Dolar (USD)
32.57
Euro (EUR)
34.92
Gram Altın
2429.29
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

16 Aralık 2022

Toplumsal mutabakat açısından Medine Sözleşmesi

İslam tarihinde Medine’ye hicret sonrasında oluşan günün yeni koşulları gereği, şehirdeki Yahudiler ile diğer Arap kabilelerini kapsayan; Mekke’deki İslam muhaliflerine karşı Medine’de birliği sağlamak açısından siyasi, hicret eden Müslümanlar ile diğer insanların huzurunu temin etmek açısından ise sosyal yönü olan bir mutabakat metni.

Demokratik birliği ve mutabakatı sağlayan, aslında çok taraflı bir anlaşma veya bir Anayasa metni olarak tanımlanabileceği gibi, sadece bir sosyal anlaşma olarak da değerlendirilebilen bir sözleşme.

Sözleşmenin hazırlanmasında, arka planında İslam literatürü açısından eşitlikçi sosyal ilişkiler, adalet, hakkaniyet ve insana değer veren anlayışın uygulandığı gerçeği göz ardı edilemez.

Aslında Medine Sözleşmesi ile yeni bir devletin kurulmuş olduğunu söyleyemeyiz. Sadece var olan bir şehir devletinde sosyal, siyasi yeni bir süreçten söz edebiliriz. Bu amaçla neden böyle bir sözleşmeye ihtiyaç duyulduğu konusu, anlaşmanın yapılış biçimi, süresi, uygulanması ve bozulması ile anlaşmanın kurulacak şehir devletinde hangi açıdan etkili olduğu önemlidir.

İslam’da hukukun kaynağı Kuran’ın öngördüğü adalet ve hakkaniyet ilkeleridir. Dinin emirlerinin geldiği toplumlarda her şartta aynen uygulanacağı şeklindeki yorumlama biçimiyle Müslüman toplumlarda sorunların çözülmesi mümkün değildir.

Peygamberden sonra vahyin uygulanmasında geleneksel ve sosyal bazı kalıplar ne yazık ki İslam toplumlarında din haline geldi, böylece Müslümanlar toplumsal sorunlarının büyük kısmını çözemediler, kargaşa, kararsızlık ve kanun ile ayet arasına sıkışmış yapılar ile örfi din uygulamaları ortaya çıkmıştır. Resulullah zamanındaki uygulamalar ile ondan sonraki uygulamaların, yasaların uygulanmasında dönemin şartlarının göz önünde bulundurulması gerektiği unutulmuştur. Zira yöneticilerin kanunları şartlara göre uygulayabilecekleri gerçeği İslam’ın temel felsefesine asla aykırı değildir.

İslam’ın önerdiği istişare sistemin de kurulmuş olan istişare meclisi (danışma meclisi) ve günün koşullarına uygun adalet ve hakkaniyet ilkeleri ile yasama yapan bir meclis, hangi nitelikte olursa olsun bir devletin yasama meclisidir. Bu açıdan bakıldığında İslam’daki anayasa anlayışı ile modern anayasa anlayışı tamamen birbirinden farklı anlayışlar değildir. Bu kapsamda vahyin adalet ve hakkaniyet kuralları ile bunların uygulanması demokrasi kurallarına uygundur. Çünkü istişare ilkesi, adalet ve dayanışma ve özgürlükle ilgili kurallar bunu öngörmektedir

Medine artık yeni bir yurttu. Hz. Peygamber bu yeni yurtta azınlıkta olan Müslümanlar için öncelikle güvenlik ve ekonomik anlamda tedbir alması gerektiğini biliyordu. Peygamber bir yandan kardeşlik tesisi ve nüfusun tespitiyle uğraşırken, diğer yandan Yahudilerle ilişkilerini geliştirmek istiyor; Medine’de çoğunluğu oluşturan Yahudi ve Müşrik Araplara güven vermeye çalışıyordu.

Sözleşme tahlil edildiğinde, Medine halkını oluşturan toplulukları, bunların birbirleriyle ve yabancılarla olan münasebetlerini, bu toplulukların idari ve adlî yapılarını, fertlerin sahip oldukları din ve vicdan hürriyetini belirli esaslara bağlayan metin olduğu ortaya çıkmaktadır.

Medine Sözleşmesi farklı zamanda yapılan anlaşma metinlerinin bir araya getirilmesi suretiyle bile olsa kabile temelinde farklı inanç gruplarından insanların bir araya gelerek kendi iradeleri ile oluşturdukları bir mutabakat metni özelliği de taşımaktadır. Herhangi bir baskı ve zorlama olmadan, hak ve yükümlülüklerin belirlendiği, anlaşmazlıkların ve uyuşmazlıkların çözüm merciinin tespit edildiği önemli bir belgedir.

İlk yazılı sözleşme hüviyetine sahip olan bu vesika ile herkes bulunduğu konumda kabul edilmekte, örf, gelenek, din vb. konularda serbest bırakılmakta, Herkesin birbirine saygılı davranması esas kabul edilmektedir.

Vesikanın sağladığı bir diğer önemli nokta her inanç sahibinin istediği hukuk sistemiyle yargılanma hakkına sahip olmasıydı. Bu ve benzeri hususlarda federal birliktelik sağlayan uygulamalar daha sonra birleşerek Resulullah’ın hayatının sonlarına doğru yerini merkezi bir yönetime bırakmıştır. Bu yeni yapıda adalet ve güvenliğin sağlanması ortak ve sosyal bir sorumluluk mevkiine çıkartılmış, taraflar birbirlerine karşı aynı cephenin bireyleri olarak sorumlu tutulmuşlardı.

Zira Medine Sözleşmesi ile adil, huzurlu ve mutlu bir toplum oluşturma yönünde çaba sarf edilmiştir. Sözleşmenin hazırlanması ve kurulmakta olan idari yapıdaki icraatlar daha sosyal ve demokratik bir toplum vaat eden İslam’ın insana, inanca, kişilik haklarına, mal ve can emniyetine ve ortak yaşam kültürüne bakışının bir sonucudur.