Trend

Allah zikri, Esmaül Hüsna (Allah''ın 99 ismi)

Esmaül Hüsna''da karşımıza çıkan ilk ismi şerif Allah (cc)''dır. Esmaül Hüsna''da yer alan her ismi şerifin anlamı, derinliği ve faziletleri mevcuttur. Belki de en hacimi olan zikirlerden birini sizlerle paylaşıyoruz. Allah ismi şerifinin anlamı nedir? Allah ismi şerifinin faziletleri ve faydası nelerdir? Ayrıntılar için yazımıza bakabilirsiniz...

Esmaül Hüsna'da karşımıza çıkan ilk ismi şerif Allah (cc)'dır. Esmaül Hüsna'da yer alan her ismi şerifin anlamı, derinliği ve faziletleri mevcuttur. Belki de en hacimi olan zikirlerden birini sizlerle paylaşıyoruz. Allah ismi şerifinin anlamı nedir? Allah ismi şerifinin faziletleri ve faydası nelerdir? Ayrıntılar için yazımıza bakabilirsiniz...

NAZARDAN KORUNMA DUASI

ESMAÜL HÜSNA

TÜKETİCİ ŞİKÂYETİ

İSMİ AZAM DUASI

FETİH SURESİ

Cenab-ı Hakkʼı zikredebilmek, Oʼna şükredebilmek, kulluk ve taatte bulunabilmek; yine şükrü gerektiren ayrı bir lûtf-i ilahîdir.

Mevlana Hazretleri buyurur:

"Adamın biri her zaman «Allah Allah» diye zikreder, bu zikirden ağzı bal yemiş gibi tatlanırdı. Bir gün şeytan gelip:

«‒Niye durmadan "Allah Allah" deyip duruyorsun. Bunca zamandır Allah demene karşılık bir kerecik olsun Allah sana; "Lebbeyk/buyur kulum, ne istiyorsun?" dedi mi? Sende hiç sıkılma yok mu? Daha ne kadar Allah deyip duracaksın?» dedi.

Bunun üzerine Allahʼın adını dilinden düşürmeyen adam ümidini kaybetti ve zikri bıraktı. Gönlü kırık bir halde yatıp uyudu. Rüyasında Hazret-i Hızırʼı gördü. Hızır ona:

«‒Neden yaptığın güzel işi terk ettin, Allahʼı zikretmeyi bıraktın?» diye sordu. Adam:

«–Yaptığım onca zikre karşılık verilmedi. Hak katından; "Lebbeyk/buyur" sesi gelmedi. Oʼnun kapısından kovulmaktan korktum.» dedi.

Bunun üzerine Hazret-i Hızır, adama şu hikmetli karşılığı verdi.

«‒Ey Allahʼın kulu! Senin "Allah" demen, Allahʼın; "Lebbeyk/bu­yur kulum" demesidir. Allah Teala, yüce ismini zikretmeyi herkese nasip eder mi? Senin "Allah" diyebilmen, Allahʼın sana duyduğu sevginin işaretidir.»

Bunu duyan adam kalkarak tekrar Allahʼı zikretmeye devam etti."

Cenab-ı Hakkʼı zikredebilmek, Oʼna şükredebilmek, kulluk ve taatte bulunabilmek; yine şükrü gerektiren ayrı bir lûtf-i ilahîdir.

Bütün mahlûkat Allahʼa kullukta bulunsa Oʼnun şan-ı ulûhiyyetini bir nebze bile artıramaz. Yine bütün mahlûkat Oʼna isyan etse Oʼnun şan-ı ulûhiyyetine zerre kadar noksanlık gelmez. Allah Tealaʼnın hiçbir şeye ihtiyacı olmadığı gibi, bizim ibadetlerimize de ihtiyacı yoktur. O her şeyden müstağnîdir. Fakat bizler, Oʼnun rıza ve rahmetini celbetmek için halis niyetle ibadet etmeye, salih amellerle Oʼna yakınlaşmaya muhtacız.

Nefs ve şeytan, insanı Allahʼa ibadet ve taatten uzaklaştırmak için binbir hileye başvurur. İbadetlerinin kabûl olmadığı düşüncesiyle ibadetten uzaklaşmak, şeytanın en tehlikeli tuzaklarından birine düşmek demektir.

KULUN VAZİFESİ

Kulun vazifesi, ibadetlerini elinden gelen en güzel şekliyle îfa etmek, kabûl edilip edilmeyeceği husûsunda kendi aklıyla hüküm vermeyip bunun takdîrini Allahʼa bırakmaktır. Zira ibadetlerin yegane kabûl mercii, Hak Tealaʼdır. Bu hususta kulun kendi kendine hüküm vermeye kalkışması; haddini aşması demektir. Bu da kulluk edebine aykırı bir durumdur.

