Zenginliklerimiz ile buluşmadan öğrendiklerimiz
Kâinatın
var oluş nedeni muhabbet, yani sevgidir.
Gelin
tanış olalım, işi kolay kılalım, sevelim sevilelim, bu dünya kimseye kalmaz.
Sevmekten
geri kalma, Yapan ol, yıkan olma, Sevene diken olma, Gülü incitme gönül.
Dokunur
gayretine, Karışma hikmetine. Sahibi hürmetine, Kulu incitme gönül.
Geçtiğimiz hafta medeniyetler şehri Hatay’a bir ziyaret düzenleyip Hatay’ın tarihsel ve kültürel önemini, medeniyetler zenginliğini yerinde gördük. Bu kapsamda, zamanın müsadesi nisbetinde şehrin ileri gelenleri ile kanaat önderleri ile de fikir teatisinde bulunduk. Çok verimli geçen bu ziyaret kapsamında USPUM “Stratejik Tutum Çalıştayı”nı da gerçekleştirdik. Bu çalıştay faaliyetleri kapsamında fikir teatisinde bulunarak, önümüzdeki döneme ilişkin stratejik bir tutum oluşturulmuş oldu.
Ziyaretimiz kapsamında özellikle
Hatay Musevi cemaatinin ibadethanesini, Hatay’daki Türk Katolik Kilisesini ve
Alevî toplumunun kanaat önderlerini ziyaret edip, fikir alışverişinde bulunma
imkânı yakaladık.
Musevi cemaatinin ibadethanesini
ziyaretimizde sinagogda görevli din adamı, tam bir İstanbul beyefendisi, bizi
son derece büyük bir nezaketle karşıladı, açıklıkla cemaate ilişkin sohbet etme
ve Musevi toplumunu daha yakından tanıma fırsatımız oldu. Bu keyifli sohbette
çok konu konuşuldu ancak iki tanesini çok önemli görüyorum; beyefendi, din
odaklı bir yaklaşımdan ziyade İstanbullu olmasından gurur duyduğunu,
İstanbul’da aldığı “eğitim ve yüksek
kültür”ün kendisini çok geliştirdiğini ifade etti ki, her haline de bu
dedikleri yansımıştı zaten. Özetle, iyi eğitimli bir insan olmanın öneminden
bahsetti aslında. İkincisi de dindarlık konusunda gençlerin durumunu
sorduğumuzda, gençlerin çok büyük kısmının Yahudiliğe bağlı olmadığını, deizme
kaydığını ve bundan duyulan rahatsızlığı ifade etti. Hepimiz de bu tesbiti
üzülerek dinledik.
Türk Katolik kilisesinde 20 yılı
aşkın süredir görev yapan sayın peder de bizi çok büyük bir nezaketle
karşıladı. Düzenli olarak ayinlerine devam edebildiklerini, hatta Katolik olup
olmamasına bakmaksızın bütün hristiyanların birlikte ayin yaptıklarını.
Hatay’da yaşamaktan mutlu olduğunu, cemaatinin de huzurlu olduğunu belirtti. Her
zaman kapımız açıktır her zaman bekleriz diye de nezaketle ekledi.
Hatay ziyaretimizin çok önemli bir
kısmında bize ev sahipliği ve misafirperverlikte, kültürümüzün ve gönlü
genişliğin zirvelerini gösteren alevî kardeşlerimiz ile vakit geçirme imkanımız
oldu. Âdetâ yüzyıllardır bekleyen bir hasretin kucaklaşmasını yaşadık.
