Dolar (USD)
32.58
Euro (EUR)
34.71
Gram Altın
2500.87
BIST 100
9693.46
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

21 Aralık 2020

Sevdiğim-İz

Parmak izleriyle birbirinden ayrılan insanların taşıdıkları hikâyelerle de, bir diğerinden özge nitelikler kesbettiği doğrudur. Aslında bu farklılık bakıp gördüğümüz her şeyde mevcut. Dünyaya inen her kar tanesinin farklı motiflere sahip olması gibi, bir dut yaprağının ceylan tarafından yenildiğinde misk, ipek böceği tarafından yenildiğinde ise ipeğe dönüşmesi düşündürücüdür.

Herkes kahramanı olduğu hikâyeyi burada bırakıp gidiyor Rahman’a, yalın ve yalnız. Gelişimizdeki yalnızlığın gidişimizde de ifade bulması, hikâyelerimizin yalnızlığına da delil bir yerde. Pekâlâ daima ayrılıklarımız ölçeğinde mi kurulur beyinlerimizdeki iletişim ağı, farklılıkların gölgesinde mi şekillenir?

Kişi sevdiğiyle beraberdir hadis-i şerifinin öteleri ihtiva ettiğini düşündüm uzun seneler. Sonra bir gün Osman Nuri Topbaş’ın “kişi muhabbet duyduğu kişinin kaderinden pay alır.” söylemiyle karşılaştım. Burayı iç dünyamda yorumlamam ve baktığım, yaklaştığım, dokunduğum her şeyi bu alan üzerinden okumaya çalışmam zaman aldı. Derdiyle dertlenmeyi bildiklerimizin hâlinden hisse aldığımız için, gerçekleşen bir hadiseye çok üzülmemek öğütlenmişti bizlere… Farkında olmadan özümsediklerimizden bir ruh bulaşacağı söylenmişti. Cismen uzağında kalsak da kalben yakınlık duyduklarımızın ansızın aklımıza düşmesi, bazen gönül daraltıcı bir etkiyle gözlerimizin önüne gelmesi ve bir zaman sonra da dert içinde olduklarını, dua beklediklerini öğrenmemiz başka ne ile izah edilirdi? Şimdi henüz keşfedilmişçesine kişisel gelişim kitaplarında yer alan ve “telepati” adı altında vurgulanan bu detay, modern ilmin uzağındaki eski insanların bilmediği ve bir ihtar olarak söze dökmekten aciz kaldığı bir sır değildi.

Yoldaşlık yaptığımız kimselerin bazı meziyetlerini almamız, tasvip etmediğimiz tavırlarını da zaman içerisinde eyleme dönüştüren bir ahval içinde bulunmamız tesadüfi değil. Bütün bunlar yaşantıya, lisana, hâl ve tavra akseden hakikatler noktasında kalmayıp yazgısal planda da bir etki koyuyorlar ortaya. Yazarının hikâyesinden iz taşıyan romanlar-Halide Edip’le Handan, Mehmet Rauf’la Eylül, Peyami Safa ile Dokuzuncu Hariciye Koğuşu- ve şiirler-Sezai Karakoç/Mona Roza, Abdurrahim Karakoç/Mihriban- olduğu gibi, yazıcıda kurgulanan karakter ve hikâyelerin gün gelip onun hayatında yer edindiği de görülmüştür muhakkak. Hepimiz bir gün ansızın benimseyiverdiğimiz ve sıkça kullanmaya başladığımız kelimenin hayatımıza tesir ettiğini ve bir noktadan sonra da tabiatımızın parçası hâline geldiğini görürüz. Bu sebeple kime ve neye yakın olduğumuz kadar kimi ve neyi sevdiğimiz de önemli. Bu sebeple salih ve sadıklarla birliktelik hakikati, bu sebeple hiç değilse gönül birliği.

Kemal Özmen’in “İkaros’un Kavşağında İki Şair: Baudelaire ve Tarancı” adlı makalesi, önlenemez tutkusu, yükselişi ve düşüşüyle yüzyıllar boyunca sanatçılara esin kaynağı olmuş mitolojik bir kahraman olan İkaros’tan bahsettikten sonra onun, Baudelaire’in şiirlerindeki etkisine ve Baudelaire izi taşıyan mısra sayısı azsa da bu etkinin Cahit Sıtkı tarafından özümsendiğine dikkat çekiyordu. Tarancı, kendisinden 89 sene önce doğan Baudelaire’i içselleştirmiş ve modellemiş bir şair. Öyle ki ışık, yükseklik, gökyüzü gibi pek çok motif ortaklığı okura, aralarındaki yüz senelik zaman farkını hissettirmemişti. Cahit Sıtkı Tarancı’nın hayat öyküsü de Baudelaire ile benzerlikler taşıyor. Makalede beni asıl düşündüren ve hayrete düşüren noktanın Cahit Sıtkı’nın şiirsel plandaki bir öykünmeyle başlayıp hayat öyküsünde benzeşmeye ulaşan bu silsilenin ölüme giderken de vuku bulmasıydı. “Biri Fransız, diğeri Türk, 89 yıl arayla doğup aynı yaşta, 46 yaşında benzer hastalıktan (felç ve konuşma yitimi), ölen “bahtsızlıktan yana kardeş” iki şairin, Baudelaire ve Tarancı’nın, farklı kültürel ortamlarda, varoluşlarının dramatik derinliklerinde yaşadıkları serüvenin, İkaros’un önlemez tutkusu, yükselişi ve düşüşüyle gösterdiği çarpıcı benzerlikler” Kemal Özmen tarafından ilk örneğin evrenselliği üzerinden izah edilse (Modern Türk Şiirinde Fransız Etkileri, s. 170) ve rastlantısal bir çerçeveye yerleştirilse de, aradan kaç sene geçmiş olursa olsun sevilenin seven üzerindeki enerji ve etki alanına dikkat çeken bir varlık gösterir. Yaşamın içindeki benzerliklerin ölümde bile birbirine benzer bir yapı sergilediğini fark etmek zor değil.

Çok sayıda literatürün izaha yetemediği, çok sayıda kalem ehlinin de farklı perspektiflerden açıklamaya çalıştığı bu hakikati gidenler ne ince bir ses ve söz mirasıyla bırakmışlardır aslında bize:

Kalpten kalbe bir yol vardır görülmez…

Selam ile.