Bize düşen, elimizden gelen bütün gayretimizi göstererek, hatasıyla, kusuruyla, noksanlığıyla da olsa amellerimizi mutlaka eda etmek ve Cenab-ı Hakʼtan kusurlarımızın affını dilemektir. Oʼnun fazl u keremine, af ve mağfiretine sığınmaktır. O'nun rahmetinden asla ümit kesmemektir. "Beyneʼl-havfi veʼr-reca", yani korku ve ümit duyguları arasında, dengeli bir kulluk halet-i rûhiyesini daima gönlümüzde muhafaza etmektir.

Buna göre, ibadetlerinin mutlaka kabûl edileceğini düşünerek ameline güvenmek, ne kadar büyük bir yanlışsa; bunun aksine, asla kabûl edilmeyeceğini düşünerek ümitsizlikle ibadetleri terk etmek, çok daha büyük bir yanlıştır.

BİZİM VAZİFEMİZ

Bizim vazifemiz; ne kadar ibadet edersek edelim Cenab-ı Hakkʼa olan kulluk ve şükür borcumuzu layıkıyla ödeyebilmemizin mümkün olmadığını bilmekle beraber, tevazû, mahviyet ve hiçlik duyguları içinde, bütün gayretimizle kulluğumuza devam etmektir. Nihayetinde de Allah'ın affını, mağfiretini, fazl u keremini ümîd etmektir.

ALLAH'I ZİKRETMENİN FAZİLETLERİNİ ANLATAN AYETLER

"Allah'ı zikretmek en büyük ibadettir." Ankebût sûresi (29), 45
"Siz beni anın ki, ben de sizi anayım." Bakara sûresi (2), 152
Zikir, hatırlayıp anmak demektir. İnsan Allah'ı ya diliyle zikreder; Kur'an okumak, dua etmek, Allah Teala'yı güzel isimleriyle anmak gibi; ya kalbiyle zikreder; Allah Teala'nın varlığını gösteren delilleri, yani kainatı ve Kur'an'da sözü edilen her şeyi düşünmek gibi; yahut bedeniyle zikreder; namaz başta olmak üzere bedenle yapılması gereken bütün görevleri yapmak gibi. Her ne suretle olursa olsun Allah'ı zikretmek en değerli ibadettir.

"Beni anın ki, ben de sizi anayım" ayet-i kerîmesi Allah'ı anma işinin tek taraflı olmadığını, kulun Allah'ı andığı gibi Allah'ın da kulunu andığını göstermektedir. Kulun Allah Teala'yı anması demek, anlatıldığı üzere diliyle, kalbiyle ve bedeniyle Cenab-ı Hakk'ı anması demektir. Zaten Allah Teala'yı uyanık bir gönülle anan kimse, onun yasaklarından uzak durur. Diğer bir söyleyişle, dilindeki zikir onu kötülüklere yaklaştırmaz. Böyle bir zikrin karşılığı, Allah Teala'nın kulunu anmasıdır. Cenab-ı Hakk'ın kulunu anması ise, onu bağışlaması, ona çok sevap vermesi, hatta meleklerinin yanında ondan bahsetmesi demektir. 1438 numaralı hadiste göreceğimiz üzere Merhametli Rabbimiz "Kulum beni bir topluluk içinde zikrederse, ben de kulumu o cemaatten daha hayırlı bir topluluk içinde anarım" buyurmaktadır. Kulun Cenab-ı Hak tarafından anılması, onun büyük hayır ve bereketlere nail olması, dilinden hikmetlerin dökülmesi demektir. Bütün bunlar "Allah'ı zikretmenin en büyük ibadet" olduğunu göstermektedir.

"Sabah akşam tevazu içinde yalvararak, ürpererek ve sesini yükseltmeden Rabbini an. Sakın gafillerden olma!" A'raf sûresi (7), 205
Bu ayet-i kerîme Allah Teala'yı nasıl zikretmemiz gerektiğini hatırlatmakta ve bize dua ve zikir edebini öğretmektedir. Dua edecek veya zikredecek kimsenin önce sessiz ve sakin olması gerekir. Bu hal insanın riya ve gösterişten uzaklaşmasını sağlar. Sonra kul, Rabbinin büyüklüğü karşısında kendi zayıflığını ve güçsüzlüğünü düşünerek mütevazi olmaya gayret etmelidir. Saltanatı sonsuz bir kudretin huzurunda bulunduğunu hatırlayarak içinde bir korku ve ürperiş hissetmeye çalışmalıdır. Sadece kendisinin işiteceği bir sesle dua ve zikretmelidir. Bu hal düşüncede yoğunlaşmayı sağlar. Sabahın ve akşamın, özellikle gecenin sakin ve huzurlu saatleri ibadet ve zikir için en uygun zamanlardır. Bu bereketli zamanların kıymetini bilmeli, onları boşa geçiren gafillerden olmamalıdır.

