Dolar (USD)
32.37
Euro (EUR)
34.70
Gram Altın
2411.39
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Paralel polislere AYM'den tokat gibi yanıt

AYM, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünde görevli 5 kişinin bireysel başvurularını 'kabul edilemez' buldu.
Paralel polislere AYM'den tokat gibi yanıt
04 Kasım 2015 14:26:00
AYM, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünde görevli 5 kişinin bireysel başvurularını 'kabul edilemez' buldu.
Eski İstanbul Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Yakub Saygılı ile Mehmet Fatih Yiğit, Mehmet Habip Kunt, İbrahim Şener ve Kazım Aksoy'un bireysel başvurularına ilişkin karar, Resmi Gazete'de yayınlandı.
Kararda, "kamuoyunda '25 Aralık operasyonu' olarak isimlendirilen İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının soruşturma evrakının hazırlanma aşamasında İstanbul Emniyet Müdürlüğü Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünde rütbeli personel olarak çalışan" başvurucuların daha sonra, başsavcılığın "görevi kötüye kullanma, resmi belgede sahtecilik, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya hükümetin görevini yapmasını kısmen ya da tamamen engellemeye teşebbüs, casusluk ve gizliliğin ihlali" suçlarından 1 Eylül 2014'te gözaltına alındıkları belirtildi.
Başvurucuların, sonraki günlerde "Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya hükümetin görevini yapmasını engellemeye teşebbüs" suçundan tutuklandıkları hatırlatılan kararda, başvurucuların, "gözaltı işleminin kanuna ve doğal hakim ilkesine aykırı olduğu, tarafsız ve bağımsız olmayan mahkemece tutuklandıkları, tutuklanma gerekçelerinin yeterli olmadığı, haklarındaki suçlamalara ilişkin bilgi verilmeden, avukat hakkı fırsatı tanınmadan ve hakları okunmadan gözaltına alındıkları, gözaltı ve tutuklamaya karşı etkili başvuru yolu bulunmadığı, ayrımcılığa ve gözaltında kötü muameleye uğradıkları ve masumiyet karinelerinin ihlal edildiği" iddialarıyla bireysel başvuruda bulundukları kaydedildi.
Kararda, başvuranlardan Yakub Saygılı'nın gözaltında kötü muameleye maruz kaldığı iddiasıyla ilgili İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına ve İstanbul Valiliğine müracaatlarının sonucunu beklemeden bireysel başvuruda bulunduğu, diğer başvurucuların ise aynı şikayetleriyle ilgili başvuru yollarının tüketildiğine dair bilgi ve belge sunmadıkları bildirildi ve "başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle başvurularının kabul edilemez olduğuna oy birliğiyle karar verildiği" kaydedildi.
Başvurucuların, "hangi suçlamayla gözaltına alındıklarını öğrenmeden, avukat hakkı fırsatı tanınmadan ve hakları okunmadan gözaltına alındıkları" iddialarının da "kabul edilemez olduğu" bildirilen kararda, buna ilişkin şunlara yer verildi:
"Başvurucularla ilgili yakalama tutanaklarında yasal haklarının kendilerine okunduğu, avukatla görüşme tutanaklarında ise isnat edilen suçların belirtildiği ve bu tutanakların başvurucularca imzalandığı görülmüştür. Açıklanan nedenlerle başvurucuların haklarındaki suçlamalar ve hakları bildirilmeden, avukat hakkı tanınmadan gözaltına alındıkları yönündeki iddialarının 'açıkça dayanaktan yoksun olması' nedeniyle, başvurunun, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir."
Kararda, üyelerden Erdal Tercan'ın bu görüşe katılmadığı belirtildi.
"Suçun işlenmiş olabileceğine ilişkin ciddi belirtilerin varlığı..."
