Yazının Erdemi, Edebiyatın Mutluluğu

İnsanlık tarihi, aslında tek bir arayışın tarihidir diyerek yazımıza giriş yapalım mı? sorduk sormasına ama bu arada girişimiz de oluverdi. Söylemek istediğim aslında şu: kendini ifade etme arayışıdır. Mağara duvarlarına çizilen ilk resimlerde, bir topluluğun ateş başında anlattığı efsanelerde ya da bir şairin kaleminden dökülen mısralarda hep aynı yankı duyulur: “Ben varım, işte buradayım.” Yazı, bu yankının en kalıcı biçimi, insan ruhunun ölümsüz nefesidir. Onu edebiyatla buluşturan şey, yalnızca bir anlatma ihtiyacı değil; varlığını anlamlandırma çabasıdır. Bu yüzden yazıyla meşgul olmak sıradan bir uğraş değil, insanın ruhunu incelten, kalbini derinleştiren bir varoluş biçimidir. Bu konuda bir çok yazarımız kayıtlara geçmesi için güzel ifadeler etmişlerdir ama benim çok sevdiğim sözü Nuri Pakdil’den sizlerin kayıtlarına geçmesi için hatırlatayım: “Yazmak: uzun yürüyüşe başlamaktır.” İşte bu nedenle yürüyüşümüzün ömrümüzün sonuna kadar sürmesi için sizden dua istirhamımdır.

Yazının insana bahşettiği mutluluğun kaynağı, içsel bir arınmadır. Kalem kâğıda değdiğinde, zihni kemiren düşünceler bir düzen bulur; kalbin yükü hafifler. Sözcükler birikir, cümleler kurulur ve insan, kendi ruhuna bir ayna tutar. O aynada kendini görmek, yalnızca ferahlık değil, aynı zamanda bir tür özgürleşmedir. Yazı, bazen acının, bazen sevincin yükünü hafifletir; bazen de suskunlukların diline dönüşür. Bu yüzden yazmak, yalnızca iletişim değil, aynı zamanda bir şifa, bir iyileşme biçimidir.

Ama yazının mutluluğu, yalnızca kişisel değildir. Yazı, aynı zamanda sorumluluk yükler. Çünkü her kelime, yazarı kendi benliğinin sınırlarının dışına taşır. Yazılan her satır, bir başka kalbin odasına girer, bir başka zihnin yolunu aydınlatır. Bir cümlenin başka bir hayata dokunma ihtimali, yazının en büyük erdemidir. Yazmak, kendini kurtarmakla kalmaz; başkasına da umut, başkasına da nefes olur.

Yazının insanın zamanla yaptığı en cesur pazarlık olduğunu ifade ettiğimde bana “O kadar da değil” deyişlerinizi hisseder gibiyim. Nesiller geçer, medeniyetler yıkılır, diller değişir; ama kelimeler kalır. Yazmak, faniliğin karşısına dikilmiş bir abide gibidir. Belki de insanın ölüme verdiği en onurlu cevap yazıdadır: “Geçip gitmeyeceğim. Ben düşündüm, hissettim ve iz bıraktım.”

Yazının bir başka yönü ise özgürlüktür. Hayatın boğazımıza düğümlediği sözler, cesaret edilemeyen itiraflar, gizlenen isyanlar yazıda yerini bulur. Yazı, suskunların sesi, mahcup kalplerin dili, adalet arayışının meydanıdır. Satırlara dökülen her kelime, insanı zincirlerinden kurtarır, hakikatin yolunu açar. Bu yüzden yazı, yalnızca bir ifade biçimi değil, aynı zamanda bir özgürlük manifestosudur.

Netice olarak yazıyla meşgul olmak insanı hem hafifletir hem de sorumluluk yükler. O sebeple huzura erdiren hem de kalıcı kılan bir eylem olan yazmanın hazzına erenler için yazmak, bir erdemdir; çünkü insanı kendisiyle barıştırır, başkalarına dokundurur, zamanı aşar ve özgür kılar. Ne diyelim, belki de insan, yazarken en çok insandır. Çünkü kelimeler, varlığımızın hem en sade hem de en yüce izleridir.