"Allah'ı çok zikredin ki, kurtuluşa eresiniz." Cum'a sûresi (62), 10
Bütün kötülüklerin başı Allah Teala'yı unutmaktır. Allah'ı hatırlamayan, O'nun kulları için hazırladığı hayat ölçülerine değer vermeyen kimseler, kendi basit zevk ve çıkarlarının içinde boğulmaları sebebiyle kendilerinden başkasını düşünmezler. Halbuki insan yaratıcısını ne kadar çok hatırlayıp anarsa, davranışlarına o nisbette çeki düzen verir ve O'nun rızasını kazanmaya bakar. İyi bir insan olmanın, dolayısıyla hem dünyada hem ahirette mutlu olmanın yolu her fırsatta Allah Teala'yı anmaktır. Sabah, akşam, gece, gündüz, karada, denizde, hazarda, seferde, otururken, yatarken, işine giderken gelirken, sağlamken, hastayken, kısaca her zaman, her yerde ve her fırsatta Rabbini anmalıdır. İnsanın iki cihanda başarısı ve kurtuluşu buna bağlıdır. Zikir Cenab-ı Hakk'ı sadece dil ile anmaktan ibaret değildir. Allah Teala'nın yapılmasını emrettiği ve Resûlullah'ın ümmetine tavsiye ettiği her ibadet, her hayır ve güzel iş birer zikirdir.

"Müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, kendini Allah'a ibadete veren erkek ve kadınlar, samimi ve doğru olan erkek ve kadınlar, mütevazi ve Allah'a saygılı erkek ve kadınlar, zekat ve sadaka veren erkek ve kadınlar, oruç tutan erkek ve kadınlar, iffetlerini koruyan erkek ve kadınlar, Allah'ı çok zikreden erkek ve kadınlar var ya, işte bütün bunlara Allah mağfiret ve büyük mükafat hazırlamıştır." Ahzab sûresi (33), 35
Âyet-i kerîmede iyi müslümanın belli başlı özellikleri sayılmaktadır. Bunlardan biri de Allah'ı çok zikretmektir. Allah'ı çok zikreden erkek ve kadınlar, tıpkı kendini Allah'a ibadete veren, samimi ve doğru olan, mütevazi ve Allah'a saygı duyan, zekat ve sadaka veren, oruç tutan ve iffetlerini koruyan erkek ve kadınlar gibi Cenab-ı Hakk'ın affını ve mağfiretini elde edecekler, ayrıca O'nun kendileri için hazırladığı hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı ve hiçbir insanın hayal edemediği cennet nimetlerini de kazanacaklardır.

"Ey iman edenler! Allah'ı çok zikredin. Sabah akşam O'nu tesbih edin." Ahzab sûresi (33), 41-42
Üçüncü ayet-i kerîmede de gördüğümüz üzere, buradaki "sabah akşam" ifadeleri bütün vakitleri içine almaktadır. Demek oluyor ki, Allah Teala kendisini her an ve her fırsatta anmamızı, zikir ve tesbih etmemizi istemektedir. Bir yerde otururken veya bir yere gidip gelirken yahut tezgah başında çalışırken "sübhanallah", "elhamdülillah", "Allahü ekber" demek ne yürümeye ne de iş yapmaya engeldir. Bazan bu zikirleri söyleyerek, bazan "la ilahe illallah" diyerek, kimi zaman "la havle vela kuvvete illa billahi'l-aliyyi'l-azîm" diye tekrar ederek daha hızlı ve ahenkli yürümek ve şevkle çalışmak mümkündür.

Allah'ı anarken, O'nu zikir ve tesbih ederken kalbin uyanık olması arzu edilen bir şeydir. Fakat bazı kimseler Allah'ı anıp zikretmeyi tıpkı nefes alıp verir gibi bir alışkanlık haline getirdikleri için gayri şuûrî olarak da zikir ve tesbih ederler. Bunda bir sakınca bulunmamakla beraber esas olan, dile kalbin eşlik etmesidir. İnsan bir zikri söylerken manasını düşünürse, Cenab-ı Hakk'a saygısını sunarken ve O'nu noksan sıfatlardan tenzih ederken gönlü uyanık olursa dilindeki zikir daha bir değer kazanır. Yukarıdaki ayet-i kerîmelerde emredildiği şekilde Allah Teala'yı çokça zikredebilmek için bunu alışkanlık haline getirmeye gayret etmelidir.

