Yusuf suresi hasretini çektiği kimseye kavuşmak için okunur. Yusuf suresi okuyan izzet ve saadete nail olur. Yusuf suresi herkes şirin gözükür. Yusuf suresinin okunuşu adlı sayfamızda Yusuf suresinin Türkçe ve Arapça okunuşu ile mealini hazırladık. İşte Yusuf suresinin okunuşu....
Kur'an-ı kerîmin on ikinci sûresi. Yûsuf sûresi Mekke'de nazil oldu (indi). Sadece, 1, 2 ve 3. ayetleri Medîne'de nazil oldu. Yüz on bir ayettir. Yûsuf aleyhisselamın kıssasından bahsedildiği için bu ismi almıştır. (Muhammed bin Hamza, Kurtubî)
YUSUF SURESİNİN OKUNUŞU VE ANLAMI
Yûsuf 1 (Mealleri Karşılaştır): Elif lam ra tilke ayatul kitabil mubîn(mubîni).
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ الٓر ۚ تِلْكَ ءَايَٰتُ ٱلْكِتَٰبِ ٱلْمُبِينِ
Elif Lam Ra. Bunlar, apaçık Kitab'ın ayetleridir.
Yûsuf 2 (Mealleri Karşılaştır): İnna enzelnahu kur'anen arabiyyen le allekum ta'kılûn(ta'kılûne).
إِنَّآ أَنزَلْنَٰهُ قُرْءَٰنًا عَرَبِيًّا لَّعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
Biz onu, akıl erdiresiniz diye Arapça bir Kur'an olarak indirdik.
Yûsuf 3 (Mealleri Karşılaştır): Nahnu nakussu aleyke ahsenel kasası bima evhayna ileyke hazel kur'ane ve in kunte min kablihî le minel gafilîn(gafilîne).
نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ أَحْسَنَ ٱلْقَصَصِ بِمَآ أَوْحَيْنَآ إِلَيْكَ هَٰذَا ٱلْقُرْءَانَ وَإِن كُنتَ مِن قَبْلِهِۦ لَمِنَ ٱلْغَٰفِلِينَ
Sana bu Kur'an'ı vahyetmekle kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Halbuki daha önce sen bunlardan habersiz idin.
Yûsuf 4 (Mealleri Karşılaştır): İz kale yûsufu li ebîhi ya ebeti innî re eytu ehade aşere kevkeben veş şemse vel kamere re eytuhum lî sacidîn(sacidîne).
إِذْ قَالَ يُوسُفُ لِأَبِيهِ يَٰٓأَبَتِ إِنِّى رَأَيْتُ أَحَدَ عَشَرَ كَوْكَبًا وَٱلشَّمْسَ وَٱلْقَمَرَ رَأَيْتُهُمْ لِى سَٰجِدِينَ
Hani Yûsuf, babasına "Babacığım! Gerçekten ben (rüyada) on bir yıldız, güneşi ve ayı gördüm. Gördüm ki onlar bana boyun eğiyorlardı" demişti.
Yûsuf 5 (Mealleri Karşılaştır): Kale ya buneyye la taksus ru'yake ala ihvetike fe yekîdû leke keyda(keyden), inneş şeytane lil insani aduvvun mubîn(mubînun).
قَالَ يَٰبُنَىَّ لَا تَقْصُصْ رُءْيَاكَ عَلَىٰٓ إِخْوَتِكَ فَيَكِيدُوا۟ لَكَ كَيْدًا ۖ إِنَّ ٱلشَّيْطَٰنَ لِلْإِنسَٰنِ عَدُوٌّ مُّبِينٌ
Babası, şöyle dedi: "Yavrucuğum! Rüyanı kardeşlerine anlatma. Yoksa, sana tuzak kurarlar. Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır."