Kararda, gözaltına alınma işleminin hukuka aykırı olduğu, kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedeni bulunmaksızın başvurucuların tutuklandıkları iddiasının da "açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğu" belirtilerek, şu değerlendirmelerde bulunuldu:
"Tutuklama kararlarının gerekçeleri dikkate alındığında, başvurucuların suç işlemiş olabileceklerinden şüphelenilmesi için kuvvetli belirtiler bulunmadığı halde tutuklandıkları iddiasının yerinde olmadığı sonucuna varılmıştır. Somut olayda başvurucular, gözaltına alınma ve ilk tutuklama kararına karşı tutuklama nedeni bulunmadığı ve kararların gerekçelerinin yetersiz olduğu iddiasıyla bireysel başvuruda bulunmuşlardır. İlk tutuklamaya ilişkin yargısal denetimde kişinin bir suç işlemiş olabileceğine dair inandırıcı nedenlerin bulunup bulunmadığıyla ve özgürlükten yoksun bırakmanın bu bağlamda hukukiliğiyle sınırlı bir inceleme yapılmaktadır. Bu kapsamda bir suçun işlenmiş olabileceğine ilişkin ciddi belirtilerin varlığı ilk tutma bakımından yeterli olabilir.
Somut olaydaki soruşturmanın bu aşamasında derece mahkemelerinin tutuklama ve itiraz üzerine verdikleri kararların gerekçeleri incelendiğinde, kuvvetli suç şüphesinin ve tutuklama nedenlerinin bulunmadığı söylenemez."
Üye Tercan, bu görüşe de katılmadı.
"Ayrımcılık iddiası dayanaksız"
Kararda, başvurucuların, "örgüt olduğu ifade edilen bir cemaate mensubiyetleri olduğu söylenerek, kamuoyu önünde açıkça ve tahkir kastıyla suçlandıklarını, bir bütün olarak belli bir gruba yöneltilen nefret ve ötekileştirme söylemi ile ayrımcılık yasağının ihlal edildiğini, bu sivil toplum organizasyonunun üyesi oldukları öne sürülerek, aynı nefret dilinin kendileri için de kullanıldığını, aynı nedenle meslekten atma ve uydurma soruşturmalar nedeniyle ayrımcılık yasağının ihlal edildiğini ileri sürdükleri" bildirildi.
Ancak başvurucuların, ayrımcılığa uğradıkları yönlü iddialarını temellendirecek somut bulgu ve kanıtlar ortaya koyamadıkları bildirilen kararda, "Ayrımcılık yasağı konusunda bir ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının 'açıkça dayanaktan yoksun olması' sebebiyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir" denildi.
"Hakim, başvurucular lehine de karar verdi"
Kararda, başvurucuların, tutuklama kararı veren sulh ceza hakimlerinin, Anayasa'nın 37. maddesinde düzenlenen "doğal hakim" ilkesine aykırı kuruldukları, tarafsız ve bağımsız olmadıkları iddiasına ilişkin Adalet Bakanlığının görüşü özetlendi.
Buna göre Bakanlık, doğal hakim ilkesinin, kişiye ve somut duruma göre değişkenlik gösteren yargı yerlerinin, yani olağanüstü yargı mercilerinin kurulmamasını gerektirdiğini bildirdi. "Uzmanlaşma ve uygulama birliğini amaçlayarak, belirli koruma tedbirleri konusunda karar verecek hakimliklerin ülke genelinde soyut ve genel biçimde düzenlenmesinin, Anayasa'nın 37. maddesine aykırılığının ileri sürülemeyeceğini" belirten Bakanlık, sulh ceza hakimliklerinin ülke çapında, koruma tedbirleri bakımından uzmanlaşma ve standardizasyon maksadıyla kurulduğuna dikkati çekti.
Konuya ilişkin kanunun yürürlüğe girmesinin ardından HSYK 1. Dairesi'nin kariyer, ehliyet ve liyakat gözeterek, o tarihte görev yapan hakimler arasında atama yaptığına işaret eden Bakanlık, başvuruya ilişkin olayda tutuklama kararı veren hakimin, sulh ceza hakimlikleri kurulmadan önce de aynı yerde Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 250. maddesiyle görevli sulh ceza hakimlerinden biri olduğunu belirtti.