Dolar (USD)
32.27
Euro (EUR)
35.08
Gram Altın
2466.03
BIST 100
10319.96
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

'Samimî cemaatlerin birincil misyonu, âlim yetiştirmek için yatırım yapmak olmalıdır'

Yıldız Teknik Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Bedri Gencer İsmailağa hareketinin çağdaş İslâm dünyasında oynadığı benzersiz rol anlaşılamamıştır dedi.
'Samimî cemaatlerin birincil misyonu, âlim yetiştirmek için yatırım yapmak olmalıdır'
29 Nisan 2024 00:00:00
Yıldız Teknik Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Bedri Gencer İsmailağa hareketinin çağdaş İslâm dünyasında oynadığı benzersiz rol anlaşılamamıştır dedi.

Röportaj:Fatma Gülşen KOÇAK

Mahmuf Efendi ve Hasan Efendinin vefatları sonrasında yoğun bir şekilde gündeme gelen İsmailağa Cemaati üzerine camiayı yakından tanıyan Prof Dr Bedri Gencer ile konuştuk.

İsmailağa cemaati, hangi geleneğe yaslanıyor?

İsmailağa cemaati, Nakşibendî geleneğe dayanır. Türkiye gibi ideolojik akıl tutulmasının hâkim olduğu bir ülkede birbirine karıştırılan tarikat ile cemaat kavramları, ancak aralarındaki aynılık ve ayrılık ile tam anlaşılabilir.

1. Cemaat: Dünyanın bütün dillerinde “cemaat”, aslen “Allah’ın huzurunda toplanan insanlar, mabet (havra, kilise, câmi) topluluğu” demektir. Müminler topluluğu, câmide Peygamberin (s.a.v.) “arkasında” namaz kılarak kardeş ve cemaat olurlar.

2. Tarikat: Müminler topluluğu, câmi dışında da “tarikat-ı Muhammediye” denen Peygamberin (s.a.v.) “yolundan” (tarikat, sünnet) giderek kardeş ve cemaat olurlar.

Bu yüzden “brotherhood=uhuvvet” kelimesinde cemaat ile tarikat mânâları birleşir. İki kavram arasındaki aynılık ve ayrılığı şöyle gösterebiliriz:

Aynılık: cemaat: tarikat

Ayrılık: tarikat >kol >cemaat

Nakşibendîlik, tarikat, Gümüşhânevîlik, onun kolu, İskenderpaşa, onun cemaatidir. Bu fark, altın silsile denen şeyhler listesinde görülür. Nakşibendiye’nin altın silsilesi, 30. halkayı teşkil eden Mevlânâ Hâlid Bağdâdî’den (Kuddise Sirruhû) sonra ayrılır, Gümüşhânevî İskenderpaşa cemaatinde Ahmed b. Süleyman el-Ervâdî, İsmailağa cemaatinde Abdullah el-Mücâvîr ile devam eder. Diğer taraftan Nakşibendîliğin Gümüşhânevîlik kolunun silsilesinin son halkaları, Türkiye’de İskenderpaşa ile Mısır’da Cevdet İbrahim (-1932) cemaatlerinde de değişir.

İsmailağa’yı diğer İslâmî cemaatlerden ayıran hususlar nelerdir?

Ali Haydar-Mahmud Efendi’lerin yürüttüğü İsmailağa hareketinin çağdaş İslâm dünyasında oynadığı benzersiz rol anlaşılamamıştır. Bunun sırrı, iki şeyhin, İmam Cafer Sadık’ın “Rasûlullah’ın zâhirî halinde yaşayan Sünnî, bâtınî halinde yaşayan Sûfîdir” (مَنْ عَاشَ فِي ظَاهِرِ الرَّسُولِ فَهُوَ سُنِّيٌّ وَمَنْ عَاشَ فِي بَاطِنِ الرَّسُولِ فَهُوَ صُوفِيٌّ) diye ifade ettiği, sünnîlik ile sûfîliğin birleştiği küllî tasavvufun ihyasına dayalı radikal bir ıslah hareketi yürütmelerinde yatar. Bu, İslâmcılıkta olduğu gibi, reaksiyondan aksiyona değil, aksiyondan reaksiyona giderek sünnetin ihyası sayesinde Türk İnkılabı’nı sarsmak demekti.