Yûsuf 6 (Mealleri Karşılaştır): Ve kezalike yectebîke rabbuke ve yu allimuke min te'vîlil ehadîsi, ve yutimmu ni'metehu aleyke ve ala ali ya'kûbe kema etemmeha ala ebeveyke min kablu ibrahîme ve ishak(ishake), inne rabbeke alîmun hakîm(hakîmun)."
وَكَذَٰلِكَ يَجْتَبِيكَ رَبُّكَ وَيُعَلِّمُكَ مِن تَأْوِيلِ ٱلْأَحَادِيثِ وَيُتِمُّ نِعْمَتَهُۥ عَلَيْكَ وَعَلَىٰٓ ءَالِ يَعْقُوبَ كَمَآ أَتَمَّهَا عَلَىٰٓ أَبَوَيْكَ مِن قَبْلُ إِبْرَٰهِيمَ وَإِسْحَٰقَ ۚ إِنَّ رَبَّكَ عَلِيمٌ حَكِيمٌ
"İşte Rabbin seni böylece seçecek, sana (rüyada görülen) olayların yorumunu öğretecek ve daha önce ataların İbrahim ve İshak'a nimetlerini tamamladığı gibi sana ve Yakub soyuna da tamamlayacaktır. Şüphesiz Rabbin hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir."
Yûsuf 7 (Mealleri Karşılaştır): Le kad kane fî yûsufe ve ihvetihî ayatun lis sailîn(sailîne).
۞ لَّقَدْ كَانَ فِى يُوسُفَ وَإِخْوَتِهِۦٓ ءَايَٰتٌ لِّلسَّآئِلِينَ
Andolsun, Yûsuf ve kardeşlerinde (hakikati arayıp) soranlar için ibretler vardır.
Yûsuf 8 (Mealleri Karşılaştır): İz kalû le yûsufu ve ehûhu ehabbu ila ebîna minna ve nahnu usbeh(usbehtun), inne ebana le fî dalalin mubîn(mubînin).
إِذْ قَالُوا۟ لَيُوسُفُ وَأَخُوهُ أَحَبُّ إِلَىٰٓ أَبِينَا مِنَّا وَنَحْنُ عُصْبَةٌ إِنَّ أَبَانَا لَفِى ضَلَٰلٍ مُّبِينٍ
Kardeşleri dediler ki: "Biz güçlü bir topluluk olduğumuz halde, Yûsuf ve kardeşi (Bünyamin) babamıza bizden daha sevgilidir. Doğrusu babamız açık bir yanılgı içindedir."
Yûsuf 9 (Mealleri Karşılaştır): Uktulû yûsufe evitrahûhu ardan yahlu lekum vechu ebîkum ve tekûnû min ba'dihî kavmen salihîn(salihîne).
ٱقْتُلُوا۟ يُوسُفَ أَوِ ٱطْرَحُوهُ أَرْضًا يَخْلُ لَكُمْ وَجْهُ أَبِيكُمْ وَتَكُونُوا۟ مِنۢ بَعْدِهِۦ قَوْمًا صَٰلِحِينَ
"Yûsuf'u öldürün veya onu bir yere atın ki babanız sadece size yönelsin. Ondan sonra (tövbe edip) salih kimseler olursunuz."
Yûsuf 10 (Mealleri Karşılaştır): Kale kailun minhum la taktulû yûsufe ve elkûhu fî gayabetil cubbi yel-tekithu ba'dus seyyareti in kuntum failîn(failîne).
قَالَ قَآئِلٌ مِّنْهُمْ لَا تَقْتُلُوا۟ يُوسُفَ وَأَلْقُوهُ فِى غَيَٰبَتِ ٱلْجُبِّ يَلْتَقِطْهُ بَعْضُ ٱلسَّيَّارَةِ إِن كُنتُمْ فَٰعِلِينَ
Onlardan bir sözcü, "Yûsuf'u öldürmeyin, onu bir kuyunun dibine bırakın ki geçen kervanlardan biri onu bulup alsın. Eğer yapacaksanız böyle yapın" dedi.
