Dolar (USD)
34.17
Euro (EUR)
37.70
Gram Altın
2917.92
BIST 100
8898.23
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

30 Haziran 2021

Türkiye'nin sistemi

Sağlam değil, hatta bir anlamda bozuk bile denilebilir. Çünkü baştan itibaren kendi hançeresinden doğmuş bir teorinin ürünü olarak ortaya çıkmadı. Çünkü parçaları ithal. Çünkü salim kafayla oturulup düşünülmüş, eksikleri fazlalıkları hesap edilmiş, bir heykeltıraş titizliğiyle hatları belirlenmiş bir kurgunun eseri olmadığı gibi sistemin bütününü gözden geçirecek, revize edecek ve ortaya çıkan mamulü güçlendirecek hiçbir çaba içine girilmedi. Kimi savaştan arta kalmış, kimi yangından güç bela kurtarılmış, kimi alelacele oradan buradan devşirilmiş, birbirinin üzerine tam oturmayan, hatlar arasına dolgu yapılmak zorunda kalındığı için gıcırtıların hiç eksilmediği bir fabrika gibi Türkiye’nin sistemi. Yama, hep yama…

Yüz yıllık süreçte, memleket biteviye birilerinin gelip bu bozuk çarkı düzeltmesini, fabrikanın ayarlarını değiştirmesini, ona yeni bir anlam vermesini, yeni bir işlev biçmesini bekledi durdu. Gelenler gidenleri arattı, en idealistler en yorgunlara dönüştü, olmadı.

Belki başlangıçtaki sistemsizliğin kendince bazı gerekçeleri vardı. Büyük savaşlardan çıkmış olmanın getirdiği yorgunluk, açlık, sefalet ve buna bağlı bazı ruhsal, zihinsel kırılmalar güçlü bir teori inşa etmeyi engellemiş olabilir. Fakat sonraki süreçlerde de başlangıçtaki hatalar büyüyerek ülkeyi kocaman bir yanlışlıklar döngüsüne evriltti. Ve o yanlışlıklar misliyle hala aramızda dolaşıyor, hala temas ettiğimiz insanların bakışlarından, nefeslerinden yol bulup gün içinde mutlaka bizi bir yerden yakalıyor.

Bir sistemin en belirgin özelliği “üretim”dir. Her sistem, başlangıçta kurgulanan modele göre üretimini gerçekleştirir. Devlet sistemleri de fabrika sistemleri gibi malzemeyi alır, onları belli aşamalardan geçirir ve ortaya bir mamul çıkarır. Bir fabrika nasıl tarladan getirilmiş pamuğu ipliğe, ipliği örgüye, örgüyü motif ve nakışa dönüştürüp son aşamada kumaş ve hatta elbise elde etmenin gerekçesi ise bir devlet de kültürleri, zihniyetleri, ahlakları, sanatları kurumsal cenderelerden geçirerek iyi insan elde etmenin gerekçesi olarak kurulur. İyi bir kumaşın belirgin özelliği nasıl sağlamlık, görüntü zarafeti, elbisenin kullanım yerine göre işlevinin öne çıkışı vs. ise iyi bir insanın özelliği de ruh ve zeka bakımından sağlamlığı, inanç ve ahlak sahibi oluşu, dürüstlüğü, güvenilirliği, çalışkanlığı, kendisi başta olmak üzere insana yönelik sevgisi gibi hususlarla donanmış olmasıdır. Devlet fabrikası insan malzemelerini çocukluktan alır, ölümüne kadarki süreçte çeşitli mekanizmalarıyla belli aşamalardan geçirir, yoğurur ve böylece dolaşımda olan mamul gibi dolaşımda olan insan da o ülkenin atmosferini belirler.

