Trend

Zuhruf Suresi Türkçe ve Arapça okunuşu ile mana, tefsir ve faziletleri

Zuhruf suresi nedir? Zuhruf suresi nasıl okunur, Kuran-ı Kerim''in kaçıncı ayetidir? Zuhruf Suresinin meali nedir? Zuhruf suresinde verilen mesajlar nelerdir? Zuhruf suresine dair merak edilenleri sizler için araştırdık. Allah bu kıymetli sureden istifade edebilmeyi ve onu hakkıyla anlayabilmeyi nasip etsin.

Zuhruf suresi nedir? Zuhruf suresi nasıl okunur, Kuran-ı Kerim'in kaçıncı ayetidir? Zuhruf Suresinin meali nedir? Zuhruf suresinde verilen mesajlar nelerdir? Zuhruf suresine dair merak edilenleri sizler için araştırdık. Allah bu kıymetli sureden istifade edebilmeyi ve onu hakkıyla anlayabilmeyi nasip etsin.

Sure Hakkında Bilgi

Zuhruf kelimesi, "süslenmek" anlamına gelen "zahrefe" fiilinden türemiştir. "Mücevher" anlamına gelmektedir. Tabiatın güzelliği için "yeryüzünün süsü" şeklinde mecazi anlamda da kullanılmaktadır. Bu surede bahsedilen, nimet ile inkar arasındaki ilişkinin gözler önüne serilmesidir. 35. ayette "zuhruf" kelimesi geçtiği için bu ismi almıştır. 89 ayetten oluşan Zuhruf suresi Mekke'de, Şûra'dan sonra inmiştir. 54. ayetinin Medine'de indiği rivayet edilir. Mushafta 43., iniş sırasına göre ise 63. suredir.


Surenin temel konuları

Kur'an'ın gönderilmesi,
Allah'ın insanlara sınırsız nimetler vermesi,
Allah'ın eksik sıfatlardan ve yakıştırmalardan uzak (münezzeh) olması,
Kadının ve kız çocukların müşrik toplum içindeki konumu,
Bilgi ve iman bütünlüğü,
Tahkiki imanın üstünlüğü,
Nimet ve rızıkların verilmesi,
Nimet ile inkar arasındaki ilişki,
Cehennem azabının ebediliği.

Surenin temel mesajları

Kur'an-ı Kerim anlaşılması için Arapça olarak gönderilmiştir. Kur'an, Levh-i Mahfuz adı verilen ana kitapta kayıtlı bulunmaktadır.
Yeryüzündeki tüm nimetleri Allah insan için yaratmıştır. İnsanoğlunun da bu nimetlere karşılık şükretmesi gerekir.
Allah her türlü noksan sıfatlardan uzaktır.
Din konusunda sağlam bir delile (vahye) dayanmadan konuşmak, Allah, melekler vb. konularda temelsiz fikirler ileri sürmek yanlıştır. Din doğru bilgi üzerine dayanır. Bu doğru bilgi de ancak Allah'ın peygamberleri aracılığıyla vahyettiği bilgidir.
Dinde aslolan tahkiki (araştırmaya dayalı) bilgi ve imandır. İnsanlar kendilerinden önceki dini bilgi birikimini araştırmalı, doğruyu yanlıştan ayırt edebilmelidir. Bir bilginin veya inanç konusu bir hususun geçmişte var olması, onun mutlak doğru olduğu anlamına gelmemektedir.
İnsanlar yeni bir şeyle karşılaştıklarında, geleneksel mirasa aykırı buldukları takdirde onu kabul etmekte zorlanmaktadırlar. Bu noktada sağlam bilgiye dayalı olanın alınması gerekmektedir.
İnsanlar mevki ve mal bakımından eşit değildir. İnsanlar arasında bu konularda eşitsizliğin olması Allah'ın dilemesi ve hikmeti gereğidir. Sosyal hayatın kuralı ve gerçeği budur.
İnsanoğlu nimete sahip olmayı güven kaynağı gördüğü için, Allah'a ve ahiret gününe inanmayabilir. Bu noktada nimetler kişiyi doğru yoldan çeldirici bir rol oynamaktadır. Diğer taraftan doğası gereği insan, kendilerine maddi nimet verilenlerin doğru yolda olduklarını zannetme zaafına sahiptir. Halbuki gerçek nimet ahirette olduğu için, dünya süsü aldatıcı bir nitelik kazandırmaktadır.