Yûsuf 11 (Mealleri Karşılaştır): Kalû ya ebana ma leke la te'menna ala yûsufe ve inna lehu lenasıhûn(lenasıhûne).
قَالُوا۟ يَٰٓأَبَانَا مَا لَكَ لَا تَأْمَ۫نَّا عَلَىٰ يُوسُفَ وَإِنَّا لَهُۥ لَنَٰصِحُونَ
Babalarına şöyle dediler: "Ey babamız! Yûsuf hakkında bize neden güvenmiyorsun? Halbuki biz onun iyiliğini isteyen kişileriz."
Yûsuf 12 (Mealleri Karşılaştır): Ersilhu ma ana gaden yerta' ve yel'ab ve inna lehu lehafizûn(lehafizûne).
أَرْسِلْهُ مَعَنَا غَدًا يَرْتَعْ وَيَلْعَبْ وَإِنَّا لَهُۥ لَحَٰفِظُونَ
"Yarın onu bizimle beraber gönder de gezip oynasın. Şüphesiz biz onu koruruz."
Yûsuf 13 (Mealleri Karşılaştır): Kale innî le yahzununî en tezhebû bihî ve ehafu en ye'kulehuz zi'bu ve entum anhu gafilûn(gafilûne).
قَالَ إِنِّى لَيَحْزُنُنِىٓ أَن تَذْهَبُوا۟ بِهِۦ وَأَخَافُ أَن يَأْكُلَهُ ٱلذِّئْبُ وَأَنتُمْ عَنْهُ غَٰفِلُونَ
Babaları, "Doğrusu onu götürmeniz beni üzer, siz ondan habersiz iken onu kurt yer, diye korkuyorum."
Yûsuf 14 (Mealleri Karşılaştır): Kalû le in ekelehuz zi'bu ve nahnu usbetun inna izen lehasirûn(lehasirûne).
قَالُوا۟ لَئِنْ أَكَلَهُ ٱلذِّئْبُ وَنَحْنُ عُصْبَةٌ إِنَّآ إِذًا لَّخَٰسِرُونَ
Onlar da, "Andolsun biz kuvvetli bir topluluk iken onu kurt yerse (o takdirde) biz gerçekten hüsrana uğramış oluruz" dediler.
Yûsuf 15 (Mealleri Karşılaştır): Fe lemma zehebû bihî ve ecmeû en yec'alûhu fî gayabetil cubb(cubbi), ve evhayna ileyhi le tunebbiennehum bi emrihim haza ve hum la yeş'urûn(yeş'urûne).
فَلَمَّا ذَهَبُوا۟ بِهِۦ وَأَجْمَعُوٓا۟ أَن يَجْعَلُوهُ فِى غَيَٰبَتِ ٱلْجُبِّ ۚ وَأَوْحَيْنَآ إِلَيْهِ لَتُنَبِّئَنَّهُم بِأَمْرِهِمْ هَٰذَا وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
Yûsuf'u götürüp kuyunun dibine bırakmaya karar verdikleri zaman biz de ona, "Andolsun, (senin Yûsuf olduğunun) farkında değillerken onların bu işlerini sen kendilerine haber vereceksin" diye vahyettik.
Yûsuf 16 (Mealleri Karşılaştır): Ve caû ebahum işaen yebkûn(yebkûne).
وَجَآءُوٓ أَبَاهُمْ عِشَآءً يَبْكُونَ
(Yûsuf'u kuyuya bırakıp) akşamleyin ağlayarak babalarına geldiler.
Yûsuf 17 (Mealleri Karşılaştır): Kalû ya ebana inna zehebna nestebiku ve terekna yûsufe inde metaına fe ekelehuz zi'bu, ve ma ente bi mu'minin lena ve lev kunna sadikîn(sadikîne).
