Dolar (USD)
32.25
Euro (EUR)
34.68
Gram Altın
2396.57
BIST 100
10263.03
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Fıtrat'a mı düşman olduk?

İbrahim BALCI İ[email protected]
Fıtrat'a mı düşman olduk?
08 Mart 2016 01:00:00
İbrahim BALCI İ[email protected]

Bütün insanlık, Adem ve Havva'nın çocuklarıdır. İnsanlık böyle başladı, kıyamete kadar da böyle devam edecek.

"Biz mevrusu pederiz", bu dünya arayışımız bir Cennet arayışıdır. İmtihandır. Üç günlüktür. Sadi Şirazi'ye göre bir nefesliktir. Bir nefes aldın, veremedin: Hayat bitti, dünya bitti. Bir nefes verdin, alamadın: Hayat bitti, dünya bitti. Daha ilerisi; dünya: Elest Bezmi sürecinde bir rüyadan ibarettir.

Öyleyse bize ne oluyor?

Bizim derdimiz ne?

Fıtrata mı karşıyız? Kadın kadınlığa karşı, erkek erkekliğe mi karşı. Bu kendi kendine karşı oluş fıtrata karşı oluş, harakiri ve intihar değil mi? Fıtratı bugüne kadar kim değiştirme gücüne sahip oldu? Öyleyse başımızı taşlara vura vura mı ölmek istiyoruz? Kadın erkeğin düşmanı, erkek kadının düşmanı olarak yaratılmadı. Bunları ille de düşman yapmak isterseniz, bir ölçüde becerirsiniz ama o toplumu yok edersiniz. İleri derecesi dünyayı yok etmek; kıyameti hazırlamaktır.

Müspet ayrımcılık

Kadın düşmanı erkeklerin sonu bellidir, ama erkek düşmanı feministliğin sonu da belli. Kimse akademik ve sosyolojik verilerden bahsetmesin. Bugün Türkiye'deki feministliğin adı, tamı tamına erkek düşmanlığıdır. Kadın lehine devlet tarafından yapılan ve adına "müspet ayrımcılık" denen şey, bu işin zirve yapmış halidir. Feminist, entelektüel ve sosyetemiz bayram edebilir: Başta kızlarımız olmak üzere, örtülü, hatta çarşaflı hanımlarımız da feminist oldular. Bunların birçoğu da halen feministliğin ne olduğunu bilmiyor olduğu halde. Örtülü hanımlarımızın feministliği 12 Eylül Darbesi (1980) ile başlayıp, 28 Şubat (1997) Post Modern Darbesiyle tamamlandı. 12 Eylül Darbesi; örtüyü İslam'ın emri kabul edip uygulayan evlere; birer "başörtüsü yasağı" bebeği armağan etti. 28 Şubat (1997) Post Modern Darbesi'nin acımasız psikolojik savaşı, sosyolojik kıyımı, bürokratik travmaları yanında; bu ülke insanını bir kez daha birbirine düşman yapmayı becerdi. Sokakta açık bayanlar örtülülere, erkekler örtülü hanımlara ve kız çocuklarına fütursuzca sataşıp hakaret ettiler; sokakta, çarşıda, pazardau2026 1950 öncesinden bahsetmiyoruz. O zaman 1950 öncesinde Türk ordusunun bir neferi olan jandarmaya; çarşaflı gördükleri hanımların çarşafını yırtma, sarıklı gördükleri insanların başından sarığı alıp boynuna dolayarak tutuklama görevi de yüklenmişti. 28 Şubat sonrası hanımlarımıza, çocuklarımıza yapılanlar karşısında bir şey yapamıyorduk, yapabilsek de yapmıyorduk. Çünkü bu ülkenin dirlik ve düzenini ayakta tutmak mesuliyeti, çoğunluk olan Ehli Sünnet Müslümanların omzundaydı. Tepki gösterip dirliği bozmamalıyız. Dini ve etnik azınlık bu aymazlığı gün geçtikçe artırarak devam ediyor. Tepki vermemek, dirliği bozmamak yine bizim görevimiz. Bugün de öyle, ama bunu görüp anlayan, insafa davet eden bir ehli insaf yok.

