Dolar (USD)
32.33
Euro (EUR)
34.90
Gram Altın
2294.13
BIST 100
9043.39
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Senden özür dilerim yavrum

Her gün gibi dün de Ankara’nın göbeğinde, Kızılay’da bir köşe başında ayakta duran dilenci bir kadının kara kirli kollarında gördüm seni. Uyuyordun. Üstün başın kirliydi; yüzün soluk, saçsız kabak başın sarkıktı. Yaşın bir veya iki. Kız ya da erkek olduğunu da bilmiyorum.

Sen dün oradaydın, bir önceki gün de. Aslında sen hep oradasın ve her gün oradan geçerken görüyorum seni. Yaz kış, soğuk sıcak, yağmur çamur fark etmez.

Bir işin yok; birlikte oynadığın, eğlendiğin, yarenlik ettiğin bir arkadaşın yok. Önünde yiyebileceğin bir aşın da yok. Sadece güneşte yanmış başın sarkıyor o kadının kara kirli kollarında.

O sokaktan her geçişimde dikkatle bakıyorum sana; hasta değilsin, aç değilsin, susuz değilsin, dertli kederli değilsin, sevinçli ya da endişeli de değilsin. Yalnız hep suskunsun, hep hareketsizsin, gözlerin hep kapalı ve mütemadiyen hep uyuyorsun.

Ama hakkını yemeyelim, annen (?) işini iyi yapıyor. Sabah erkenden seni kaptığı gibi sokaklardadır. Akşamları da eve geç dönüyor olmalı. Her iş dönüşünde görüyorum sizi. Sen uyuyorsun annen para dileniyor her geçenden.

Bugün de geçen herkesten para istedi sana süt almak için. Tabiȋ ki benden de... Yüreğim yanıktır bu konuda. Yoksulluğu öğrencilik yıllarımda iliklerime kadar yaşadığım için anlarım fakirin fukaranın, garibin gurebânın hâlinden. Bu yüzden kimseyi boş çevirmem, ayıplamam ve hâşâ küçük de görmem. Maaşımı yeni almıştım, üzerimde verecek kadar param vardı. Annene (?) de ihtiyacını karşılayacak kadar para verirdim vermesine ama seni kolunda taşıyanın annen olduğuna inanamadım. Bu yüzden geçip gitmek geldi içimden. Yanımda eşim de vardı. Sizi tam geçecekken eşim, “Bu garibana bir sadaka vermeyecek misin?” diye beni uyardı.

“Eşinin sözünden çıkmıyor” diyenlere inat onu bu kez dinlemedim. Annen diye seni hep kollarında taşıyan kadına “Bu çocuk senin mi?” diye sordum. Yüzü değişti; bir tuhaf oldu, cevap veremedi. İçinde bir pet şişe su ve bir iki parça ekmek bulunan poşetini bile bırakıp söylene söylene hızla ve endişeyle uzaklaştı yanımızdan. Yavrucuğum, eminim senin için küfürler de yedim bugün. Ama sen yine uyuyordun, bizi duymadın bile.

Başkalarını rahatsız eden bu tür soruları soran var mı bilmiyorum. Bu gibi konularda kimi zaman yalnız kaldığımı hissediyorum kendimi ama sen yalnız değilsin. Bundan emin ol. Bir an olsun uykundan uyanıp gözlerini açsaydın sen de görürdün her sokak başında senden bir iki tane olduğunu. Hatta her şehirde her mahallede. Hepsinin yaşı seninki gibi bir ya da iki. Hepsinin yüzü seninki gibi soluk, boynu ince, başı saçsız ve sarkık. Hepsinin üstü başı kirli, kolları ve bacakları çelimsiz ve hareketsiz.

Bana söyler misiniz yavrum, neden hep baygın gibi uyuyorsunuz? Yoksa hep baygın mısınız ya da bayıltılıyor musunuz?

Efendim?.. Bayıltılıyor musunuz?...

Peki, kim bayıltıyor sizi ve neden? “

Hayır, buna asla inanmam. Bir anne yavrusuna kıyar mı? İyi yürekli insanların duygularını sömürüp para almak için öz yavrusunu bayıltıp yaz sıcağında gün boyu sokaklarda güneşin altında tutar mı?

Televizyon izlerken görmüştüm: Bir timsah, karşıdan karşıya geçmek üzere suya atlayan bir ceylan yavrusunu kapmak üzereyken sahilde duran annesi bir sıçrayışta yavrusuyla timsahın arasına atladı ve yavrusunu perdeledi. Arada hareketsiz durup bekledi. Atlamayabilir ya da atladıktan sonra kaçıp kurtulabilirdi ama gitmedi. Canını cananına feda etti ve yem oldu timsaha. Ama yavrusunu kaptırmadı.

O yüzden inanmıyorum. Bir anne dilenmek için günlerce ve gün boyu öz yavrusunu bayıltıp yaz sıcağında güneşin altında böyle bekletmez.

Hatta hiçbir insan bu yaşlardaki bir çocuğu yaz sıcağında bu şekilde güneşin altında tutmaz, tutamaz. Üç beş kuruş para için bir anne nasıl böyle bir şey yapabilir?

Bir insan, bırakın bir insan yavrusunu, hayvan yavrusunu bile korumaya çalışır.

Daha dün manşetten okudum gazetelerin birinde. Bizden biri aylarca uğraşmış didinmiş, caretta carettaların toprağın altına bıraktığı iki milyon yumurtayı muhafazaya almış. Bu yumurtalardan çıkan 850 bin yavrusunu denizle buluşturmuş ve bu haber iri iri harflerle manşet olmuş bütün gazetelere. Sevindim, tebrik ettim.

Ama sen gazetelere manşet bile olamıyorsun yavrum. Keşke sen bizden birinin yavrusu olacağına bir caretta carettanın yavrusu olsaydın. Toprağın altına gizleselerdi bile seni elbette birileri bulur, korurdu. Mesela bir kedi olsaydın ya da en azından bir köpek eniği. O zaman seni böyle sokak sokak dolaştırmazlardı. Bir adın bir kimliğin olurdu; sağlık sigortan yaptırılır, lüks sofralarda ağırlanır, rahat yataklarda uyutulurdun.

Dün sokakta seni böyle görünce yıllar önce Mahmut Tuncer’in seslendirdiği bir türkü geldi aklıma. Türküde, “Ankara’da dayın yoktur / Mahmudo kurban niye doğdun?” diye sorup dururdu. Bunu her dinlediğimde içimde zarif isyanlar belirir, hüzünlenirdim.

Hadi, dayın yok diyelim Ankara’da; bir kedi ya da bir köpek eniği de değilsin. Öyleyse ben sorayım; neden doğdun yavrum?

Seni tehlikelerden korumakla yükümlü belediyeler var; sivil toplum kuruluşları var, sana bakan bir bakanın da var, biliyorum. Ama seni kimse görmüyor.

Biz de görmüyoruz seni yavrum; bakar kör olduk hepimiz. Seni yüksek mevkidekiler de görmüyor. Ama Allah seni de seni görmeyenleri de görüyor. Seni görmeyenler ya da görmezlikten gelenler de mahşerde göreceklerdir. Buna bütün kalbimle inanıyorum.

Bu yüzden sen rahatına bak ve uyumaya devam et yavrum!..

 
ABONE OL
Deniz feneri detay
Deniz feneri detay
Kızılay 160x600
TDV ramazan