قَالُوا۟ يَٰٓأَبَانَآ إِنَّا ذَهَبْنَا نَسْتَبِقُ وَتَرَكْنَا يُوسُفَ عِندَ مَتَٰعِنَا فَأَكَلَهُ ٱلذِّئْبُ ۖ وَمَآ أَنتَ بِمُؤْمِنٍ لَّنَا وَلَوْ كُنَّا صَٰدِقِينَ
"Ey babamız! Biz yarışa girmiştik. Yûsuf'u da eşyamızın yanında bırakmıştık. (Bir de ne görelim) onu kurt yemiş. Her ne kadar doğru söylesek de sen bize inanmazsın" dediler.
Yûsuf 18 (Mealleri Karşılaştır): Ve caû ala kamîsıhî bi demin kezib(kezibin), kale bel sevvelet lekum enfusukum emra(emren), fe sabrun cemîl(cemîlun), vallahul musteanu ala ma tesıfûn(tesıfûne).
وَجَآءُو عَلَىٰ قَمِيصِهِۦ بِدَمٍ كَذِبٍ ۚ قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ أَنفُسُكُمْ أَمْرًا ۖ فَصَبْرٌ جَمِيلٌ ۖ وَٱللَّهُ ٱلْمُسْتَعَانُ عَلَىٰ مَا تَصِفُونَ
Bir de üzerine, sahte bir kan bulaştırılmış gömleğini getirdiler. Yakub dedi ki: "Hayır! Nefisleriniz sizi aldatıp böyle bir işe sürükledi. Artık bana düşen, güzel bir sabırdır. Anlattıklarınıza karşı yardımı istenilecek de ancak Allah'tır."
Yûsuf 19 (Mealleri Karşılaştır): Ve caet seyyaretun fe erselû varidehum fe adla delveh(delvehu), kale ya buşra haza gulam(gulamun), ve eserrûhu bidaah(bida'aten), vallahu alîmun bi ma ya'melûn(ya'melûne).
وَجَآءَتْ سَيَّارَةٌ فَأَرْسَلُوا۟ وَارِدَهُمْ فَأَدْلَىٰ دَلْوَهُۥ ۖ قَالَ يَٰبُشْرَىٰ هَٰذَا غُلَٰمٌ ۚ وَأَسَرُّوهُ بِضَٰعَةً ۚ وَٱللَّهُ عَلِيمٌۢ بِمَا يَعْمَلُونَ
Bir kervan gelmiş, sucularını suya göndermişlerdi. Sucu kovasını kuyuya salınca, "Müjde! Müjde! İşte bir oğlan!" dedi. Onu alıp bir ticaret malı olarak sakladılar. Oysa Allah, onların yaptıklarını biliyordu.
Yûsuf 20 (Mealleri Karşılaştır): Ve şerevhu bi semenin bahsin derahime ma'dûdeh(ma'dûdetin), ve kanû fîhi minez zahidîn(zahidîne).
وَشَرَوْهُ بِثَمَنٍۭ بَخْسٍ دَرَٰهِمَ مَعْدُودَةٍ وَكَانُوا۟ فِيهِ مِنَ ٱلزَّٰهِدِينَ
Onu ucuz bir fiyata, birkaç dirheme sattılar. Zaten ona değer vermiyorlardı.
Yûsuf 21 (Mealleri Karşılaştır): Ve kalellezîşterahu min mısra limre'etihî ekrimî mesvahu asa en yenfeana ev nettehizehu veleda(veleden), ve kezalike mekkenna li yûsufe fîl ardı ve li nuallimehu min te'vîlil ehadîs(ehadîsi), vallahu galibun ala emrihî ve lakinne ekseren nasi la ya'lemun(ya'lemune).