Kimin doğru yolda olduğu, kimin doğru inanca sahip bulunduğu kişilerin mal ve servetleri ile değil, sağlam ve sağlıklı bir temele (vahye) dayanıp dayanmadığına bakılarak anlaşılabilir.
Müşrikler Allah'ın varlığını kabul etmekteydiler. Fakat Allah'a evlat isnad etmek gibi bir takım yanlış inançları nedeniyle doğru yoldan ayrılmışlardır. Müşriklerin gerek Allah hakkındaki, gerekse Hz. İsa ve Hz. Musa gibi büyük peygamberler hakkındaki bilgilerinin yanlış olduğu, bu yanlış inanışlarından dönmemekte ısrarcı oldukları anlaşılmaktadır.



ZUHRÛF-1 (Mealleri Kıyasla): Ha mim.
Ha, Mim.
وَالْكِتَابِ الْمُبِينِ ﴿٢﴾
43/ZUHRÛF-2 (Mealleri Kıyasla): Vel kitabil mubîni.
Kitab-ı Mübin (Apaçık Kitap)'e andolsun ki!
إِنَّا جَعَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لَّعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ ﴿٣﴾
43/ZUHRÛF-3 (Mealleri Kıyasla): İnna cealnahu kur'anen arabiyyen leallekum ta'kılûn(ta'kılûne).
Muhakkak ki Biz, O'nu Arapça Kur'an kıldık. Umulur ki böylece akıl edersiniz.
وَإِنَّهُ فِي أُمِّ الْكِتَابِ لَدَيْنَا لَعَلِيٌّ حَكِيمٌ ﴿٤﴾
43/ZUHRÛF-4 (Mealleri Kıyasla): Ve innehu fî ummil kitabi ledeyna le alîyyun hakîm(hakîmun).
Ve muhakkak ki O (Kur'an), katımızda Ümmülkitap'tadır. Gerçekten Âli'dir (yücedir), Hakîm'dir (hüküm ve hikmet sahibidir).
أَفَنَضْرِبُ عَنكُمُ الذِّكْرَ صَفْحًا أَن كُنتُمْ قَوْمًا مُّسْرِفِينَ ﴿٥﴾
43/ZUHRÛF-5 (Mealleri Kıyasla): E fe nadribu ankumuz zikre safhan en kuntum kavmen musrifîn(musrifîne).
Öyleyse zikri size (beyandan) vazgeçip bırakalım mı? Siz müsrif (haddi aşan) bir kavim oldunuz diye.
وَكَمْ أَرْسَلْنَا مِن نَّبِيٍّ فِي الْأَوَّلِينَ ﴿٦﴾
43/ZUHRÛF-6 (Mealleri Kıyasla): Ve kem erselna min nebîyin fîl evvelîn(evvelîne).
Ve sizden evvelki (ümmetlerin) içinde nice nebîler (peygamberler) gönderdik.
وَمَا يَأْتِيهِم مِّن نَّبِيٍّ إِلَّا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِؤُون ﴿٧﴾
43/ZUHRÛF-7 (Mealleri Kıyasla): Ve ma ye'tîhim min nebîyin illa kanû bihî yestehziûn(yestehziûne).
Ve onlara hiçbir peygamber gelmez ki (gelmemiştir ki), onunla alay etmiş olmasınlar.
فَأَهْلَكْنَا أَشَدَّ مِنْهُم بَطْشًا وَمَضَى مَثَلُ الْأَوَّلِينَ ﴿٨﴾
43/ZUHRÛF-8 (Mealleri Kıyasla): Fe ehlekna eşedde minhum batşen ve mada meselul evvelîn(evvelîne).
Bu sebeple (Mekkelilerden) daha güçlü olanları da şiddetle yakalayarak helak ettik. Evvelki (ümmetlere) ait misaller (daha önce) geçmişti.
وَلَئِن سَأَلْتَهُم مَّنْ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ لَيَقُولُنَّ خَلَقَهُنَّ الْعَزِيزُ الْعَلِيمُ ﴿٩﴾
43/ZUHRÛF-9 (Mealleri Kıyasla): Ve le in seeltehum men halakas semavati vel arda le yekûlunne halakahunnel azîzul alîm(alîmu).