Kadınların feministliğe bakış açısı

Hanımlarımızın, kızlarımızın örtüleri dolayısıyla, 12 Eylül ve 28 Şubat'tan sonra akla hayale gelmedik türden (gazete, radyo, televizyon, eğitim kurumları, hastaneler, nüfus müdürlükleri, pasaport daireleri, yurtdışı elçilikleri, bürokrasinin her kademesi vb.) taciz, hakaret ve cezaya muhatap kalarak, kimisi ruh sağlığından, kimisi beden sağlığından, kimisi de kazanılmış haklarından oldu.

Bu kadar işkenceden sonra örtülü kız ve hanımlarımız nasıl feminist oldular? Çoğu halen feministliğin ne olduğunu bilmediği halde, feminist olmayı nasıl becerdiler? Ben bu soruları 15 yılı aşkındır kendi kendime soruyor, ama cevabını bulamıyorum. Fiziki şartlar belki bir cevap olabilir, ama kendi kendime bunu bir cevap olarak kabul ettiremiyorum. Soruyu tekrardan soruyorum: Kadınımız nasıl böyle olur. Bir cevap buluyorum ama bunu da herhalde erkekliğime yediremiyorum.

Kadının örtüsü furuat değildir

Cevap şu: Her türlü hakaret ve tacize maruz bırakılan kadınımızı erkekler savunmayınca, kadınlar kendilerini savunmak zorunda bırakıldı. Bunun da varıp dayanacağı yer feministlikti, biz de doğal olarak gelip oraya dayandık. Feministliği yaşamak için manasını bilip bilmemek o kadar da önemli bir şey olmasa gerek. Çünkü bizim modelimiz Peygamber; Medine Çarşısında Müslüman bir hanımın örtüsüne bir Yahudi'nin tasallut etmesi sonucu çıkan arbedenin ardından Beni Kurayza'ya sefer ilan etti. Fransız askeri Maraş'ta Müslüman hanımın çarşafına el uzatınca Maraş ayağa kalktı, Fransız'ı kovdu Kahramanmaraş oldu. Biz, din adına konuştuğunu iddia eden adam; kadının örtüsü furuattır dediğinde de gıkımızı çıkarmadık.

Kadın ve erkeklerde sorumluluk bilinci

Biz Müslüman Hanım probleminden söz ederken; galiba Müslüman Erkek problemi yaşıyoruz. Galibası da fazla olsa gerek. Ne kadar da ürkekçe itiraf edebiliyoruz bunu. Bütün bu itiraf ve tespitlere rağmen Müslüman Aile'nin yoluna çöken feministleşmiş kızımız-kadınımız problemi ortadan kalkmıyor, ötelenemiyor, ertelenemiyor. Erkek sorumluluklarını yerine getirmezse bütün sorumlulukların hanımlardan beklendiği bir garabete düşeriz. Ahlakı ve namusu, kadınlara has gören erkek anlayışının varıp geldiği yer burası. Aileyi bozmak için gösterilen onca gayretin sonunda kadınımızı feminist yapanlara karşı erkeğimiz ne yaptı? Esas soru budur, buna cevap bulunması gerekir. Bizse kolay olanı, kadını sorgulamayı öne alıyoruz. Son dönem erkeklerimiz hep genç görünme peşinde ve gençlerden model kapma peşinde. Sonra da soruyoruz; bu gençlerimiz kimseyi model almıyor. Bu gençler kimi model alacak, genç görünmek isteyen genç gibi haytalıklar yapan büyüklerini mi model alacak?..