وَقَالَ ٱلَّذِى ٱشْتَرَىٰهُ مِن مِّصْرَ لِٱمْرَأَتِهِۦٓ أَكْرِمِى مَثْوَىٰهُ عَسَىٰٓ أَن يَنفَعَنَآ أَوْ نَتَّخِذَهُۥ وَلَدًا ۚ وَكَذَٰلِكَ مَكَّنَّا لِيُوسُفَ فِى ٱلْأَرْضِ وَلِنُعَلِّمَهُۥ مِن تَأْوِيلِ ٱلْأَحَادِيثِ ۚ وَٱللَّهُ غَالِبٌ عَلَىٰٓ أَمْرِهِۦ وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَ ٱلنَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
Onu satın alan Mısırlı kişi, hanımına dedi ki: "Ona iyi bak. Belki bize yararı dokunur veya onu evlat ediniriz." İşte böylece biz Yûsuf'u o yere (Mısır'a) yerleştirdik ve ona (rüyadaki) olayların yorumunu öğretelim diye böyle yaptık. Allah, işinde galiptir, fakat insanların çoğu bunu bilmezler.
Yûsuf 22 (Mealleri Karşılaştır): Ve lemma belega eşuddehû ateynahu hukmen ve ilma(ilmen), ve kezalike neczîl muhsinîn(muhsinîne)."
وَلَمَّا بَلَغَ أَشُدَّهُۥٓ ءَاتَيْنَٰهُ حُكْمًا وَعِلْمًا ۚ وَكَذَٰلِكَ نَجْزِى ٱلْمُحْسِنِينَ
Olgunluk çağına erişince, ona hikmet ve ilim verdik. İşte biz, iyi davrananları böyle mükafatlandırırız.
Yûsuf 23 (Mealleri Karşılaştır): Ve ravedethulletî huve fî beytiha an nefsihî ve ğallekatil ebvabe ve kalet heyte lek(leke), kale ma azallahi innehu rabbî ahsene mesvay(mesvaye), innehu la yuflihuz zalimûn(zalimûne).
وَرَٰوَدَتْهُ ٱلَّتِى هُوَ فِى بَيْتِهَا عَن نَّفْسِهِۦ وَغَلَّقَتِ ٱلْأَبْوَٰبَ وَقَالَتْ هَيْتَ لَكَ ۚ قَالَ مَعَاذَ ٱللَّهِ ۖ إِنَّهُۥ رَبِّىٓ أَحْسَنَ مَثْوَاىَ ۖ إِنَّهُۥ لَا يُفْلِحُ ٱلظَّٰلِمُونَ
Evinde bulunduğu kadın (gönlünü ona kaptırıp) ondan arzuladığı şeyi elde etmek istedi ve kapıları kilitleyerek, "Haydi gelsene!" dedi. O ise, "Allah'a sığınırım, çünkü o (kocan) benim efendimdir, bana iyi baktı. Şüphesiz zalimler kurtuluşa eremezler" dedi.
Yûsuf 24 (Mealleri Karşılaştır): Ve le kad hemmet bihî ve hemme biha, levla en rea burhane rabbih(rabbihi), kezalike li nasrife anhus sûe vel fahşa(fahşae), innehu min ibadinel muhlesîn(muhlesîne).
وَلَقَدْ هَمَّتْ بِهِۦ ۖ وَهَمَّ بِهَا لَوْلَآ أَن رَّءَا بُرْهَٰنَ رَبِّهِۦ ۚ كَذَٰلِكَ لِنَصْرِفَ عَنْهُ ٱلسُّوٓءَ وَٱلْفَحْشَآءَ ۚ إِنَّهُۥ مِنْ عِبَادِنَا ٱلْمُخْلَصِينَ
Andolsun, kadın ona (göz koyup) istek duymuştu. Eğer Rabbinin delilini görmemiş olsaydı, Yûsuf da ona istek duyacaktı. Biz, ondan kötülüğü ve fuhşu uzaklaştırmak için işte böyle yaptık. Çünkü o, ihlasa erdirilmiş kullarımızdandı.
Yûsuf 25 (Mealleri Karşılaştır): Vestebekal babe ve kaddet kamîsahu min duburin ve elfeya seyyideha ledel bab(babi), kalet ma cezau men erade bi ehlike sûen illa en yuscene ev azabun elîm(elîmun).