Ve muhakkak ki onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorarsan, mutlaka: "Onları, Azîz (yüce ve üstün) ve Alîm (en iyi bilen) yarattı." derler.
الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ الْأَرْضَ مَهْدًا وَجَعَلَ لَكُمْ فِيهَا سُبُلًا لَّعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ ﴿١٠﴾
43/ZUHRÛF-10 (Mealleri Kıyasla): Ellezî cealekumul arda mehden ve cealelekum fîha subulen leallekum tehtedûn(tehtedûne).
Size yeryüzünü döşek kılan ve sizin için orada yollar yapan O'dur. Umulur ki böylece siz hidayete erersiniz.
وَالَّذِي نَزَّلَ مِنَ السَّمَاء مَاء بِقَدَرٍ فَأَنشَرْنَا بِهِ بَلْدَةً مَّيْتًا كَذَلِكَ تُخْرَجُونَ ﴿١١﴾
43/ZUHRÛF-11 (Mealleri Kıyasla): Vellezî nezzele mines semai maen bi kader(kaderin), fe enşerna bihî beldeten meyten, kezalike tuhracûn(tuhracûne).
Suyu semadan bir kader ile (taktir edilmiş bir ölçü ile) indiren O'dur. Böylece onunla ölü beldeyi dirilttik (kuru topraktan bitkiler çıkardık). İşte bunun gibi (mezarlarınızdan) çıkarılacaksınız.
وَالَّذِي خَلَقَ الْأَزْوَاجَ كُلَّهَا وَجَعَلَ لَكُم مِّنَ الْفُلْكِ وَالْأَنْعَامِ مَا تَرْكَبُونَ ﴿١٢﴾
43/ZUHRÛF-12 (Mealleri Kıyasla): Vellezî halakal ezvace kulleha ve ceale lekum minel fulki vel enami ma terkebûn(terkebûne).
Onların (bitkilerin) hepsinden çiftler (dişi ve erkek olarak) yaratan O'dur. Sizin için gemilerden ve hayvanlardan bineceğiniz şeyler kıldı.
لِتَسْتَوُوا عَلَى ظُهُورِهِ ثُمَّ تَذْكُرُوا نِعْمَةَ رَبِّكُمْ إِذَا اسْتَوَيْتُمْ عَلَيْهِ وَتَقُولُوا سُبْحانَ الَّذِي سَخَّرَ لَنَا هَذَا وَمَا كُنَّا لَهُ مُقْرِنِينَ ﴿١٣﴾
43/ZUHRÛF-13 (Mealleri Kıyasla): Li testevû ala zuhûrihî summe tezkurû ni'mete rabbikum izasteveytum aleyhi, ve tekûlû subhanellezî sahhara lena haza ve ma kunna lehu mukrinîn(mukrinîne).
Onların sırtlarına yerleşmeniz için. Sonra onun üzerine yerleştiğiniz zaman Rabbinizin ni'metini zikredin! Ve: "Bunu bize musahhar (emrimize amade) kılan (Allah) Sübhan'dır. Ve biz, O'na (kendimiz) güç yetiremezdik." deyin!
وَإِنَّا إِلَى رَبِّنَا لَمُنقَلِبُونَ ﴿١٤﴾
43/ZUHRÛF-14 (Mealleri Kıyasla): Ve inna ila rabbina le munkalibûn(munkalibûne).
Muhakkak ki biz, Rabbimize mutlaka dönecek olanlarız.
وَجَعَلُوا لَهُ مِنْ عِبَادِهِ جُزْءًا إِنَّ الْإِنسَانَ لَكَفُورٌ مُّبِينٌ ﴿١٥﴾
43/ZUHRÛF-15 (Mealleri Kıyasla): Ve cealû lehu min ibadihî cuz'a(cuz'en), innel insane le kefûrun mubîn(mubînun).
Ve O'na, kullarından bir kısmını isnad ettiler. Muhakkak ki insan, mutlaka apaçık inkar edicidir.
أَمِ اتَّخَذَ مِمَّا يَخْلُقُ بَنَاتٍ وَأَصْفَاكُم بِالْبَنِينَ ﴿١٦﴾
43/ZUHRÛF-16 (Mealleri Kıyasla): Emittehaze mimma yahluku benatin ve asfakum bil benîn(benîne).
Yoksa O, yarattıklarından kızları kendisine seçti ve oğlanları size mi ayırdı?