Kadın, insanı yetiştirecek fıtratta yaratıldı

Erkek de, insanın yetiştirileceği ortamı hazırlamak, organize edecek fıtratta yaratıldı. Adem'in ve Havva'nın genleri olduğu gibi kıyamete kadar sürecektir. Belki de kıyamet bu genetiğin tümden bozulduğu andır. Yani insanlık sürdükçe bu genetik yapı sürecektir. Bir kız çocuğu büyüyüp oynamaya başladığında, siz ona hiçbir yönlendirme yapmadan, araç gereç vermeden o ilk iş olarak insan yetiştirme oyununa başlar: Çul çaput, ne bulursa ondan bir bebek yapar ve onu büyütmeye başlar. İnsana, insan yetiştirmeye ayarlı bir duyarlılık başlar. Yüksek ve hassas bir duyarlılık, bu duyarlılık olmadan insanı yetiştirmek mümkün değil. Kadının bu duyarlılığı olmadan insanı yetiştirmek ve insanlığı devam ettirmek mümkün değil. Bu yüksek duyarlılığın korunup kollanması, devamlılığın sağlanması gerekir. İpeğin üretilmesi için ipekböceğinin ortamı oluşması gerekir. Ne kadar hassas, ne kadar ince, ne kadar narin, ne kadar naif ve nazenin bir iş. Ama ipeğin üretilmesi için ipek böceğinin kozada öldürülmesi gerekiyor. Bu da fıtrat ve buda genetik.

Ölesiye bir emek ve emeği uğruna can feda etmek. Allah, en büyük sanat olarak yarattığı insanın yaşaması ve hayatiyetinin devamı için çocuğu her an anneye muhtaç yarattı. Bir at bir tay doğuruyor, tay hemen ayağa kalkıyor, annesinin memesine yapışıyor. Tay doğar doğmaz hayatın idamesi için ne gerekiyorsa kendi kendine yapacak durumda. İnsan doğduğu andan en az 7-8 yaşına kadar hep annenin yardımına muhtaç. İlk 2-3 yaşında anne veya annenin görevini yapacak birisi olmazsa bu küçük insanın hayatını devam ettirmesi mümkün değil. İki yaşına kadar anne süt emzirecek, iki yaşından itibaren elinden tutup yürütecek, konuşmayı öğretecek bir yardımcıya bir ortama muhtaç bu insan yavrusu. Bitki ve hayvandan farklı bir insan fıtratı ve genetiği. İnsan yavaş yavaş büyüyor gelişiyor. Bu büyüme süreciyle maddi ve manevi terbiyesi tamamlanıyor. Anne duyarlığı, insan duyarlığı olmadan insan yetişmiyor, kemal bulmuyor.

Cennet annelerin ayağı altındadır

Bir erkek çocuğu büyüyüp oynamaya başladığında, evi, evin dışını imar ve inşaya başlıyor. Hiçbir şey vermeseniz, taştan ve ağaçtan eşyalar oluşturarak; imar, inşa ve organizasyon oyununa başlıyor. Eşyaya ve organizasyona duyarlı erkek; genetiği bu şekilde oluşturulmuş. İnsan duyarlıklı kadın mı değerli, eşya duyarlıklı erkek mi değerli? Cevabı Peygamber Efendimiz veriyor: "Cennet annelerin ayakları altındadır." Önce kime iyilik yapayım diye soran Sahabiye Peygamber Efendimiz, üç kere "Annene" diye cevap veriyor. Dördüncü soruya Peygamber Efendimiz: "Babana" diye cevap buyuruyor. Önce üç, sonra iki, sonra bir kız çocuğunu Müslüman olarak yetiştiren anne baba için; iki parmağını yan yana getirerek: "Cennet'te benimle bu şekilde beraberdirler" buyuruyor. Bundan daha açık ve net bir değerlendirme olur mu? Başka bir kıyasa değerlendirmeye ihtiyaç var mı? Ya şimdi? Kadının fıtratı bozulmaya çalışılıyor. Kadının insana duyarlılığı iptal edilmeye çalışılıyor.

Fıtrata karşı geliniyor

Eşyaya duyarlı yetişen erkeğin görevleri kadına yüklenmeye çalışılarak kadına zulmediliyor, fıtrata karşı geliniyor, insanlık ailesi tahrip ediliyor. Kadın erkek eşitliğinden dem vurularak, erkeğin görevi kadına yüklenmeye çalışılıyor. Amaç kadını evden, annelikten, insana duyarlılıktan uzaklaştırıp eşyanın mahkumu etmek. Kadın ve erkeğin farklı yaradılışını göz ardı ederek, "eşitlikçi" ve "özgürlükçü" çılgın bir yarış başlıyor. Kadının ve erkeğin farklı fiziki yapılarda yaradılışı; kadın ve erkeğin birbirine karşı düşmanca bir yarışın başlaması için değil, birbirini tamamlamak ve dayanışmak içindir. "Kadın ve erkek bir elmanın iki yarısı gibidir, bütünleştiklerinde tam olurlar" Peygamber Efendimiz kızı Fatıma'yı, amcaoğlu Ali ile evlendirirken onlara şu tavsiyede bulunuyor: "Ya Ali senin görevin evin dışında, Ya Fatıma senin görevin evin içindedir." Çok kısa açık ve net.

