ile kılardık.
Camiler, evden dışarı çıkıp da ilk uğradığımız kamu
alanlarıydı. Evimizin penceresinden hem türbe hem mescit görünürdü. Mescide
giderken aynı adı taşıyan türbemizin önünden geçerdik. Mutlaka ‘yeşil türbe’nin
önünde durup elimizi açar, dua eder, sonra yolumuza devam ederdik. Türbedeki
zat bizden dua bekler, Fatiha isterdi. Bunu o çocuk aklımızla düşünür, görevimizi
ihmal etmezdik. Mabedimiz kutu gibiydi. Minaresi yoktu ama avlusu genişti. Bir
de abdest alma yeri ve mescit alanı mevcuttu. En şenlikli namazları Ramazanda
kıldım sanıyorum. Çünkü Ramazanın kendisine mahsus ritüelleri vardı. Öncelikle
akşam camiye gitmişsek iftarlıkları gözetlerdik. Camide akşam namazını eda
etmeden önce iftariyelikler dağıtılırdı. Genelde o görevi biz çocuklar
yapardık. Bazen kuru bir hurma olurdu bu yiyecek. Bazen de çarşı ekmeği ve
içindeki otlu peynirle zenginleşirdi menü. Hele bir de zeytin var ise ikramda, artık
neredeyse karnımız tıka basa dolardı. Orucumuzu açtıktan sonra namazı cemaatle kılar,
ardından evimize dönerdik.
“Sallu
Âlâ Muhamed”
Şüphesiz sadece ’11 ayın sultanı’ Ramazan’da akşamları gitmezdim mescidimize. Senenin diğer aylarında da yolumuzu düşürürdük. Hele derslerimiz ve imtihanlarımız yoksa… Doğrusu itiraf etmem gerekirse, ben daha ziyade Ramazan’daki teravihleri severdim. Uzun olmasına rağmen o namazlar bana ağır gelmezdi. Hatta iki rekâtta bir “Sallu âlâ Muhammed…” diye müezzinin seslenmesi çok keyifli gelirdi. Namaz bitip de ilahiler okunmaya başlanınca bir hoş olurdum. Hele “Ya Hannan Ya Mennan” diye başlayan o muazzam dualı, zikirli, ahenkli ilahi beni mest ederdi. Evet sanki sadece bunları duymak, dinlemek için gidiyordum her akşam camiye. Küçük kardeşim de geliyordu bütün ağabeylerim de. Babam ise hiç kaçırmazdı cemaat namazlarını. Herkesin kendisine mahsus bir dünyası, bir köşesi vardı. Büyükler daha çok ön safta namaza durur, ben ise küçük kardeşim Memduh’la birlikte rahat yaramazlık yapabilelim diye arka safları tercih ederdik. Cemaatten hiç kimse bize kızmaz, asla bizi azarlamazdı. Büyük müsamaha vardı. Sonradan öğrendim ki, imam, müezzin ve diğer yetişkin cemaat özellikle seslerini çıkarmıyormuş. Camileri daha çok sevelim, mabetlere sıkça gelelim ve dinî hayatımız küçüklükten itibaren sağlam olsun diye. Ramazan’ın dışında bayram namazları da elbette unutulmaz. Hele o sıraya dizilip yapılan bayramlaşma merasimi ne kadar güzeldi! Memleketten çıkıp İstanbul’a geldim. Bu şehrimizde Mimar Sinan’ın şaheserleri olmak üzere pek çok camiyi gördüm, içlerinde ibadet ettim. Galiba unutamayacağım ilk namazlar, ilk tespih çekişler, ilk ilahi ve dualar, çocukluğumun camiinde geçmişti.
Camilere
Dönüş başlanmalı
Camilere artık kesin dönüş başlamalı. Kalbimize
yeniden dönmeliyiz. Evet salgın sürecini ve büyük acıları yaşadık. Canlarımızı
kaybettik. Ağır hastalıklar geçirenler oldu. Ama artık o dönemler bitti. Şimdi kalbimizdeki
beyaz ve pırıl pırıl defteri yeniden açmalıyız. Camiler sadece ibadet mahalli değil
üstelik. Buluşma, kaynaşma, muhabbet etme mekânıdır. Komşularımızla
merhabalaşma ve sosyalleşme yeridir. Camiler büyüklerin de hayatında rol alıyor,
küçüklerin de! Çocukluğumuzdan itibaren en çok uğradığımız toplu alanlardan
ilkidir camiler. Doğrusu ben camilerimizi çok seviyorum. Çünkü bize hem
insanlığımızı hem de Müslümanlığımızı hatırlatıyor. Keşke bugün de aile
büyükleri, anne ve babalar, sonra öğretmen, ağabey ve ablalar küçüklerin
ellerinden tutup camilere götürse. Onların saf ve temiz yüreklerine mabetlerin
sevgisi yeniden aşılasa ne güzel olur. Camiler maneviyat dünyamızın ihtiyacı, ruhumuzun
dinlendiği mekânlar.