وَإِذَا بُشِّرَ أَحَدُهُم بِمَا ضَرَبَ لِلرَّحْمَنِ مَثَلًا ظَلَّ وَجْهُهُ مُسْوَدًّا وَهُوَ كَظِيمٌ ﴿١٧﴾
43/ZUHRÛF-17 (Mealleri Kıyasla): Ve iza buşşira ehaduhum bi ma darabe lir rahmani meselen zalle vechuhu musvedden ve huve kezîm(kezîmun).
Onlardan birisi, Rahman'a isnad ettikleri (kız çocuğu) ile müjdelendiği zaman hiddetlenerek, yüzü gölgelenir ve kararır.
أَوَمَن يُنَشَّأُ فِي الْحِلْيَةِ وَهُوَ فِي الْخِصَامِ غَيْرُ مُبِينٍ ﴿١٨﴾
43/ZUHRÛF-18 (Mealleri Kıyasla): E ve men yuneşşeu fîl hılyeti ve huve fîl hısami gayru mubîn(mubînin).
Ziynet için yetiştirilen ve mücadeleye gücü yetmeyeni mi (Allah'a isnad ediyorlar)?
وَجَعَلُوا الْمَلَائِكَةَ الَّذِينَ هُمْ عِبَادُ الرَّحْمَنِ إِنَاثًا أَشَهِدُوا خَلْقَهُمْ سَتُكْتَبُ شَهَادَتُهُمْ وَيُسْأَلُونَ ﴿١٩﴾
43/ZUHRÛF-19 (Mealleri Kıyasla): Ve cealûl melaiketellezîne hum ibadur rahmani inasa(inasen), e şehidû halkahum, se tuktebu şehadetuhum ve yus'elûn(yus'elûne).
Ve Rahman'ın kulları olan melekleri, dişi saydılar. Onların yaratılışına şahit mi oldular? Onların şahadetleri yazılacak ve sorgulanacaklar.
وَقَالُوا لَوْ شَاء الرَّحْمَنُ مَا عَبَدْنَاهُم مَّا لَهُم بِذَلِكَ مِنْ عِلْمٍ إِنْ هُمْ إِلَّا يَخْرُصُونَ ﴿٢٠﴾
43/ZUHRÛF-20 (Mealleri Kıyasla): Ve kalû lev şaer rahmanu ma abednahum, ma lehum bi zalike min ilmin in hum illa yahrusûn(yahrusûne).
Ve (onlar): "Eğer Rahman dileseydi, biz onlara tapmazdık." dediler. Onların bu konuda bir ilimleri (bilgileri) yoktur. Onlar sadece yalan söylüyorlar.
أَمْ آتَيْنَاهُمْ كِتَابًا مِّن قَبْلِهِ فَهُم بِهِ مُسْتَمْسِكُونَ ﴿٢١﴾
43/ZUHRÛF-21 (Mealleri Kıyasla): Em ateynahum kitaben min kablihî fe hum bihî mustemsikûn(mustemsikûne).
Yoksa ondan önce, onlara kitap verdik de böylece onlar, ona (o kitaba) mı sarıldılar?
بَلْ قَالُوا إِنَّا وَجَدْنَا آبَاءنَا عَلَى أُمَّةٍ وَإِنَّا عَلَى آثَارِهِم مُّهْتَدُونَ ﴿٢٢﴾
43/ZUHRÛF-22 (Mealleri Kıyasla): Bel kalû inna vecedna abaena ala ummetin ve inna ala asarihim muhtedûn(muhtedûne).
Hayır, (onlar) dediler ki: "Gerçekten biz, babalarımızı bir ümmet (dîn) üzerinde bulduk. Ve muhakkak ki biz, onların izi üzerinde hidayete erenleriz."
وَكَذَلِكَ مَا أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ فِي قَرْيَةٍ مِّن نَّذِيرٍ إِلَّا قَالَ مُتْرَفُوهَا إِنَّا وَجَدْنَا آبَاءنَا عَلَى أُمَّةٍ وَإِنَّا عَلَى آثَارِهِم مُّقْتَدُونَ ﴿٢٣﴾
43/ZUHRÛF-23 (Mealleri Kıyasla): Ve kezalike ma erselna min kablike fî karyetin min nezîrin illa kale mutrafûha inna vecedna abaena ala ummetin ve inna ala asarihim muktedûn(muktedûne).
