Dolar (USD)
34.68
Euro (EUR)
36.78
Gram Altın
2931.91
BIST 100
9935.96
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

​Yazar neden yazar

İçimizdeki hıncın sebebi er ya da geç, bir gün yok olma ihtimalidir. Ölümün oralarda bir yerde, bir gölge gibi bizi takip ediyor oluşu asabımızı bozuyor, ağzımızın tadını kaçırıyor. Bütün o ölüm sonrası beklentilerine rağmen doğrudan tecrübemiz olmadığı için ondan korkuyor, ondan uzak durmaya çalışıyor, onu unutmanın bin türlü stratejilerini üretiyoruz. Devasa kabalıkların içinden küçük incelikleri ayıklayıp oraya yerleşmek istiyoruz ve yazar bu yüzden yazıyor. Kendimizi hatırlayarak ölümü unutmak, sonsuz unutuşları patlatarak oradan başımızı uzatmak, hayata gülümsemek ve ölümün en uzak olduğu yerlere göç etmek istiyoruz ve yazar bunun için yazıyor. Ölüm ayrılık olarak hayatın bütün dokularına yerleşmiş, her sevincin içine buruk bir hüzün damlatmış ve yazar o hüznün üzerine berrak buğular bırakmak amacıyla eserler üretiyor. Bize kelimeleri sevdirmek için yazıyor. Kelimeleri ve onların gerisindeki sayısız yaşam kımıltısını oradan alarak içimize taşımak, üşüyen yerlerimize bir tutam ateş yalazı yerleştirmek için çırpınıyor. Kelimelerle didişiyor, kapışıyor, yere düşüyor, kalkıyor, onlara boyun eğdiriyor, onlarla dans ediyor, onları kendine ram edip kaleminin ucunda uçarı kelebeklere dönüştürüyor her birini. Ve yazar kelimelerle aramızdaki uçurumu kapamak, kelimelerle aramızdaki mesafeyi daraltmak, kelimelerle aramızdaki dili yumuşatmak için yazıyor. İçimizdeki kaçıp gitme isteğini yatıştırmak, dünya denen bu yabancı cisimle aramızı bulmak için yazıyor. Bizi bize sevdirmek için, bizi hayata, bizi ölüme, bizi ölüm sonrasına erdirmek için yazıyor.

Nerede, hangi duyguyla hangi hâl içre olursak olalım ölümün ağır gölgesi mavi göğümüzü bulandırıyor, kaslarımızı geriyor, bizi hayat karşısında aciz bırakacak olan bütün o bilinmez tehditlerle ruhumuzu sertleştiriyor. Belli aralıklarla nereden geldiğini bilmediğimiz bir öfke hücrelerimizin derinliklerinde kırıp parçalama hissine dönüşüyor. Yazar o kırıp dökme isteğini derleyip toparlamak için yazıyor. Fırtınayı rüzgara, rüzgarı yele dönüştüren ve yeli çimenlerin saçları üzerinde gezdiren bir büyücü o. Ateşi de sevdiriyor, göğü de sevdiriyor, çakıl taşını da kayayı da çölü de… Merhameti de sevdiriyor, yumuşaklığı, sertliği, katılığı, susuzluğu da… Acıyı, kötülüğü, zulmü, haksızlığı sevdirmek değil onun işi elbet ama o yine de bunları yakından gösteriyor, ruhumuzu bunların içine dahil ediyor, bunlarla aramıza neden mesafe koymamız gerektiğini fısıldıyor. Çünkü bize daha yakından gösteriyor bütün bu şeyleri, çünkü gözlerimizi sonuna kadar açtırarak sıradan olan hiçbir şeyin sıradan olmadığını, sıradanlığın bizatihi kendisinin bile muhteşem olduğunu söylüyor. Var olan, var olma hakkını elde etmiş her şeyin sevilmeyi hak ettiğini söylüyor. Hayatı gözlerimizin içine sokuyor yazar, bakma diyor, yaşa… Can sıkıntısına vakit yok diyor her cümlesiyle; her paragrafı, her eseriyle, hayat can sıkıntısına vakit ayıramayacak kadar kısa... Ve ömrümüz onun cümleleriyle uzuyor…

Hepimizin içinde patlamaya hazır duygular var. Hepimizin cildinin altında fokurdayan bir su, kaynayan bir ateş, vızıldayan bir rüzgar geziniyor. Hepimizin görünenin altında bir de görünmeyen bir dünyası var. Hepimizin içinde dolaşan bir ışık, dışarı çıkmaya hazır bir ses var. Her insan çıplak gözle görülen ama yakından bakılmayı, keşfedilmeyi bekleyen bir başka gezegen aslında. Ve yazar yazarak her birimizin dışarıya kapalı olan pencerelerini açıyor, her birimizin duvarlarına balkonlar döşüyor, birimizden ötekine uzanan merdivenler kuruyor. Yazar yazdıkça ötekini tanıyor, ötekini tanıdıkça güven duyuyor, o güvenle birimiz ötekilerin bahçesinde huzurla dolaşabiliyoruz. Hayat ötekini tanıma yolculuğudur, dışımızda olanı keşfetme serüveninin mutlak kılavuzudur yazar. Ve her eser o keşfin haritasını sunuyor bize. Ve her eser yabancısı olduğumuz şeylerin tanıdığına ve her tanıklık düşmanı olduğumuz şeyin sevgisine erdiriyor bizi.

Hayat ile ölümün, doğru ile yanlışın, karanlık ile aydınlığın tam ortasındayız. Bir ormanın, dünya ormanının ortasında kaybolmuş gibiyiz. Bir fırtınanın, zaman fırtınasının gözlerimize batıp çıktığı bir yolculuğun tam ortasında… Donuk bir kışın ortasına doğuyor bilinç ve yazar soluğuyla o kıştan bir bahar, o bahardan bir çiçek tarlası olduruyor. Hayatı betimliyor bize, ölümü; doğruyu ve yanlışı anlatıyor, karanlık ile aydınlık arasındaki mesafeyi… Ormanda yürüyüşün bütün patikaları ona ait. Önce o yürüyor, iz bırakıyor, sonra biz, kendimizi sonsuz bir terk edişle ormana…

Bizi dışarıya, dünyaya ve öteki insanlara, insanlığa, geçmişe ve geleceğe bağlayan tek yol hayal gücüdür. Kendi hapishanemizden, kaskatı alaşımımızdan, çamur deryası bataklığımızdan yazar çıkarır bizi. Hayal gücüyle varoluşa sarılır, oradan gıdalanır, oraya onunla, onun bize uzattığı kelimelerle eklemleniriz. Geçmişimizi hayal gücüyle inşa ederiz, şimdiye hayal gücümüzle dokunur, geleceğimizi hayal gücümüz sayesinde tasarlarız. Nasıl hayal gücümüzü varoluşumuzdan çıkarıp attığımızda geriye sadece birbiriyle alakasız katı bir beden kalıyorsa yazarları hayatımızdan çıktığımızda da geriye bedenin, ruhun ve zihnin iskeletinden başka bir şey kalmaz. Her yazar, hayal gücümüzün kapılarını sonuna kadar açan bir yaşam elçisi, başka değil.

Matematiksel formüllere göre bestelenmiş bir müzik ruha cevap verebilseydi eğer, belki o zaman, işte o zaman yazarın yazmasına gerek kalmazdı ama gel gör ki ayaklarımızı yerden kesen bütün besteler karanlığın içine gönderilmiş tebessümlerden, çöle yürüyen apansız bulutlardan, her hesabın dışındaki bir başka uzamdan devşirilmiştir ve yazar odur, o yüzden yazar.