Yerli para ile vergisiz ticaret fırsatı
Türkiye’nin
yükselen gücü ile birlikte Akdeniz, Avrupa ve Ortadoğu bölgelerinde giderek
artan bir şekilde söz sahibi olması bu coğrafyalarda “farklı” amaçları
olan devletlerin Türkiye’ye olan düşmanlıklarının daha artmasına neden oldu.
Türkiye’nin
gücünü yok saymanın “faydasız” olduğunu gören “rakip” devletler,
politikalarında vites yükseltti. ABD İsrail Lobisi ve MOSSAD’ın arka plan
çalışmaları ile Mısır, BAE ve Suudi Arabistan’ın olarak görülen grubun Ortak
düşman” algısı ile Türkiye’ye karşı siyasi bir blok oluşturmaya çabalaması “Batı”nın
dayatmasından ibaret bir politika.
Türkiye’nin
para ve medya gücünü kullanarak uluslararası sistemde itibarsızlaştırmaya çalışılması
da bunun başka bir göstergesi...
Önce
kendi ülke vatandaşlarını kandırarak işe başlayan bu devletler, “kafir”
ilan edilen İsrail ve diğer Batılı güçler ile girişilecek “ittifakları”
halka kabul ettirmek için yoğun bir dezenformasyon yapıyor.
Türkiye’nin
Osmanlı’nın mirasını hayata geçireceğini ve Osmanlı’ya bağlı olan coğrafyaları
yeniden kendi buyruğu altına almak istediği anlayışını dayatıyorlar.
Hâlbuki
Türkiye Cumhuriyeti, kuruluş aşamasında bile oldukça rasyonel hedefler belirlemiş
bir devlet.
Türk
süngüsünün bulunduğu alanların Türk toprağı olarak nitelendirildiği “Misak-ı
Millî” diye tanımlanan bir hedefi büyük ölçüde tamamlayan Türkiye, sosyal
ve tarihi bağları olan coğrafyalarla “düşmanca bir ayrılık” varmış
algısını kırarak tekrar “yakın” ilişkiler kurmak istiyor.
Türkiye,
köklü bağları olan bu coğrafyadaki ilişkilerin tekrar gelişebilmesi için
ortaklıklar kurarken bölgeyi karıştırmak isteyen güçlere karşı da “istihbarat
savaşları” veriyor.
Türkiye’nin
bu “naif” çabasında ekonomik alt yapısını yeterince kullanmadığını
açıkça görülüyor.
Ülkemizin
ahlâkî temelli bakış açısı, reel politik düzlemde hareket edilmesini
zorluyor.
Tüm
dünyanın kabul ettiği kapitalist sistemde bazı gerçekler var.
Rekabetçi bir şekilde teknolojik atılımlarla gerçekleştirilen üretilen mal ve
hizmetlerin sonuçta bir “Pazar”a satılması gerekiyor.
Türk Malları’nın bu anlamda
dezavantajlı bir durumu var.
Tarihi
ve kültürel bağları nedeniyle yakın coğrafyasıyla kurduğu ilişkilerde menfaaat
temelli bir yaklaşımdan ziyade “merhamet” temelli bir yaklaşıkda
bulunulması gönüllerin fethedilmesini sağlarken ne yazıkki ekonomilerde aynı
etkiyi yapmıyor.
Halbuki
“menfaat” için taa uzaklardan bu coğrafyalara gelenler ilk olarak “mallarını”
bu ülkelere sokmaya çalışıyor.
Türkiye,
“tarihsel işbirliklerini”, rekabetçi ve kaliteli üretim gücü ile birleştirerek
pekala bu “menfaatçi” devletlerin nemalanmalarının sonlandırabilir.
Bu
konuda devletin bir refleks geliştirmesi gerekiyor.
İlk
etapta bu coğrafyalara satılacak mallar için oldukça düşük vergilendirme
yapılması ve pazarlarda etkin konuma gelinmesi çok önemli.
Libya
ile yapılan MEB anlaşması ve ardından gelen ticaret anlaşması bu anlamda önemli
bir yer tutuyor.
Bunu,
yerli paralarla ticaret yapılması anlaşmasının takip etmesi çok önemli.
Libya’nın
ihtiyaç duyduğu tüm mallar düşük vergilerle Türkiye’den gelirken Libya
petrolünün de TL satışı ile Türkiye’ye satılması bu iki ülkenin çıkarına
olacağı gibi Libya’dan çıkar elde etmek isteyen Fransa, İtalya ve daha
nicelerinin heveslerinin kursaklarında kalmasını sağlayacaktır.
Türkiye’nin yerli
paralar ile ticaret yapan ülkelere vergi muafiyeti uygulaması, cari açıktan
kaynaklı yaşanan döviz ihtiyacının sonlanmasına ve cari açığın kapatılmasına
hizmet edecek Türk Lirası’nın bölgedeki etkinliği artırılırken Türk Malları’nın
da tüm bu coğrafyalarda rahatça dolaşımı sağlanacaktır.
Türkiye’deki
işsizlik problemini de kısa zamanda bitirecek bu çözüm için Ticaret
Bakanı Ruhsar Pekcan ile Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’a
oldukça büyük bir sorumluluk düşüyor.
Dünya sisteminde önemli bir makasın geçildiği bir evrede Türkiye’nin makası kendi lehine değiştirebileceği “cesur” politikalara ihtiyacı var.