Ve tıpkı bunun gibi, senden önce bir ülkeye bir nezir göndermiş olmadık ki, onun (o ülkenin) refah içinde olanları: "Muhakkak ki biz, babalarımızı bir ümmet (dîn) üzerinde bulduk. Ve mutlaka biz, onların izlerine tabî olanlarız." dememiş olsunlar.
قَالَ أَوَلَوْ جِئْتُكُم بِأَهْدَى مِمَّا وَجَدتُّمْ عَلَيْهِ آبَاءكُمْ قَالُوا إِنَّا بِمَا أُرْسِلْتُم بِهِ كَافِرُونَ ﴿٢٤﴾
43/ZUHRÛF-24 (Mealleri Kıyasla): Kale e ve lev ci'tukum bi ehda mimma vecedtum aleyhi abaekum, kalû inna bi ma ursıltum bihî kafirûn(kafirûne).
(Nezirlerin hepsi): "Size babalarınızı üzerinde bulduğunuz şeyden (dînden) daha çok hidayete erdirecek olanı getirmiş olsam da mı?" dediler. (Onlar da): "Muhakkak ki biz, sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeyi inkar edenleriz." dediler.
فَانتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ ﴿٢٥﴾
43/ZUHRÛF-25 (Mealleri Kıyasla): Fentekamna minhum fanzur keyfe kane akıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
Bunun üzerine onlardan intikam aldık. İşte bak, yalanlayanların akıbeti (sonu) nasıl oldu!
وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ إِنَّنِي بَرَاء مِّمَّا تَعْبُدُونَ ﴿٢٦﴾
43/ZUHRÛF-26 (Mealleri Kıyasla): Ve iz kale ibrahîmu li ebîhi ve kavmihî innenî beraun mimma ta'budûn(ta'budûne).
Ve Hz. İbrahîm, babasına ve kavmine: "Muhakkak ki ben, sizin taptığınız şeylerden uzağım." demişti.
إِلَّا الَّذِي فَطَرَنِي فَإِنَّهُ سَيَهْدِينِ ﴿٢٧﴾
43/ZUHRÛF-27 (Mealleri Kıyasla): İllallezî fataranî fe innehu se yehdîni.
Ancak beni yaratan hariç. Çünkü muhakkak ki O, beni hidayete erdirecektir.
وَجَعَلَهَا كَلِمَةً بَاقِيَةً فِي عَقِبِهِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ ﴿٢٨﴾
43/ZUHRÛF-28 (Mealleri Kıyasla): Ve cealeha kelimeten bakıyeten fî akıbihî leallehum yerciûn(yerciûne).
Ve onu, zürriyeti içinde baki (kalıcı) bir kelime kıldı. Umulur ki böylece onlar (putlardan) dönerler.
بَلْ مَتَّعْتُ هَؤُلَاء وَآبَاءهُمْ حَتَّى جَاءهُمُ الْحَقُّ وَرَسُولٌ مُّبِينٌ ﴿٢٩﴾
43/ZUHRÛF-29 (Mealleri Kıyasla): Bel metta'tu haulai ve abaehum hatta caehumul hakku ve resûlun mubîn(mubînun).
Hayır, ben onları ve babalarını, onlara Hakk (Kur'an) ve O'nu açıklayan bir resûl gelinceye kadar metalandırdım.
وَلَمَّا جَاءهُمُ الْحَقُّ قَالُوا هَذَا سِحْرٌ وَإِنَّا بِهِ كَافِرُونَ ﴿٣٠﴾
43/ZUHRÛF-30 (Mealleri Kıyasla): Ve lemma cae humul hakku kalû haza sihrun ve inna bihî kafirûn(kafirûne).
Ve onlara Hakk (Kur'an) geldiği zaman: "Bu bir sihirdir ve şüphesiz biz, onu inkar edenleriz." dediler.
وَقَالُوا لَوْلَا نُزِّلَ هَذَا الْقُرْآنُ عَلَى رَجُلٍ مِّنَ الْقَرْيَتَيْنِ عَظِيمٍ ﴿٣١﴾
43/ZUHRÛF-31 (Mealleri Kıyasla): Ve kalû lev la nuzzile hazal kur'anu ala raculin minel karyeteyni azîm(azîmin).
Ve dediler ki: "Bu Kur'an'ın, iki beldeden, bir büyük adama indirilmesi gerekmez miydi?"
