Dolar (USD)
32.51
Euro (EUR)
34.85
Gram Altın
2450.27
BIST 100
9889.53
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

24 Nisan 2022

Namaz İbadeti 1

İmam Cafer es-Sadık (ra):

(Bizi yaratmakla) Allah’ın bizden bir muradı var, bir de bizimle (yani var olmamızla) bir muradı var. Biz, bizden olan muradına dikkat ettik, lakin bizimle neyi murad ettiğini ise ihmal ettik, demiş.

Bu ihmal de asırlarca “nasıl?”a dalıp çıkamadığımız için ve şekli kutsayıp hikmetleri ihmal ettiğimiz için meydana geldi. Oysa “nasıl?” sorusunun yerine “ne?” ve “niçin?” sorularının cevaplarını aramakla ilahi muradın “bizimle olan” kısmını öğrenebilirdik.

Her şey, “Niçin ibadet ediyoruz, etmeliyiz?” sorusunun, “Nasıl ibadet etmeliyiz?” sorusuna dönüşmesi ile başlamasa da, ibadet bilincimizin kaybolmasının sebebi büyük oranda bu sorulardan sadece “nasıl”ı esas ve maksat olarak kabul etmemizden kaynaklandığını söyleyebiliriz. Halbuki bizim için aslolan ve ibadetimizi değerli ve anlamlı kılan kulluğumuzun hikmetiydi. Nasıl kulluk edileceğinin formu zaten belliydi lakin ibadetin sebeb-i hikmeti merak konusu olmalıydı. Maalesef “niçin?” sorusunu soranlar çok kere ya tekfir edilerek, ya tecrid edilerek ya da te’dip edilerek susturuldular.

Hiç unutmuyorum, 1981 yılıydı, Seydalar köydeki evimizin bahçesinde toplanmış, abdest ile ilgili (fıkhi) bir meseleyi tartışıyorlardı. Bir Seyda “İbn-i Hacer Haytemi böyle demiş”, diğeri “İmam Nevevi şöyle demiş”, bir diğeri “İbn-i Abidin demiş ki” deyince diğeri, “İbn-i Abidin Hanefi’dir” itirazında bulunuyordu. Bahçede 8 Seyda ve en az 20 köylü akrabamız vardı. Yazın son günleri akşamın geç saatlerinde havaların soğumasından dolayı saat 23.30 gibi odaya geçtiler. Kitaplar odaya taşındı, saatlerce süren tartışma bir sonuca bağlanmadan sabah namazı kılındı. Evimizden 80 metre ötede bulunan Cami’ye (tartışmanın hararetinden dolayı) gidemeyen Seydalara rahmetli Haci Kâzım Yılmaz Amcamız, biraz da espriyle, “Bildiğim kadarıyla Allah cc işi zorlaştırmamış, Resulullah da as işi karıştırmamış. Neden bu kadar tartışıyorsunuz?” dedi. Hala hayatta olan Seyda Mela Hasan Yıldırım Amcamız gülerek, “Babanızın başı için bu gecenin en doğru sözü bu sözündü” dedi.

Demem o ki biz “pire kanını” tartışmakla, “Kamet getiren müezzin kametten hemen sonra kafir olursa kamet yenilenmeli mi?” gibi sorulara cevap aramakla kendimizi öyle heder ettik ki Alemlerin Rabbi Allah Tebarek Teala’nın “bizimle muradını” unuttuk. Unutmayanların önemli bir kısmı da bu konunun kıyısında dolaşmaktan öte bir şey yapma imkânı bulamadı.

Bakınız,

Farklı rivayetler olsa da Hadis-i Şerif ve kitaplara göre dünyamıza 124 bin peygamberin gönderildiğine inanıyoruz. Bu peygamberler (Allah’ın Selamı üzerlerine olsun) birkaç on bin yıllık “insanlaşma” serüvenimizde ya yeni bir kitap getirmişlerdi ya da önceki kitaba tabi olmak suretiyle halkını Allah’a çağırıp, ıslah etmeye çalışmışlardır.