Kadın erkek eşitliği olabilir mi?

Kadın erkeği eşitliyorsunuz, erkeğe doğum mu yaptıracaksınız? Neyi nasıl eşitleyeceksiniz? Ruh dünyası ayrı, fizik dünyası ayrı varlıkları nasıl eşitleyeceksiniz? Bu eşitlemenin adalet neresinde olacak? Basit bir örnek: Kadın ve erkek iskeleti; apayrı bir yapıda: Erkeğin omuz kemikleri geniş, leğen kemikleri dar. Kadının omuz kemikleri dar, leğen kemikleri geniş. Erkeğin uzun süre oturarak iş yapması mümkün değil, kadının uzun süre ayakta durarak iş yapması mümkün değil. Diğer farklılıkları siz kafanızda canlandırıp sıralayın. Eşitlikçiliğin ve eşit davranmanın, eşit iş yapmanın adalet neresindedir? Fıtrata düşman, adaletsiz bir eşitlikçilik ve özgürlük çılgınlığı.

Kadını ucuz işgücü olarak görmek

On dokuzuncu, 20. 21. yüzyılda kadını evin dışına çıkarabilmek için; şeytanla ortak çalışan filozof, psikolog, sosyolog ve siyasetçilerin derdi nedir? Önce kulağa hoş gelen bir eşitlikçilik sonra vahşi kapitalizmin ucuz işgücü ihtiyacını karşılamak. Dünyada ve Türkiye'de kadınlar ucuz işgücüdür. Ucuz işgücü; işveren ve vahşi dünya sistemi için vazgeçilmez bir durumdur. Kadına, sürekli; "Erkekler size karşı üstünlük taslayarak, sizi eve kapatıyor. Siz de erkeklerle eşitsiniz. Haydi evden çıkın" diyorlar. İlginçtir, bunu da erkekler söylüyor. Sizi fabrikaya, ocağa amele ve yarış atı yapacağız demiyorlar. Sizi ucuz işgücü yapacağız da demiyorlar. Özgürlük ve eşitlik naralarıyla ortalığı inletiyorlar. Bu şeytani ve nefsani dünya sisteminin başka bir derdi daha var. Kadın evinin sultanı olduğunda; üretecekleri abuk sabuk cilaları, giyimleri, süsleri, genetiği bozuk yiyecekleri kolayca satıp para kazanıp Firavunlaşma imkanından mahrum kalacaklar, insan olarak kalacaklar, insan gibi yaşamak zorunda kalacaklar. İkiyüz yıldır bu zincirden boşalmışlar insanlığı ve insan gibi yaşamayı kendilerine zul addediyorlar. Bu çılgınlar sürüsü, kadının evdeki Sultanlığına son vermeden çılgınlıklarını sürdürmeleri mümkün değil. Müslüman aile 200 yıldır bu çılgınlara direndi. Ama şimdi yavaş yavaş bu çılgınların peşine takılmaya başlıyor.

Başta kızlarımız, örtülü, hatta çarşaflı hanımlarımız feminist oldular. Bunların birçoğu da halen feministliğin ne olduğunu bilmiyor olduğu halde. Örtülü hanımlarımızın feministliği 12 Eylül Darbesi, 28 ŞubatPost Modern Darbe: örtüyü İslam'ın emri kabul edip uygulayan evlere; birer "başörtüsü yasağı" bebeği armağan etti.

Kutu İnsan doğduğu andan 7-8 yaşına kadar hep annenin yardımına muhtaçtır. İlk 2-3 yaşında anne veya annenin görevini yapacak birisi olmazsa bu küçük insanın hayatını devam ettirmesi mümkün değil.