وَٱسْتَبَقَا ٱلْبَابَ وَقَدَّتْ قَمِيصَهُۥ مِن دُبُرٍ وَأَلْفَيَا سَيِّدَهَا لَدَا ٱلْبَابِ ۚ قَالَتْ مَا جَزَآءُ مَنْ أَرَادَ بِأَهْلِكَ سُوٓءًا إِلَّآ أَن يُسْجَنَ أَوْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
İkisi de kapıya koştular. Kadın, Yûsuf'un gömleğini arkadan yırttı. Kapının yanında hanımın efendisine rastladılar. Kadın dedi ki: "Senin ailene kötülük yapmak isteyenin cezası, ancak zindana atılmak veya can yakıcı bir azaptır."
Yûsuf 26 (Mealleri Karşılaştır): Kale hiye ravedetnî an nefsî ve şehide şahidun min ehliha, in kane kamîsuhu kudde min kubulin fe sadekat ve huve minel kazibîn(kazibîne).
قَالَ هِىَ رَٰوَدَتْنِى عَن نَّفْسِى ۚ وَشَهِدَ شَاهِدٌ مِّنْ أَهْلِهَآ إِن كَانَ قَمِيصُهُۥ قُدَّ مِن قُبُلٍ فَصَدَقَتْ وَهُوَ مِنَ ٱلْكَٰذِبِينَ
Yûsuf, "O, benden arzusunu elde etmek istedi" dedi. Kadının ailesinden bir şahit de şöyle şahitlik etti: "Eğer onun gömleği önden yırtılmışsa, kadın doğru söylemiştir, o (Yûsuf) yalancılardandır."
Yûsuf 27 (Mealleri Karşılaştır): Ve in kane kamîsuhu kudde min duburin fe kezebet ve huve mines sadikîn(sadikîne).
وَإِن كَانَ قَمِيصُهُۥ قُدَّ مِن دُبُرٍ فَكَذَبَتْ وَهُوَ مِنَ ٱلصَّٰدِقِينَ
"Eğer gömleği arkadan yırtılmışsa, kadın yalan söylemiştir. O (Yûsuf) ise, doğru söyleyenlerdendir."
Yûsuf 28 (Mealleri Karşılaştır): Fe lemma rea kamîsahu kudde min duburin kale innehu min keydikun(kunne), inne keydekunne azîm(azîmun).
فَلَمَّا رَءَا قَمِيصَهُۥ قُدَّ مِن دُبُرٍ قَالَ إِنَّهُۥ مِن كَيْدِكُنَّ ۖ إِنَّ كَيْدَكُنَّ عَظِيمٌ
Kadının kocası Yûsuf'un gömleğinin arkadan yırtıldığını görünce, dedi ki: "Şüphesiz bu, siz kadınların tuzağıdır. Şüphesiz sizin tuzağınız çok büyüktür."
Yûsuf 29 (Mealleri Karşılaştır): Yûsufu a'rıd an haza vestagfirî li zenbik(zenbiki), inneki kunti minel hatıîn(hatıîne).
يُوسُفُ أَعْرِضْ عَنْ هَٰذَا ۚ وَٱسْتَغْفِرِى لِذَنۢبِكِ ۖ إِنَّكِ كُنتِ مِنَ ٱلْخَاطِـِٔينَ
"Ey Yûsuf! Sen bundan sakın kimseye bahsetme. (Ey Kadın,) sen de günahının bağışlanmasını dile. Çünkü sen günah işleyenlerdensin."
Yûsuf 30 (Mealleri Karşılaştır): Ve kale nisvetun fîl medînetimre'etul azîzi turavidu fetaha an nefsih(nefsihî), kad şegafeha hubba(hubben), inna le neraha fî dalalin mubîn(mubînin).