Ancak,

Peygamberlerin binlerce yıllık bu kutlu mücadelelerinden geriye doğru baktığımızda da, geriden ileriye doğru baktığımızda da insanlığın Nebevî irşada layık, buna uygun bir yerde durduklarını söyleyemiyoruz. Bunca peygamberin mücadelesinin sonucu hiç de iç açıcı değil.

Acaba, bir “ahlak mücadelesi” olan nebevî tebliğ ve örneklik hiç yaşanmasaydı insanların dün olduğu gibi bugün hatta gelecekteki durumları bugünden ne kadar kötü olabilirdi, sorusunun cevabını düşünmeden edemiyoruz.

Allah’ın cc bunca peygamber göndererek insanlardan istediği bu muydu? Ve insanlık ailesinin geldiği nokta bu kadar mı olmalıydı?

Elbette ki hayır.

Geçen gün arkadaşlara bu yazımdan bahsederken, çok sevdiğim, değer verdiğim ve alanında çok başarılı Tıp Profesörü bir arkadaşım yukarıdaki sorumu şöyle cevapladı:

Hocam, sen Doğu Asya ülkelerini, husûsen de Çin’i görmüş olsaydın bütün olumsuzluklara rağmen dinlerin insanlar üzerindeki olumlu etkisini daha net görebilirdin. Semavi dinlere sahip Müslüman, Hristiyan ve Yahudilerin onlardan farkı dinlerinden kaynaklanıyor, dedi. İsabetli oluşundan kuşku duymadığım bu tespit kanaatimi olumlu yönde pekiştirse de on binlerce peygamberin çabasının ürünü bundan ibaret olmamalıydı diye düşünüyorum.

Neticede din tertemiz geldikten sonra insanların arasına karışmalıydı. Bu karışmada insanların, toplumların, yöneticilerin nitelikleri, kabiliyetleri, anlayışları vs. dine rengini katar. Hayatın akışı içerisinde kimi konularda dinin nezafeti insanların an’ane ve menfaatleriyle karışmaktan kurtulmaz: bunun adı artık “dinî olan” olur. Elbette kıyamete dek safiyetini koruyan dinlerin tevhid, ahlak, ibadet konuları bizler için “değişmemiş din”dir lakin bu alanlarda da -ilk halini korumakla birlikte- kimi farklı anlayışların olmadığını söyleyemeyiz. Örnek olarak, “yalan ve yalan söylemenin caiz olduğu yerler” konusunu, namazın Şia ve Ehl-i Sünnet mezhepleri tarafından kabul edilen farklı vakitlerini verebiliriz. Hatta itikadî olarak Mutezile, Şia ve Ehl-i Sünnet mezheplerinin imanın şartları konusunda bile kimi farklılıklar barındırdığını biliyoruz.

Yazı dizisi olarak yayımlamayı düşündüğümüz Namaz/salat, Oruç, Hac ve Zekât konularında da durum aynı: içerikten yoksun, şekle indirgenmiş ve şekil kutsanmış. Dolayısıyla bunca “abid”e rağmen İslam dünyası manevi çöküntü içinde. İşin daha acı yanı bu çöküntüyü kendimizden, inancımızdaki sığlıktan kaynaklandığını düşünemeyecek halde oluşumuzdur.

İbadeti:

a-şekil merkezlilikten kurtarmadıkça,

b-kâr-zarar denkleminin dışına çıkarmadıkça ibadet bilincinden söz edemeyiz. Elbette ibadet etmek insana kazandırır: güzel ahlak, bilgilenme, hayırda sebat gösterme dünyamıza güzellikler katmıyor değil. Ancak ibadet, Allah’a duyulan muhabbetin, O’na olan bağlılığın ifadesi, O’na hamd ve şükrün edası olarak görülmelidir. İbadet, Allah Teala’nın kendisini bize sevdirmesinin, bizi kendisine kul olarak layık görmesinin bizlere düşen minnettarlık, teşekkür ve hamdıdır.

İbadeti, “Ben ibadet ederim, Allah da işlerimi rasta getirir” zaviyesinden değerlendirirsek değersizleştiririz ibadeti de kendimizi de.

Devam edeceğiz inşaAllah…