ALLAH'I ZİKRETMENİN FAZİLETLERİNİ ANLATAN HADİSLER

Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Dile hafif, mîzana konduğunda ağır gelen ve Rahman olan Allah'ı hoşnut eden iki cümle vardır: Sübhanallahi ve bi-hamdihî sübhanallahi'l-azîm: Ben Allah'ı ulûhiyyet makamına yakışmayan sıfatlardan tenzih eder ve O'na hamdederim. Ben Yüce Allah'ı ulûhiyyet makamına yakışmayan sıfatlardan tekrar tenzih ederim" [1] Buharî, Daavat 65, Eyman 19, Tevhîd 58; Müslim, Zikir 31. Ayrıca bk. Tirmizî, Daavat 60; İbni Mace, Edeb 56.

İmam Buharî bu hadîs-i şerîfi Sahîh'inin muhtelif bölümlerinde zikrettikten sonra, o kıymetli eserini yine bu hadis ile bitirmiştir. Onun bu tutumu çok anlamlıdır.

Peygamber Efendimiz bu zikrin yükte hafif, pahada ağır olduğunu söylüyor. Söylemesi pek kolay, ama insana kazandırdığı sevap hesapsız denecek kadar çoktur, buyuruyor.

Hadîs-i şerîfte esma-i hüsnadan "Rahman"ın özellikle söylenerek, bu zikrin Rahman olan Allah'ı hoşnut edeceğinin belirtilmesiyle anlatılmak istenen şudur: Allah'ın rahmeti ve merhameti çok geniştir. Kolayca söylenmekle beraber pek derin manalar ihtiva eden bu zikri söyleyenleri Cenab-ı Hak rahmetiyle kuşatır, onlara hayır ve bereket ihsan eder.

Dilimizde çok kullanılan tesbih sözü, sübhanallah anlamına gelmektedir. Sübhanallah ise, ben Allah Teala'yı ulûhiyyet makamına yakışmayan sıfatlardan tenzih ederim. O'na hiçbir eksikliği yakıştırmam, yaklaştırmam. O'nu en yüce, en üstün sıfatlarla anarım, demektir. Sübhanallahi ve bi-hamdihî zikrini söylemenin fazileti 1415, 1442 ve 1454 numara ile tekrar gelecektir. Günde yüz defa sübhanallahi ve bi-hamdihî zikrini tekrarlayan bir kimsenin günahları deniz köpüğü kadar bile olsa hepsinin bağışlanacağını müjdeleyen bir başka hadis (bk. 1413 hadis numaralı) bu zikrin değerini göstermeye yeterlidir. Zira bu zikir, diğer önemli zikirleri de ihtiva etmektedir. "Bizler sana hamdeder, seni şanına yakışmayan sıfatlardan tenzih ederiz (ve nahnü nüsebbihu bi-hamdik)" ayet-i kerîmesinde de görüldüğü üzere bu zikir meleklerin zikridir. Diğer bir söyleyişle Allah Teala'nın meleklere öğrettiği zikirdir. Onun değeri de işte buradan gelmektedir. Bu kadar değerli ve sevabı hudutsuz olan sübhanallahi ve bi-hamdihî cümlesine bir de sübhanallahi'l-azîm eklenerek hadisimizde tavsiye buyurulan zikrin söylenmesi, onun önemini açıkça göstermektedir.

HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ

1- Cenab-ı Hakk'ı noksan sıfatlardan tenzih eden, O'nu en üstün sıfatlarla yadeden zikirleri her fırsatta söylemelidir

2- Peygamber Efendimiz "Sübhanallahi ve bihamdihî sübhanallahi'l-azîm" gibi zikirleri çok okumamızı tavsiye etmektedir.

3- Bu zikrin söylenmesi ne kadar kolaysa, sevabı da o nisbette çoktur.

[1] Buharî, Daavat 65, Eyman 19, Tevhîd 58; Müslim, Zikir 31. Ayrıca bk. Tirmizî, Daavat 60; İbni Mace, Edeb 56.

Kaynak: Prof. Dr. M. Yaşar Kandemir, Riyazüs Salihin, Erkam Yayınları

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hak Dostlarından Hikmetler 1, Erkam Yayınları, 2013