۞ وَقَالَ نِسْوَةٌ فِى ٱلْمَدِينَةِ ٱمْرَأَتُ ٱلْعَزِيزِ تُرَٰوِدُ فَتَىٰهَا عَن نَّفْسِهِۦ ۖ قَدْ شَغَفَهَا حُبًّا ۖ إِنَّا لَنَرَىٰهَا فِى ضَلَٰلٍ مُّبِينٍ
Şehirde birtakım kadınlar, "Aziz'in karısı, (hizmetçisi olan) delikanlısından murad almak istemiş. Ona olan aşkı yüreğine işlemiş. Şüphesiz biz onu açık bir sapıklık içinde görüyoruz" dediler.
Yûsuf 31 (Mealleri Karşılaştır): Fe lemma semiat bi mekrihinne erselet ileyhinne ve a'tedet lehunne mutteke'en ve atet kulle vahidetin minhunne sikkînen ve kaletihruc aleyhinn(aleyhinne), fe lemma re'eynehû ekbernehu ve katta'ne eydiyehunne ve kulne haşe lillahi ma haza beşera(beşeren),in haza illa melekun kerîm(kerîmun).
فَلَمَّا سَمِعَتْ بِمَكْرِهِنَّ أَرْسَلَتْ إِلَيْهِنَّ وَأَعْتَدَتْ لَهُنَّ مُتَّكَـًٔا وَءَاتَتْ كُلَّ وَٰحِدَةٍ مِّنْهُنَّ سِكِّينًا وَقَالَتِ ٱخْرُجْ عَلَيْهِنَّ ۖ فَلَمَّا رَأَيْنَهُۥٓ أَكْبَرْنَهُۥ وَقَطَّعْنَ أَيْدِيَهُنَّ وَقُلْنَ حَٰشَ لِلَّهِ مَا هَٰذَا بَشَرًا إِنْ هَٰذَآ إِلَّا مَلَكٌ كَرِيمٌ
Kadın, bunların dedikodularını işitince haber gönderip onları çağırdı. (Ziyafet düzenleyip) onlar için oturup yaslanacakları yer hazırladı. Her birine birer de bıçak verdi ve Yûsuf'a, "Çık karşılarına" dedi. Kadınlar Yûsuf'u görünce, onu pek büyüttüler ve şaşkınlıkla ellerini kestiler. "Haşa! Allah için, bu bir insan değil, ancak şerefli bir melektir" dediler.
Yûsuf 32 (Mealleri Karşılaştır): Kalet fe zalikunnellezî lumtunnenî fîh(fîhi), ve lekad ravedtuhu an nefsihî festa'sam(festa'same), ve lein lem yef'al ma amuruhu le yuscenenne ve leyekûnen mines sagırîn(sagırîne).
قَالَتْ فَذَٰلِكُنَّ ٱلَّذِى لُمْتُنَّنِى فِيهِ ۖ وَلَقَدْ رَٰوَدتُّهُۥ عَن نَّفْسِهِۦ فَٱسْتَعْصَمَ ۖ وَلَئِن لَّمْ يَفْعَلْ مَآ ءَامُرُهُۥ لَيُسْجَنَنَّ وَلَيَكُونًا مِّنَ ٱلصَّٰغِرِينَ
Bunun üzerine kadın onlara dedi ki: "İşte bu, beni hakkında kınadığınız kimsedir. Andolsun, ben ondan murad almak istedim. Fakat o, iffetinden dolayı bundan kaçındı. Andolsun, eğer emrettiğimi yapmazsa, mutlaka zindana atılacak ve zillete uğrayanlardan olacak."
Yûsuf 33 (Mealleri Karşılaştır): Kale rabbis sicnu ehabbu ileyye mimma yed'ûnenî ileyh(ileyhi), ve illa tasrif annî keydehunne asbu ileyhinne ve ekun minel cahilîn(cahilîne).
قَالَ رَبِّ ٱلسِّجْنُ أَحَبُّ إِلَىَّ مِمَّا يَدْعُونَنِىٓ إِلَيْهِ ۖ وَإِلَّا تَصْرِفْ عَنِّى كَيْدَهُنَّ أَصْبُ إِلَيْهِنَّ و #16