Ne oldu bize, bu hal ne haldir…
Davran ey ademoğlu, nefretini gizli tut, öfkeni diri tutmalısın…
Seni sana tanıtmalı…
Davran… Bir yol biliyorum ve bir de bir hal…
İçinin içinde çırpınan sensin…
Uzun soluklu o davanın vasisi sen…
Ve nice keder sona erdiricisi sensin…
Davran… Davran ki sen sevdasız değilsin…
…
Ne oldu bize, ne yaptılar bize, ki içmeden bu biçim sarhoş olduk, oysa ki bizler henüz üzüm yaratılmadan şarap içenler idik… Aşkın ve ahlakın serin şerbetini ikram edenler idik… Ne oldu bize…
…
Her halin bir şifası vardır elbet:
''İkra'' , ''tefekkür'' ve tahayyül…
Ne yapmalı, devlet ne yapmalı, millet ne yapmalı…
Yol, hastane, köprü vs. gibi hizmetlerin yanında her şeyden evvel ama her şeyden önce ülke kendi ruhunu yine yeniden kazanmalı, bize biçtikleri atalet elbisesini üstümüzden çekip alıp düşmanın suratına çarpacak basiret ve feraseti idrak edebilme cüretine sahip olmalıyız. Bu şuuru yeniden kazanma, genç nesillere kazandırma gayretiyle her an hem hal olmalıyız… Yaklaşık bir asırdır içimize yuvalanarak bizi gayesiz, bizi hedefsiz, bizi köksüz ve ruhsuz ve ailesiz ve ahlaksızlaştırma gayretinde olan o düşmanı artık çok yakından görebiliyoruz, yaklaşık bir nefes uzaklığında olduğunu alenen biliyoruz…
Dirilişin manifestosuna imza atmalıyız, birliğin – bizliğin - beraberliğin şerefini yaşamalıyız, asla ama asla birbirimizi öteleyerek, dışlayarak, küçümseyerek, yekdiğerimizin etnik, mezhebi, özel yaşam ve fikirsel hürriyetini reddederek bir yere varamayacağımızı ruhumuzun dehlizlerinde, kemiklerimizin iliklerinde, sinir hücrelerimizin Rabbani hilkatinde gümbür gümbür hissetmeliyiz…
1 asırdır bana Kürt dediler, bana Alevi, bana mütedeyyin dediler, sana sağcı, sana solcu, sana seküler dediler, o mini etekli – bu çarşaflı dediler… Sen yapamazsın, sen edemezsin dediler, bana keleş, sana kamçı verdiler, bana Ali, sana Muhammedi dediler, bana Kemalist, sana Osmani dediler… Benim dilimi yasakladılar, seninse inancını kötülediler… Ben Cizreliyim diye, sen Yozgatlısın diye bizi düşman bellettiler…
Kalbimizde depremler yaşattılar, duygusal cihanımızda kasırgalar estirdiler, kardeşliğimizi yapay tsunamilerle yıktılar, aramıza nefret pompaladılar, kin kulelerini içimize diktiler, eylemsiz bireyler doğurdu toprağımız, coğrafyamız daim yorgun ve hüzünlü bir diyar diye tanıtıldı dünyaya, idealsiz ruhsuz hedefsiz gayesiz ve şahsiyetsiz bireyler olalım istediler…
( Kısmen başardılar)
Kekliklerin ceylanların alabildiğine özgür dolaştığı, tavşanların avlanmadığı, cihana sığınak olan ama kimsenin kendisini sığıntı hissetmediği bir vatandı tüm yaratılmışlara bizim vatanımız… Şimdi ne oldu bize, ki bize bile dar geliyorken, bize bile yar olmaktan çıkmak üzereyken bu ulu vatan…
Tebliğin gönül erleriydik, irşadın ahlak boyutundan başka bir arzumuz yok idi, komşusunun hüznünden pay alanlar nasıl oldu da kan kusar oldu öz kardaşına, yengesiyle duygusal ilişki yaşayan filmlerin alçaklığının seyrinde nasıl zaman geçirir oldu insanımız…
Evet, küfrün en azgın ve en alçak yüzünü gördüğümüz şu çok yakın geçmişte ve günümüzde, hemen, ama hemen, ama acilen kendimize çeki düzen vermeliyiz. Aramıza yardıkları uçurumu hemen kapamalıyız. Yine herkesin her kesimin kendi öz vatanı gördüğü bu coğrafyayı yeniden yeşertmenin gayretinde olmalıyız… Merhamete olan gayretimizi ve zulme olan gazabımızı hemen göstermeliyiz…
Birlik tohumuna su vermeyen, beraberlik, eşitlik, adalet ve dirliğimizin yok olması için kafire köpeklik etmenin faslındadır biline…
( Bu derin hastalığımızın teşhisine devam edeceğim inşallah…)