Türk İnkılabı, özünde siyonizmin lideri Theodor Herzl’in finanse ettiği Abdullah Cevdet’in, neslin ıslahı için Macaristan’dan damızlık erkek ithaline varıncaya kadar radikal bir medenîleştirme öngören modernleşme programına dayanıyordu. İngiltere’nin sömürgelerinde uyguladığı modernleşme projesi olarak medenîleştirme, başındaki geleneksel serpuş (sarık vs.) yerine şapka koymak suretiyle ilkel kabile halkının kimliğini dönüştürmeyi hedefler. İslâmcılık, seküler ulus-devletine karşı İslâmî ulus-devleti kurma, tasavvufî hareketler ise ulus-devletini “içinden” dönüştürme projesine dayanıyordu. Ancak ikisi de Türk İnkılabı’nın dayattığı seküler kimliğin sembolü “şapka”ya karşı çıktıkları halde “kravat”a teslim olmuşlardı. Batılı aydınlar, kravatın Protestanlar tarafından haç sembolü olarak icat edildiğini itiraf etmişlerdir. Bu yüzden İslâm ilim geleneğinin çok kuvvetli olduğu Hindistan’da bazı âlimler, teslis ve haç sembolü olduğu için kravat takmanın haram, hatta küfür olduğuna dair fetva vermişlerdir.

Mahmud Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri, dirilttiği nebevî-İslâmî kıyafetle aslında Hıristiyanlığı simgeleyen seküler kıyafeti tamamen reddetmişti. Eğer onun bu cihadı olmasaydı, Müslüman kimliğini sembolize eden sakal, sarık, cübbe, çarşaf gibi sûrî sünnetler ve aslında bu sünnetlere bürünmüş farzlar, yani din, tarihe karışacak, kitaplarda kalacaktı. Bu, ancak firasetli müminlerin anlayabileceği bir husustu. Bir tarihte Diyanet görevlileri toplantısında Mahmud Efendi’yi “çarşafa taktığı” için tenkit edenlere merhûm Emin Saraç Hoca şu cevabı vermişti: “İş, sandığınız gibi değil. Eğer Mahmud Efendi’nin çarşaf konusundaki hassasiyeti, ısrarı olmasaydı, bugün pardösülü, başı kapalı kadın da kalmazdı.”

Bu açıdan İsmailağa, İslâmcı ve tasavvufî hareketlerden farklı olarak seküler sistemi “karşıdan ve içinden” dönüştürme yerine nebevî “dışından” dönüştürme yolunu seçmişti. Bu yüzden İsmailağa, önceleri toplumun dışında marjinal bir cemaat olarak görülmüş, tolere edilmişti. Ancak birincisi, İstanbul’un göbeğinde, Fener Patrikhanesi’nin bölgesinde radikal bir hareket olduğu, ikincisi, çürümüş seküler topluma karşı fıtrî bir alternatifi, mikro Medine-i Münevvere’yi temsil ettiği için zamanla hedef haline gelmiştir.

Onun ifa ettiği misyonun büyüklüğünü fark eden ender seküler aydınlardan biri Toktamış Ateş olmuştur: “Türkiye’de bir tane devrimci bilirim, o da Mahmud Efendi diye bilinen bir cami imamı Mahmud Ustaosmanoğlu’dur. Adam, sessiz sedasız kanunları ayak altına aldı. Devrime karşı devrim yaptı, yeniden sarığı cübbeyi şalvarı çarşafı Türkiye’de diriltti.” Mahmud Efendi, sünnetin ihyasıyla Türk İnkılabı ile gelen seküler sistemin belini kırdı, Hüseyin Avni Hocanın tabiriyle “küfrün kalbine paslı bir hançer sapladı.” Tarihte Nakşibendî gelenek içinde büyük bir ıslah hareketi yürütmüş olan İmâm-ı Rabbânî zamanında hilafet vardı, ama Mahmud Efendi zamanında hilafet tarihe karışmıştı. Bu açıdan o, Allah bilir, İmâm-ı Rabbânî’den daha büyük bir cihad vermişti.

mahmut-efendi_3185b3ff06e76b0937435384f3c387f4.jpg

ÜMMETİN BEKASINI DERT EDİNİRDİ

Mahmud Efendi devrinde hangi hizmetlerde bulundu?

