Stockholm sendromu!
Stockholm Sendromu ismini, 1973 yılında İsveç’in başkenti Stockholm’de yaşanan banka soygunu ve akabinde yaşanan rehine olayından almıştır. Banka soyguncusu ve rehinesi arasında altı gün süren rehine krizinin sonunda rehine ile suçlu arasında kurulan duygusal bağ neticesinde ortaya çıkan duruma bu isim verilmiştir. Bu yüzden Stockholm Sendromu; rehinelerin, kendilerini esir alan kişiye karşı duygusal olarak bağlanması nedeniyle suçlulara yardım etmeye çalışmaya başlamaları olarak tanımlanır. Bunun bizdeki karşılığı ise celladına âşık olmaktır.
Yazıya bu bilgiyle başlamamın nedeni hepimizin malumu olduğu üzere geçen günlerde İsveç’te yaşanan facia derecedeki hadisedir. Bazı kentler ismiyle müsemmadır ve bu durum kaderleri olur. Bugün sözüm ona özgürlük ve medeniyet adı altında göz yumulan fecaatler, yarın o toplumun en büyük baş ağrısı olacaktır.
Tarih tekerrürden ibarettir ve İsveç’teki bu olaylar köken olarak ne ilktir ne de son olacağa benzemektedir. 1986 yılında da İsveç eski Başbakanı OlofPalme, Stockholm’de sinema çıkışında eşi ve oğlu ile birlikteyken uğradığı saldırı sonucu hayatını kaybetmiştir. Buna rağmen İsveç, tarihten ders almamakta direnmekte ve terör yandaşlarına ısrarla yardıma devam etmektedir. Bir toplum, başka topluma zarar verdiği yerden vurulmaya mahkûmdur.
Bugün bir taraftan NATO’ya girme endişesi güden İsveç, diğer yandan içindeki kötülük ve nefreti kusmaktan da geri durmuyor. Olayın siyasi boyutunu ele almak yerine üstünkörü değinip bize düşen görev ve sorumluluklar üzerinde durmak yerinde olacaktır.
Dünyada fikirlerin kutuplaşmasından dolayı ülkelerde genellikle aşırı sağın yükselişi yönünde trendler gelişmektedir. Mikro milliyetçilik kavramı maskesi altında kendi kabuğuna çekilme gayretinde bir siyasi anlayış, ülkelerin iktidarına talip olmaktadır. Bundan yüz elli yıl öncesine kadar imparatorluk adı altında çok uluslu yönetimler varken, adına Rönesans, reform, aydınlanma ve sanayi devrimi dediğimiz eylemler neticesinde ulus devlet anlayışına geçiş serüveni başladı ve bunun için de koskoca iki dünya savaşı sahneye konuldu. Şimdilerde ise mesele daha dar çerçeveye indirilerek aşırı sağın yükselişine neden oldu. Bu durumu meşrulaştırmak için de kendilerine engel olarak gördükleri ve her şeyin aşırılığına karşı çıkan din ve kutsalları hedef tahtasına oturttular.
Kendi aşırılıklarının nefretini kusmak için de, Meyveli ağaç taşlanır kabilinden dünyada tek hakikat olan İslam üzerinden dünya genelinde bir İslamofobi türettiler. Çünkü haklı görünebilmenin en doğru yolu olarak hakikate saldırmayı düşündüler. O yüzden ortaya çıkan bu tür eylemler esasında bu eylemleri ortaya koyanların acizliklerinin ve cahilliklerinin göstergesidir. Nihayetinde bu tür durumları zulmün son çırpınışları olarak görüyor ve çaresizliklerine şahit oluyorum.
Dün İsveç’te, bugün Hollanda’da, yarın da herhangi bir yerde dine ve kutsala hakaret ederek aynı kapıyı sürekli aşındırarak meseleyi sıradanlaştırmaya çalışacaklar. Günbegün bu tür ucube eylemlerini denemeye devam ederek bir zaman sonra bizi duyarsızlaştırıp tepkisiz hale getirmeyi amaçlıyorlar. Bunun altından bir takım siyasi ve ideolojik nedenler türeterek konuyu kutsallık ve din mecrasından çıkartıp siyasi mesele haline getirerek böl, parçala, yut taktiğiyle bizi yönetme gayretinde olacaklardır. Olayın ülkemizin büyükelçiliği önünde yapılmış olması da bunun en açık örneğidir. Çünkü olayındin merkezinden çıkarılarak bireysel ve ülke bazlı bir durum gibi gösterilerek asıl hedefinden saptırılmasını istiyorlar.
Unutmamamız gereken en önemli şey, dün Kâbe’nin sahibi,Kâbe’yiEbabilleriyle nasıl koruduysa bugün de “Hiç şüphe yok ki, Kur'ân-ı Kerim’i biz indirdik ve muhakkak ki onu biz koruyacağız.” (Hicr Suresi, 9. Ayet) dediği gibi Kur’an-ı Kerim’i de koruyacaktır ve akıldan yoksun bu eylemlerin cezasını er ya da geç muhakkak verecektir.
Bugün bize düşen en önemli görev, develerine sahip çıkmaya çalışan Abdulmuttalip misali sorumluluğumuz dâhilinde olan konulara odaklanarak, aklıselim ile meselelere bakıp ümmetin vahdetine vesile olması için ortak kaygı ile ortak tepkiyi ortaya koymalıyız. Bu da ortak bilinç ile mümkündür. Nasıl ki zulüm ve kâfirler tek millet ise Müslümanlar da tek ümmet olmak zorundadır.
Bugün ihtiyacımız olan en önemli şey ümmetin vahdetidir. Dün Batman’da ortaya konan tepkinin arkasından slogan atmak yerine, her yerde aynı tepkiyi ortak dil ve ortak eylem ile vermek gerekir. Aksi takdirde meseleleri sıradanlaştırıp bizi bir zaman sonra duyarsızlaştırarak kutsala kayıtsız hale getirecekler.
Hepimiz biliyoruz ki, Allah inananlara yardım edecektir. Ancak burada temel mesele, bizim bu yardıma ne kadar hazır olduğumuzdur? Şayet, Allah’ın yardımından ümidimizi kesmişsek batı denen cellada âşık olmuşuz demektir. Bunun da diğer adı Stockholm Sendromudur.
Bugün yeniden iman ederek, üzerimizdeki ölü toprağını silkeleyip Kutsal Kitabımıza kulak verelim:
“Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır.” (Saff Suresi 8. Ayet)
“Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz.” (Âl-i İmrân Suresi 139. Ayet)
Vesselam.