Dolar (USD)
32.59
Euro (EUR)
34.97
Gram Altın
2450.61
BIST 100
9763.37
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

03 Şubat 2022

Asıl zengin infâk edendir

SABRİ GÜLTEKİN

[email protected]

Her Cuma günü olduğu gibi telefonuma hayatın içinden bir mesaj düştü. Satırları okudukça duygularım kabardı, kalbim ritimsiz atmaya başladı, gözlerimden yanaklarıma süzülen damlacıklar ruhumu sarstı. Dünyada böyle ahde vefâlı insanlar oldukça güzelliklerin kötülüklere galebe çalma ihtimali olduğu kanaatimi kuvvetlendirdi.

Haydi bendenizi sarsan, “iman varsa, imkân vardır” düsturunu hatırlatan satırlara birlikte göz atalım. Kanaatim odur ki, sizlerde aynı duygu yoğunluğunu yaşayacak, insanlığın içinde bulunduğu buhranı ufacık bir dokunuşla yerle yeksân edeceği “umut mevsimi”ne evrileceksiniz.

Söz bir zamanların kendi fakir, gönlü zengin öğrencisinde:

***

Yıl 1958’di. Üniversiteye yeni başlamıştım. Ekonomik durumum pek iyi değildi. Ailemin maddi durumu yeteri kadar iyi olmadığından para gönderemiyordu. İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Bölümü’nü okuyordum.

Çarşıda bir lokantaya girdim, “Az kuru alabilir miyim?..” diye seslenince lokantacı hâlimi anladı. Ağzına kadar dolu bir tabak kuru, bir de pilav getirdi. Hesabı ödemeye gidince ise, sadece az kuru parası aldı.

Bu durum uzun bir süre böyle devam etti. Ben her gün “az kuru” istedikçe lokantacı “çoook” diyerek azı çoğa tamamladı.

Aradan yıllar geçti, okul bitti. O yılların üzerinden de yıllar geçti. Genç bir mühendis olarak çalıştım, çabaladım, Allah (c.c.) takdiriyle iş güç sahibi oldum. Artık yoksulluk günlerim geride kalmıştı.

Günler su gibi akarken bir gün aklıma “az kuru” dediğim, fakat her defasında “bol kepçe” ile ödüllendirildiğim günler düşüverdi.

Ankara’dan arabaya atladığım gibi bir kuş misali okuduğum şehir olan İstanbul’un Beşiktaş ilçesindeki tarihî çarşının yakınında bulunan semte geliverdim. Lokantanın kapandığını görünce bir parçamı kaybetmişçesine telaş içinde yitiğini arayan buruk bir insana dönüşüverdim. Etraftaki esnafa, “Buradaki lokanta nerede, sahibi nerede?..” diye sorunca, “Lokanta kapandı. Lokantacı amca da az aşağıda oturuyor...” cevabını alınca yitiğini bulmuşçasına sevindim. Tarif edilen adrese gidip, heyecanla kapıyı tıklattım. Kapıyı açan amca, “buyurun” dedi.

Biraz yaşlanmış olan lokantacı amcayı karşımda görünce heyecanla, “Amca, ben yıllar evvel burada okudum. Ben hep ‘az kuru’ istedim, siz hep çook verdiniz...

Lokantacı amca şöyle bir düşündü, hatırlayamadı. Kim bilir, kaç öğrenciye bana davrandığı gibi davranmıştı. Hatırlamamakta haksız da sayılmazdı. Arkasından, “Hatırlayamadım oğul, yıllar oldu...” deyiverdi.

Ben gayr-i ihtiyarî, “Oturduğun ev senin mi amca?..” diye sorunca, “Yok oğul kira. Hanımla birlikte geçinip gidiyoruz. Buna da şükür...” deyiverdi.

Azı çok eden lokantacı amcaya iyilik sırası bana gelmişti. Müsaade isteyip oradan ayrılarak amcanın ev sahibini buldum. Evi amcanın adına satın alıverdim. Bununla da kalmayarak, bir miktar para bırakmaya kalkınca, amca hem mahcup hem de sevinçli bir halde, “Aman oğul sen ne yaptın?.. Bunlara ne gerek vardı?..” diyerek teşekkür üzerine teşekkür etti.

Ben de cevaben, “Amca senin az kurun olmasaydı, aç yatar aç kalkardım. Büyük bir ihtimalle okulu da bitiremezdim. Şimdi öyle zenginim ki, inan benim size verdiğim sizin bana verdiğinizden daha değersiz. Hakkını helal et, o bana yeter...” dedim. İkimiz de çok duygulanmıştık, birbirimize sarılıp dakikalarca ağladık.

Rabbimiz âyeti kerimesinde ne buyuruyor: “Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız, saymakla bitiremezsiniz...” O dilerse gün gelir “az kuru”ya bir ev ikram eder...

İşte fakir öğrenci ile zengin lokantacının hikâyesi böyle...

***

Telefonuma gelen yukarıdaki satırları okur okumaz, mesajı yollayan kişiyle irtibata geçiyorum.

Bende oluşturduğu duygu selini ifade etmeye kalktığımda telefondaki kişi, “Bu olay gerçektir, Sabri bey. O kadar gerçek ki, tevîl edecek bir durum olmadığı gibi imtina ederek ifade edeyim ki, o kişi benim” diyor.

Bu kişi kim mi?..

Geçmiş dönemlerde Türkiye’nin en önemli bürokratlarından olan beyefendi, “sağ elin verdiğini sol el bilmemeli” düsturu gereği isminin açıklanmasına, fâş edilmesine rıza göstermedi. Bu yaşanmış hikâyeyi sadece başkalarına “örnek olsun” diye aktardığını ifade etti.

*

Geldiği yeri unutmayan böyle emin, naif, ahde vefâlı insanlar oldukça bu toplum asla iyilik melekelerini seferber etmekten geri durmayacaktır.

Bizde güzel bir söz vardır, “Verdiğin senindir”. Madem ki, “verdiğimiz bizim” o halde infâk etmek varken, neden hem dünyamızı hem de ahiretimizi mâmur etmekten beri duralım; “İyilik et denize at, balık bilmezse Hâlık bilir.

Rabbim imkânı olanlara böyle hasletlerle yaşayıp, sırat-ı müstakim üzere olmayı nasip eylesin.

Âmin.