Mahmud Efendi’nin başlıca hizmeti, Rasûlullah ﷺ’in izinde din (şeriat ve tarikat) ile tebliğinin ihyasıydı. İslâm’da şeriat ile tarikatı (sünnet) öğreten iki müessese olan medrese ile tekke, Cumhuriyet devrinde resmen kapatılmıştı. Mahmud Efendi, bunların tekrar resmen açılmasını ümitsizce beklemek yerine fiilen diriltme yolunu tuttu. Cumhuriyet devrinde İskenderpaşa gibi cemaatler, İstanbul’da, çıktığı cami etrafında işlevsel olarak tekkeyi diriltirken, medrese geleneği, daha ziyade gayri resmî olarak Doğuda sürdürüldü. Mahmud Efendi, bu ikisini birlikte İstanbul’da ihya etti. Zira dinin bekası, âlim ve şeyhin bekasına bağlıdır. İkinci olarak Mahmud Efendi, ütopik cemiyeti İslâmîleştirme projeleri yerine dinin ve ümmetin bekasının bağlı olduğu emr-i bi’l-maruf nehy-i ‘ani’l-münker sünnetini diriltti. Onu bu misyona sevk eden, farz-ı kifaye şuuruydu. Yani emr-i bi’l-maruf gibi vecibeleri, birileri yapmadığı takdirde bütün cemiyet, ümmet, helak edilme riskiyle karşı karşıya kalacaktı.

Mahmud Efendi cemaati bugünlere taşımak için hangi mücadeleleri verdi?

Mahmud Efendi, tahmin edileceği gibi, ‘Asr-ı Saadet’te Medine-i Münevvere’deki gibi bir “sünnet cemaati”nin inşası yolunda başlıca iki kesime karşı inanılmaz bir mücadele verdi, belalara göğüs gerdi. Bu iki kesim, Müslümanlar ile sistemdi. Efendi, bir taraftan son derece olumsuz şartlar altında sünneti dirilterek nebevî bir hayat sürmek için Müslümanları ikna ve seferber etmek, diğer taraftan bu yolda maddî ve manevî imkânlar bulmak ve aynı zamanda bütün bunları fincancı katırlarını ürkütmeden, laik sistemin sinir uçlarına dokunmadan yapmak zorundaydı. 55-60 yaşlarındayken Mekke’de geçirdiği rahatsızlık üzerine Mahmud Efendi’yi muayene eden Arap doktor, “Bu zatın bedeninde tam 200 senelik yorgunluk var” demişti. Şüphesiz, veliler de nebiler gibi Allah’ın seçilmiş kullarıydı. Yoksa bu, normal insanlar tarafından kaldırılabilecek bir yük, imtihan değildi.

hasan-efendi_974ac9b278c6ebbb19442494cdd51b6c.jpg

CEMAATİ BİRARADA TUTMAYI BAŞARDI

Hasan Efendi’nin İslâm’a ve Müslümanlara hizmeti hususunda neler söylersiniz?

Mahmud Efendi, 1927, Hasan Efendi, 1929 doğumluydu. İkisi, hemşeri ve en yakın dava arkadaşları ve hısım, dünür idiler. Ve takdir-i ilahî ikisi de tam 95 yaşında vefat ettiler. Hasan Efendi gibi edeb timsali velilerin asla şeyhlik gibi iddia ve hırsları olamazdı. Nitekim şeyhlik, isteyene değil, istenene nasib olan, mânen tevdi edilen bir makamdı. Edeb, hilm ve tevazu timsali Hasan Efendi, hayatı boyunca asla öne çıkmamış ve nebevî sünnetin ihyası misyonunda Mahmud Efendi’ye refakati en büyük meziyet saymıştı. Onu halifelik makamına layık gören bizzat Mahmud Efendi Hazretleriydi. Altının değerinden sarraf anlardı; ikisi birbirinin kıymetini en iyi bilen insanlardı. Tabiatıyla Mahmud Efendi gibi karizmatik, kadri yüce bir şeyhin makamını, boşluğunu doldurmak kolay değildi. Dahası Hasan Efendi, oldukça ileri bir yaşta Mahmud Efendi Hazretlerinin halefi oldu; dolayısıyla onun gibi bir hizmet görme imkânı yoktu. Ancak onun başlıca meziyeti, bir mümin firasetiyle Mahmud Efendi gibi karizmatik bir şahsiyetin vefatından sonra bazılarının şehvetle beklediği sarsıntıya, çözülmeye, fitnelere fırsat vermeden sarsıntısız bir geçişi sağlaması, cemaati bir arada tutmayı başarması oldu.