Ziyaretlerin bu kısmında, ülkemize örnek olması gereken o kadar çok şey vardı
ki… Özellikle de gençlere göz bebeği gibi bakan, onların eğitim, kültür, bilim,
sanat ve inanç gibi maddi ve manevi bütünlük ile hayatı algılamaları ve
yaşamaları için seferber olmuş bir
gönüllüler dayanışmasına tanık olduk. Gençleri, kendi çocukları gibi gören
ve öyle de yetiştiren gönüllü hocaları ile çalışmalarında elde ettikleri
başarıları gördük. Dünya derecesi sahibi dövüş sporları hocaları ile çok kısa
sürede onlarca madalya almış sporcular çıkartmış bir spor okulunda çocukların
sportif yanını geliştiriyorlardı. Bütün ekipmanları yurtdışından getirtilmiş
büyük bir spor salonu bu çocuklara tahsis edilmiş. Duvarda asılı sözler çok
anlamlıydı “Hz. Ali, Hz. Muhammed, Ehl-i
Beyt, dinimiz ve imanımız için ölür, şerefimiz ve namusumuz için yaşarız! Vatan
da bizim şerefimiz ve namusumuzdur.” Aynı şekilde “Vatanına ihanet eden ya da milletine sahip çıkmayan bizden değildir!”
sözleri kırmızı zemine beyazla yazılmış çocuklar da bu terbiye ile eğitilmiş,
her birinde “bir kaplan gözü (eye of
thetiger)” olduğunu görüyorduk. Bu gençlerin sporculukları yanında okuldaki
bilim ve sanat faaliyetleri de gönüllü hocalarca takip ediliyor ve çocukların
derslerinde başarılı olması için azami gayret gösteriliyordu. Sen
sahip çıkmazsan çocuklara başkalarının sahip çıktığının bilinci ile adeta özel
okulda yetiştirilir gibi yetiştirilen gençler…
Hz. Hızır ile Hz. Musa’nın buluştuğu
Samandağ sahilindeki anıt mekanda bir Ehli Beyt dedesi ezberindeki Kur’an-ı
Kerim ayetlerini birer birer Arapçadan ezbere okuyup bize olayı Kur’an-ı
Kerimde yazdığı gibi Kur’an ayetleri ile anlattı,
hafızlığı da önemsediklerini görmemize vesile oldu.
Sohbetin devamında, Alisiz Alevîlik
meselesine bakışlarını ortaya koyup, “Kur’an-ı
Kerim, Hz. Muhammed ve Hz. Ali olmadan Alevilik de olmaz, Müslümanlık da olmaz”
diyerek, bu tayfanın Alevî (Ehli Beyt) toplumuyla ilgisi olmadığını,
Alevîliğin, Ehli Beytin temsilciliğini yaptığı Peygamber Efendimizin sünnetinin
İslamın özü ve İslamiyet ağacının kökü olduğunu, İslamın tek olduğunu kollara
ayrılmayacağını belirtiyor ve ekliyorlardı; İslamın esasları birdir, “Alevi-Sünnî ayrımına değil müslümanların
birleşmesine ihtiyacımız var. Kur’an-ı Kerim, Hz. Muhammed ve Ehli Beyt merkezinde buluşunca Alevî de
Sünnîdir, Sünnî de Alevîdir.” diyerek üst kimlik olan İslamiyet çatısı
altında ve tek kimlik ile birleşmenin önemine vurgu yapıyorlar. Zira, alevî
dedelerinin çoğunun da belirttiği gibi, İmam Maturidî, Ehli Beyt ve Ehli Sünnet
düşüncesinin çoğunluğunun ortak itikad imamı olduğu için İmam Maturidi’nin akıl-nakil
ilişkisinde aklı kullanmanın İslamî usullerini ortaya koyarak “doğru
ve evrensel aklın” esas
alınmasını öngören öğretisi örneğindeki gibi, "ortak akıl" zeminde
birleşeme zamanıdır. Görüşmelerde birleşmenin zamanının geldiğinin de altı
çizilmiştir.
Sohbetlerde bulunan Sünnî arkadaşlarımızın hepsi de “biz Alevî toplumunu ilk defa doğru tanıdığımızı, şimdiye kadar ne çok yanıldığımızı gördük”, diyerek ayrıldık. İslam toplumunun bütünleşmesi ve dinsizliğe karşı da semavi dinler ile birlikte mücadele verilmesinin önemini somut olarak gözlemledik. İmam Maturidi’nin de ortaya koyduğu gibi, "ortak akıl şemsiyesi altında buluşma/birleşme" zamanı geldiğini gördük. Kısa bir yazıya sığmayacak derinlikte bir programın uzun yıllara tesir edecek sonuçları olacağı kanaatiyle noktalayalım…