أَهُمْ يَقْسِمُونَ رَحْمَةَ رَبِّكَ نَحْنُ قَسَمْنَا بَيْنَهُم مَّعِيشَتَهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَرَفَعْنَا بَعْضَهُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَتَّخِذَ بَعْضُهُم بَعْضًا سُخْرِيًّا وَرَحْمَتُ رَبِّكَ خَيْرٌ مِّمَّا يَجْمَعُونَ ﴿٣٢﴾
43/ZUHRÛF-32 (Mealleri Kıyasla): E hum yaksimûne rahmete rabbike, nahnu kasemna beynehum maîşetehum fîl hayatid dunya ve rafa'na ba'dahum fevka ba'dın deracatin li yettehıze ba'duhum ba'dan suhriyya(suhriyyen), ve rahmetu rabbike hayrun mimma yecmaûn(yecmaûne).
Rabbinin rahmetini onlar mı taksim ediyorlar? Biz onların dünya hayatında maişetlerini (geçimlerini) aralarında taksim ettik. Onların bir kısmının derecelerini, diğerlerinin üzerine yükselttik (üstün kıldık). Onların bir kısmı diğerlerini emrinde çalıştırsın diye. Ve senin Rabbinin rahmeti, onların topladığı şeylerden (başka insanları çalıştırmayıp biriktirdikleri paradan) daha hayırlıdır.
وَلَوْلَا أَن يَكُونَ النَّاسُ أُمَّةً وَاحِدَةً لَجَعَلْنَا لِمَن يَكْفُرُ بِالرَّحْمَنِ لِبُيُوتِهِمْ سُقُفًا مِّن فَضَّةٍ وَمَعَارِجَ عَلَيْهَا يَظْهَرُونَ ﴿٣٣﴾
43/ZUHRÛF-33 (Mealleri Kıyasla): Ve lev la en yekûnen nasu ummeten vahıdeten le cealna limen yekfuru bir rahmani li buyûtihim sukufen min fıddatin ve mearice aleyha yazherûne.
Eğer insanlar tek bir ümmet haline gelecek olmasaydı, Rahman'ı inkar edenlerin evlerine mutlaka gümüşten tavanlar ve üzerinde yükseldikleri merdivenler yapardık.
وَلِبُيُوتِهِمْ أَبْوَابًا وَسُرُرًا عَلَيْهَا يَتَّكِؤُونَ ﴿٣٤﴾
43/ZUHRÛF-34 (Mealleri Kıyasla): Ve li buyûtihim ebvaben ve sururan aleyha yettekiûn(yettekiûne).
Ve onların evlerine kapılar ve de üzerine yaslandıkları koltuklar (onları da gümüşten yapardık).
وَزُخْرُفًا وَإِن كُلُّ ذَلِكَ لَمَّا مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَالْآخِرَةُ عِندَ رَبِّكَ لِلْمُتَّقِينَ ﴿٣٥﴾
43/ZUHRÛF-35 (Mealleri Kıyasla): Ve zuhrufen, ve in kullu zalike lemma metaul hayatid dunya, vel ahiratu inde rabbike lil muttakîn(muttakîne).
Ve (üstlerine) süsler (mücevherler yapardık). Ve bunların hepsi sadece dünya hayatının meta'ıdır. Ve ahiret ise Rabbinin katındadır ve takva sahiplerinindir.
وَمَن يَعْشُ عَن ذِكْرِ الرَّحْمَنِ نُقَيِّضْ لَهُ شَيْطَانًا فَهُوَ لَهُ قَرِينٌ ﴿٣٦﴾
43/ZUHRÛF-36 (Mealleri Kıyasla): Ve men ya'şu an zikrir rahmani nukayyıd lehu şeytanen fe huve lehu karîn(karînun).
Ve kim Rahman'ın zikrinden yüz çevirirse, şeytanı ona musallat ederiz. Böylece o (şeytan), onun yakın arkadaşı olur.
وَإِنَّهُمْ لَيَصُدُّونَهُمْ عَنِ السَّبِيلِ وَيَحْسَبُونَ أَنَّهُم مُّهْتَدُونَ ﴿٣٧﴾
43/ZUHRÛF-37 (Mealleri Kıyasla): Ve innehum le yasuddûnehum anis sebîli ve yahsebûne ennehum muhtedûn(muhtedûne).