Bugün, Türkiye resminin şöyle bir dışına çıkılınca görülen nedir? Bacasından beyaz dumanların çıktığı, tıkır tıkır işleyen makine seslerinin duyulduğu, ürettiği sağlam ve güvenilir mamullerinin kapışıldığı bir fabrika görüntüsü müdür bu, yoksa üretimin neredeyse durma noktasına geldiği, makinelerinden gıcırtıların yükseldiği, dumanından insanların rahatsız olduğu bir fabrika görüntüsü müdür? Güven midir öne çıkan, güvensizlik mi? Her bir kurumun kendine özgü işlevini yerine getirdiği, diğer kurumların kişilik haklarına saygı gösterdiği, toplumun önde gelen uzmanlarının diğerlerinin uzmanlık alanlarına müdahale etmediği ama saygı duyduğu, hiyerarşinin tıkır tıkır işlediği, sonuçta evde, sokakta, iş ve dinlenme yerlerinde insanların mutlu olduğu harika bir sosyolojik manzara mıdır bu, yoksa kurumların işlevlerinde bulanıklıkların olduğu, her kurumun diğerini eleştirdiği, insanların birbirine bırakın saygı duymayı, korkma noktasına geldiği, her uzmanlık alanının diğerinin ürettiklerini tahfif ettiği, zararlı alışkanlıkların, bağımlılıkların, kavganın, gürültünün gölgesinde acı çeken insanların yer aldığı sosyolojik bir manzara mıdır? Umut mudur öne çıkan, umutsuzluk mu?

Yazık ki bu fabrikadan insanlığın geriye kalanlarının gıptayla baktığı bir mamul çıkmıyor. Çıkmadı, çıkmayacak gibi görünüyor. Çünkü fabrikanın gerçekte nasıl bir mamul ortaya çıkaracağının kararı tam olarak verilmiş değil. Her gelen, kendince bir şeyler söylüyor ama sistemin sesi o söylemi bastırıyor, kendi sesinin parçasına dönüştürüyor. Parçaları kendine ait işlevi yerine getirmiyor, dişlileri işlemiyor. Çünkü fabrikanın neyi üretmesi gerektiğine dair ortak bir fikir hiç oluşmadığı için, her gelen ayarlarıyla oynuyor, kendince bir şeyler yapmaya çalışıyor, bir öncekinin yaptıklarını ortadan kaldırırken, kendisi de bir şey ortaya koyamıyor. Eğitim sistemimiz, üzerine güzel yazılar basılsın diye ailelerin okula bıraktığı ancak tekrar almaya geldiğinde çarkların arasına sıkışmış, ağzı yüzü dağılmış, omuzları düşmüş, ezik büzük, iç dünyası paramparça olmuş bir mamulle karşılaşıyor. Bilginin bırakın kullanılmasını, gerçekte ne işe yaradığını bile bilmeden bilgi ediniyor. Bilgiyi birleştirerek fikre dönüştürecek bir felsefeden mahrum yetişiyor.

Sadece çocuklarımızı değil, bu fabrika gençlerimizi de silindir gibi ezip geçiyor. Eğitimin ilk aşamasında parçalanan ruhlar sonrasında hayatın her alanından kendilerine yönelmiş kültürel öğelerle delik deşik ediliyor. Dijital araçlar, okumak, yazmak, felsefe konuşmak, seviyeli sohbet etmek gibi insanı insan yapan ögelerin hepsini silip süpürüyor. Bunlar içinde kendini iyi yetiştirmiş, bütün bozuk işleyişe rağmen ayakta kalmayı başarmış olanları da ağzından alevler çıkan, devasa bir kapitalist rekabet bekliyor ve rekabetin nitelikle bağı da çoktan koparılmış olduğu için fabrikanın her tarafını yeni kaoslar sarıyor. Daha ileri yaşlardan, iş hayatından, mesleklerden, siyasetten hiç bahsetmeyeceğim. Sistem, burada nasılsa oralarda da öyledir ve olması gerektiği gibi işlemiyor. Sistem layıkıyla işlemediği için de en güzel malzemeyi bile koysanız ortaya en iyi ihtimalle bölük pörçük ama çoğu zaman kötü kokusu burnu eriten mamuller peyda oluyor. En iyilerini çıkarsa bile fabrika hatası da sisteme dahildir. Zararlı alışkanlıkların kölesi bir bağımlıya bakarken de bir suç örgütü liderine veya bir katile bakarken de çocukluğunu görüyorum onların. Annesinin elini bırakmaktan korkan, sanki oradan içeri girdiğinde başına gelecekleri daha o zaman hisseden o çaresiz, her şeye açık, zavallı, korunaksız insanları. Ya siz?