Türkiye’de 90 binden fazla cami var. Bu camiler bizden memnun mu? Kendimizi sorgulamalıyız. Sultanahmet, Fatih, Ayasofya Süleymaniye, Çamlıca ve Taksim camilerine gidiyoruz. Bilhassa cumalardaki ve bayram günlerindeki ‘selatin camileri’ni dolduruyoruz. Peki ya diğer camiler? Pek mahzun kalıyorlar doğrusu. Onlara da uğramalıyız. Mahalle mescitleri, semt camileri, kıyıda köşede kalmış sevimli, küçük camiler. Onları da ziyaret etmeliyiz.
Cami
ve Kitap
Geçenlerde bir camide kitap ve kitaplık göremeyince çok üzülmüş, hüzünlenmiştim. Hâlbuki İstanbul’un ve Anadolu’nun birçok camiinde küçük de olsa mutlaka kitaplıklar olur. Namazlardan önce veya sonra dinî kitap okumak isteyen cemaat için bu imkân sağlanır. En azından Kur’an-ı Kerim, meal, hadis ve siyer kitapları bulunur o kitaplıkta. Camide kitap bulundurmak şart. Peki camilere dair kitaplar yok mu? Olmaz olur mu, elbette var. Camilerimizin anlatıldığı seçkin eserlerin bir kaçının isimlerini ve yazarlarını takdim ediyorum: 100 Seyyayhın Gözüyle Ayasofya (Dr. Emrah İstek), 66 Adımda Ayasofya (Zafer Bilgi), Ayasofya Dile Geldi(Durali Yılmaz), Ayasofya Konuşmaları (Ömer Ferdi Kam), Bir Şaheser Süleymaniye Külliyesi (Selçuk Mülâyim), Hadîkatü’l Cevâmi-İstanbul Camileri (Ayvansarâyî Hüseyin Efendi /Alî Sâtı’ Efendi/Süleymân Besîm Efendi), İstanbul Eminönü Yeni Camii Külliyesi ve Hünkâr Kasrı (Abdullah Kılıç), Mabedler Şehri İstanbul’un Tarihî Mescid ve Camileri (Edhem Ruhi Öneş, A. Kadir Baytur, Hayrettin Alp), Osmanlı Devri İstanbul Camileri-3 Cilt (Hayri Nedret İşli-İsmail Büyükseçgin), Urfa Camileri (Kasım Şulul), Yakın Tarihimizde Cami Kıyımı (Mehmed Şevket Eygi) Son zamanlarda tarihî özellik taşıyan camilere büyük bir ilgi görüyoruz.
Yavuz
Mehmet Ağa Camii
Yıllardan beri sahipsiz olan Fatih ilçesine bağlı Cerrahpaşa Mahallesi’nde, Hekimoğlu Ali Paşa Caddesi üzerindeki Yavuz Mehmet Ağa Camii de yeniden inşa ve ihya edildi. Sonra da müminlerin ibadeti için açıldı. Caminin ilk olarak 1. Ahmed döneminde (1603-1617) inşa edildiği belirtiliyor. Mescidin banisi Sekbanbaşı Yavuz Sultan Ağa’dır. Fikir, kültür ve siyaset dünyamızın mümtaz ismi Yaşar Karayel Beyefendi ve ailesinin gayretiyle hayata kazandırılan caminin açılışına Milli Savunma Bakanımız Hulusi Akar da iştirak etti. Fatih Belediye Başkanı Mehmet Ergün Turan’ın da hazır bulunduğu açılışta Karayel Ailesi’ne Fatihli hemşehrileri adına teşekkür edildi. Kalabalık bir vatandaş topluluğunun katıldığı törenin ardından camiye girilip Cuma namazı kılındı. Yavuz Mehmet Ağa Camii’nin yeniden ibadete açılması çevre halkı ve esnaf tarafından büyük bir memnuniyetle karşılandı.
Camilere Sahip Çıkmak
Osmanlı’nın hükümferma olduğu asırlarda Balkanlar’da
yüzlerce cami inşa etmişti. Bu mabetlerden çoğu daha sonra ya yıktırıldı veya
kiliseye çevrildi. Şimdi Batı’da yeni camilerimiz açılıyor. Diyanet ve TİKA
gibi kuruluşlarımız Avrupa’nın merkezine insanlığın kurtuluş yapılarını inşa
ediyorlar. Dışarıda da, içeride de toplumun dinî değerlerine tavırlı olanlar
camilerden rahatsız. Onların huzursuz olmasına aldırış eden kim? Biz çocukluğumuzdan
itibaren hamurumuzun mayalandığı camilerimizi çok seviyoruz. Salgın sürecinde yaklaşık
iki sene ‘garip’ kalan bu kutlu mabetlerimize, şirin camilerimize şimdi yeniden
dönüş zamanı!