Ve muhakkak ki onlar (şeytanlar), onları mutlaka (Allah'ın) yolundan men ederler (alıkoyarlar). Ve onlar kendilerinin hidayette olduğunu sanırlar.
حَتَّى إِذَا جَاءنَا قَالَ يَا لَيْتَ بَيْنِي وَبَيْنَكَ بُعْدَ الْمَشْرِقَيْنِ فَبِئْسَ الْقَرِينُ ﴿٣٨﴾
43/ZUHRÛF-38 (Mealleri Kıyasla): Hatta iza caena kale ya leyte beynî ve beyneke bu'del meşrikayni fe bi'sel karîn(karînu).
O (onlardan biri), sonunda (kıyamet günü) bize geldiği zaman: "Keşke benimle senin aran, iki doğu kadar uzak olsaydı." dedi (der). İşte bu kötü bir yakınlık.
وَلَن يَنفَعَكُمُ الْيَوْمَ إِذ ظَّلَمْتُمْ أَنَّكُمْ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ ﴿٣٩﴾
43/ZUHRÛF-39 (Mealleri Kıyasla): Ve len yenfeakumul yevme iz zalemtum ennekum fîl azabi muşterikûn(muşterikûne).
Bugün size asla (hiçbir şey) fayda vermez. Siz zulmetmiştiniz. Muhakkak ki azapta ortaksınız.
أَفَأَنتَ تُسْمِعُ الصُّمَّ أَوْ تَهْدِي الْعُمْيَ وَمَن كَانَ فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ ﴿٤٠﴾
43/ZUHRÛF-40 (Mealleri Kıyasla): E fe ente tusmius summe ev tehdîl umye ve men kane fî dalalin mubîn(mubînin).
Yoksa sağırlara sen mi işittireceksin? Veya körleri ve apaçık dalalette olanları sen mi hidayete erdireceksin?
فَإِمَّا نَذْهَبَنَّ بِكَ فَإِنَّا مِنْهُم مُّنتَقِمُونَ ﴿٤١﴾
43/ZUHRÛF-41 (Mealleri Kıyasla): Fe imma nezhebenne bike fe inna minhum muntekımûn(muntekımûne).
Fakat seni de aralarından mutlaka gidereceğiz (hayatına son vereceğiz). İşte o zaman mutlaka biz, onlardan intikam alacak olanlarız.
أَوْ نُرِيَنَّكَ الَّذِي وَعَدْنَاهُمْ فَإِنَّا عَلَيْهِم مُّقْتَدِرُونَ ﴿٤٢﴾
43/ZUHRÛF-42 (Mealleri Kıyasla): Ev nuriyennekellezî vaadnahum fe inna aleyhim muktedirûn(muktedirûne).
Ya da onlara vaadettiğimizi (azabı) sana mutlaka göstereceğiz. Çünkü Biz, onların üzerinde mutlaka muktedir olanlarız (gücü yetenleriz).
فَاسْتَمْسِكْ بِالَّذِي أُوحِيَ إِلَيْكَ إِنَّكَ عَلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ ﴿٤٣﴾
43/ZUHRÛF-43 (Mealleri Kıyasla): Festemsik billezî ûhıye ileyke, inneke ala sıratın mustakîm(mustakîmin).
Artık sana vahyedilene sarıl. Muhakkak ki sen, Sıratı Mustakîm üzerindesin.
وَإِنَّهُ لَذِكْرٌ لَّكَ وَلِقَوْمِكَ وَسَوْفَ تُسْأَلُونَ ﴿٤٤﴾
43/ZUHRÛF-44 (Mealleri Kıyasla): Ve innehu le zikrun leke ve li kavmike, ve sevfe tus'elûn(tus'elûne).
Muhakkak ki O (Kur'an), senin için ve senin kavmin için mutlaka bir zikirdir (öğüttür). Ve siz, (Kur'an'dan) sorumlu olacaksınız.
وَاسْأَلْ مَنْ أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ مِن رُّسُلِنَا أَجَعَلْنَا مِن دُونِ الرَّحْمَنِ آلِهَةً يُعْبَدُونَ ﴿٤٥﴾
43/ZUHRÛF-45 (Mealleri Kıyasla): Ves'el men erselna min kablike min rusulina e cealna min dûnir rahmani aliheten yu'bedûn(yu'bedûne).
Ve senden a