FİKRİ EFENDİN BAŞA GEÇMESİ NORMAL BİR DURUM

Hasan Efendi’den sonra Fikri Efendi’nin cemaatin başına geçmesine dair yorumunuz nedir? Bu konudaki usul nedir?

Tekkelerdeki şeyh tayininde başlıca iki usûlden söz edilebilir. Birincisi, şeyhin hayattayken yerine geçecek halifeyi bırakması (istihlâf), ikincisi, ehlü’l-halli ve’l-‘akd denen bilirkişi heyetinin seçmesi. Fikri Efendi, birinci usûlle tayin edilmiştir. Fikri Efendi, küçük yaşlardan itibaren Mahmud Efendi Hazretlerinin alakası ve himayesiyle yetişmiş, kitaplarının yayına hazırlanması işini ve emekliliğinden sonra İsmailağa Camii’nin imamlığını üstlenmiştir. Bu yüzden Hasan Efendi’den sonra cemaatin başına geçmesi normal karşılanmıştır.

BİR CEMAAT NE KADAR İSLAMA FAYDALIYSA O KADAR OPERAYONLARA HEDEF OLUR

İsmailağa cemaati üzerinde bir operasyon çalışması olduğunu düşünüyor musunuz? Tarikat mahremlerinin bu kadar medya ve sosyal medya gündeminde olması normal mi?

Bu konuda özel bir bilgi ve tahmine gerek yok, mantık yeterlidir. Büyük başın büyük derdi olur. Bir cemaat ne kadar İslâm’a faydalı ise o kadar karanlık güçlerin operasyon hedefi olur. Bilindiği gibi Mahmud Efendi’nin damadı Hızır Ali Muradoğlu, 17 Mayıs 1998'de, talebesi Bayram Ali Öztürk de 3 Eylül 2006’da karanlık ellerce şehit edildi. İskenderpaşa cemaatinden Esad Coşan ile damadı Ali Yücel Uyarel de 4 Şubat 2001’de Avustralya'da şehit edildiler. Türkiye gibi dünyanın en hassas coğrafyasında bulunan bir ülkede İslâm’a, millete, ülkeye bu kadar büyük hizmet gören İsmailağa gibi bir cemaatin de kendi haline bırakılması düşünülemez. Ancak Mahmud Efendi Hazretlerinin Kâbe Kapısı arasında Mültezem’de İsmailağa tekkesini kıyamete kadar payidar kılması için yaptığı duanın Cenab-ı Hak tarafından kabul edildiği müjdesini vermesi, cemaat mensupları için büyük bir ümit kaynağıdır.

Tarikat ve cemaatler dijital çağda nelere dikkat etmeli?

Dijital çağ, fıtrata aykırı gösteriş ve fitnelerin zirveye çıktığı bir çağdır. İnsanın başına ne gelirse, fıtrata, sünnete aykırı hareket etmekten gelir. O yüzden cemaat mensuplarına düşen, dijital görsel çağın, show ve sözün şehvetine kapılmadan muhakkak nebevî suffa terbiye tarzını sürdürmeye çalışmaktır. Zira fıtratın alternatifi yoktur.

Tarikat ve cemaatler gelecekte nasıl bir hizmet alanı belirlemeli kendilerine?

Dinin bekası ilmin bekası, ilmin bekası âlimin bekasıyladır. Dolayısıyla samimî cemaatlerin birincil misyonu, âlim yetiştirmek için yatırım yapmak olmalıdır.