Dolar (USD)
32.55
Euro (EUR)
34.91
Gram Altın
2445.98
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

24 Eylül 2020

Yerli para ile vergisiz ticaret fırsatı

Türkiye’nin yükselen gücü ile birlikte Akdeniz, Avrupa ve Ortadoğu bölgelerinde giderek artan bir şekilde söz sahibi olması bu coğrafyalarda “farklı” amaçları olan devletlerin Türkiye’ye olan düşmanlıklarının daha artmasına neden oldu.

Türkiye’nin gücünü yok saymanın “faydasız” olduğunu gören “rakip” devletler, politikalarında vites yükseltti. ABD İsrail Lobisi ve MOSSAD’ın arka plan çalışmaları ile Mısır, BAE ve Suudi Arabistan’ın olarak görülen grubun Ortak düşman” algısı ile Türkiye’ye karşı siyasi bir blok oluşturmaya çabalaması “Batı”nın dayatmasından ibaret bir politika.

Türkiye’nin para ve medya gücünü kullanarak uluslararası sistemde itibarsızlaştırmaya çalışılması da bunun başka bir göstergesi...

Önce kendi ülke vatandaşlarını kandırarak işe başlayan bu devletler, “kafir” ilan edilen İsrail ve diğer Batılı güçler ile girişilecek “ittifakları” halka kabul ettirmek için yoğun bir dezenformasyon yapıyor.

Türkiye’nin Osmanlı’nın mirasını hayata geçireceğini ve Osmanlı’ya bağlı olan coğrafyaları yeniden kendi buyruğu altına almak istediği anlayışını dayatıyorlar.

Hâlbuki Türkiye Cumhuriyeti, kuruluş aşamasında bile oldukça rasyonel hedefler belirlemiş bir devlet.

Türk süngüsünün bulunduğu alanların Türk toprağı olarak nitelendirildiği “Misak-ı Millî” diye tanımlanan bir hedefi büyük ölçüde tamamlayan Türkiye, sosyal ve tarihi bağları olan coğrafyalarla “düşmanca bir ayrılık” varmış algısını kırarak tekrar “yakın” ilişkiler kurmak istiyor.

Türkiye, köklü bağları olan bu coğrafyadaki ilişkilerin tekrar gelişebilmesi için ortaklıklar kurarken bölgeyi karıştırmak isteyen güçlere karşı da “istihbarat savaşları” veriyor.

Türkiye’nin bu “naif” çabasında ekonomik alt yapısını yeterince kullanmadığını açıkça görülüyor.

Ülkemizin ahlâkî temelli bakış açısı, reel politik düzlemde hareket edilmesini zorluyor.

Tüm dünyanın kabul ettiği kapitalist sistemde bazı gerçekler var.

Rekabetçi bir şekilde teknolojik atılımlarla gerçekleştirilen üretilen mal ve hizmetlerin sonuçta bir “Pazar”a satılması gerekiyor.

Türk Malları’nın bu anlamda dezavantajlı bir durumu var.

Tarihi ve kültürel bağları nedeniyle yakın coğrafyasıyla kurduğu ilişkilerde menfaaat temelli bir yaklaşımdan ziyade “merhamet” temelli bir yaklaşıkda bulunulması gönüllerin fethedilmesini sağlarken ne yazıkki ekonomilerde aynı etkiyi yapmıyor.

Halbuki “menfaat” için taa uzaklardan bu coğrafyalara gelenler ilk olarak “mallarını” bu ülkelere sokmaya çalışıyor.

Türkiye, “tarihsel işbirliklerini”, rekabetçi ve kaliteli üretim gücü ile birleştirerek pekala bu “menfaatçi” devletlerin nemalanmalarının sonlandırabilir.

Bu konuda devletin bir refleks geliştirmesi gerekiyor.

İlk etapta bu coğrafyalara satılacak mallar için oldukça düşük vergilendirme yapılması ve pazarlarda etkin konuma gelinmesi çok önemli.

Libya ile yapılan MEB anlaşması ve ardından gelen ticaret anlaşması bu anlamda önemli bir yer tutuyor.

Bunu, yerli paralarla ticaret yapılması anlaşmasının takip etmesi çok önemli.

Libya’nın ihtiyaç duyduğu tüm mallar düşük vergilerle Türkiye’den gelirken Libya petrolünün de TL satışı ile Türkiye’ye satılması bu iki ülkenin çıkarına olacağı gibi Libya’dan çıkar elde etmek isteyen Fransa, İtalya ve daha nicelerinin heveslerinin kursaklarında kalmasını sağlayacaktır.

Türkiye’nin yerli paralar ile ticaret yapan ülkelere vergi muafiyeti uygulaması, cari açıktan kaynaklı yaşanan döviz ihtiyacının sonlanmasına ve cari açığın kapatılmasına hizmet edecek Türk Lirası’nın bölgedeki etkinliği artırılırken Türk Malları’nın da tüm bu coğrafyalarda rahatça dolaşımı sağlanacaktır.

Türkiye’deki işsizlik problemini de kısa zamanda bitirecek bu çözüm için Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan ile Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’a oldukça büyük bir sorumluluk düşüyor.

Dünya sisteminde önemli bir makasın geçildiği bir evrede Türkiye’nin makası kendi lehine değiştirebileceği “cesur” politikalara ihtiyacı var.