Dolar (USD)
32.18
Euro (EUR)
35.00
Gram Altın
2499.16
BIST 100
10643.58
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Tarihin kapısından içeri girmek\u2026

Uzun bir tren yolculuğundan sonra ulaştığımız Erzurum'da göreceğimiz tarihi eserler ve mekanlar, şehre özgü tatlar, insanların kendine has özellikleri ve tarihin günümüze emanet ettiği ne varsa şahitlik etmeye hazırdık.
Tarihin kapısından içeri girmek\u2026
16 Ağustos 2017 12:29:00
Uzun bir tren yolculuğundan sonra ulaştığımız Erzurum'da göreceğimiz tarihi eserler ve mekanlar, şehre özgü tatlar, insanların kendine has özellikleri ve tarihin günümüze emanet ettiği ne varsa şahitlik etmeye hazırdık.

ÖZLEM DOĞAN

Cağ kebabından kadayıf dolmasına

İlk gün yol yorgunluğuyla sadece konaklama mekanımızı ayarladık. Erzurum'a gelinir de cağ kebabı ve kadayıf dolması yenmez mi? Şehrin en meşhur cağ kebapçısına gittik. Şişe geçirilmiş etlerden oluşan kebabın tadı bildiğimiz çöp şişi andırıyordu. Duvarları birçok ünlünün ziyaret fotoğrafıyla süslü dükkandan çıktıktan sonra bir tatlıcı da kadayıf dolmasını deneyimledik. Şerbetli bir tatlı olduğundan bana ağır geldi ve bir tanesini bile bitiremedim. Yine özellikle baharatçı dükkanlarının önündeki tezgahlarda satılan bir kavanoz çekti dikkatimi. Kaya tuzuyla harman edilmiş yeşil otun çorbalara lezzet vermesi için kullanılan 'aş otu' olduğunu öğrendim. O gece çok fazla dolaşmadan dinlenmeye çekildik.

Eski zamanlara açılan kapı

Tarihi Erzurum evlerinde köy kahvaltısı yapmak için sabah erkenden yola düştük. Tarihi üç asra yakın olan Eski Erzurum evleri dönemin zorlu kış şartları ve güvenlik açısından sırt sırta inşa edilmiş. Üstü kırlangıç ve pasin örtüyle kapalı olan evlerin uzun avlusunda tandır başı seki ve kırlangıç örtüler bir diğer önemli ayrıntı. 90'lı yıllara kadar yıkık bir halde olan bu evler restore edilip 20 binden fazla antik eşyanın sergilendiği müzelere dönüştürülmüş. İçerisinde oda oda ayrılmış hücrelerde eski anahtarlar, dikiş makineleri, kap kacaklar, taş plaklar, bardaklar, birbirinden güzel işlemeli örtüler, minderler yer alıyor. Bu güzel evlerden birini gezdikten sonra teras balkona geçtik. Köy kaymağından köy yumurtasına, nane, domates, salatalık üçlüsünden menemene kadar güzel bir siniyle sunulan kahvaltı sofrasına Erzurum'un nemden uzak havası eşlik etti.

Saltukluların mirası dört bir yanda

Ulu(Atabey)camii, Çifte Minareli Medrese, Yakutiye Medresesi, Erzurum Kalesi, saat kulesi ve daha birçok eseru2026 Erzurum'la özdeşleşen, şehri Selçuklu tarihinin gözbebeği haline getiren birbirinde güzel bu kültür miraslarının ziyaretçisi de oldukça fazla. Birçok Anadolu şehrinin özelliklerini bünyesinde barındıran şehir, sıcak ve samimi Anadolu insanının yanı sıra gündüz yakıcı sıcağı, gece ferahlatıcı serinliğiyle de dikkat çekiyor.

Erzurum Kalesi ve çevresi

1645 yılında Sultan İbrahim döneminde Erzurum Vergi Memuru Ebubekir oğlu Cafer Efendi tarafından yaptırılan kare planlı tek kubbeli camiyi ziyaretimizin ardından Erzurum kalesine doğru yola revan olduk. Doğrusu sıcak gezimizi zorlaştırıyordu. Bulunduğu tepe içerisinde bir iç kale ile bunu çevreleyen üç sıra halindeki surlardan oluşan dış kaleden meydana gelen ve şehri çevreleyen surların büyük bir bölümü yıkılmış. Dışa açılan kapıların ise sadece adları kalmış. Erzurum Kalesi'nin M.Ö. I. binden itibaren; Urartu, Roma, Bizans ve Sasani hakimiyeti altında kaldığı, 11. Yüzyıldan itibaren de Saltuklu Türkleri'nin kontrolüne geçtiği ifade ediliyor. Saltuklular zamanında yapılan mescit ve saat kulesi ilk Türk mimari eserleri olması açısından oldukça önemli yapılardır. Erzurum'un Anadolu'ya geçiş yolu üzerinde olması nedeniyle kale sık sık tahribata uğramış.

Tarihin günümüze yansıması

İç Kale içerisinde kalenin güney sur duvarlarına bitişik yerde bulunan mescidin loş ortamında namaz kılarken insanın aklından 'acaba burada yüzlerce yıl boyunca kimler secdeye gitti' sorusu geçiyor. Dikdörtgen planlı mescidin girişinde çapraz tonoz, mihrap önünde ise mukarnaslı kasnaklara oturan kubbe ile örtülü. Her iki örtünün doğu ve batısı beşik tonozlarla genişletilmiş. Mihrabı, yarı dairesel planlı burcun içerisine yerleştirilmiş ve yalın bir bezemeye sahip. 12.yüzyılın ilk yarısında Saltuklular tarafından yaptırılan bu ibadethaneden sonra mescidin hizasında yer alan Saat Kulesi'nin yüksek merdivenlerinden çıkarken Galata Kulesi geçti aklımızdan.

Tepsi Minare/Saat Kulesi'den şehre kuş bakışı

Bir zaman makinesinde hızlı adımlarla eski çağlara geçip gider gibiydik. Saltuklu Emirlerinden Muzaffer Gazi bin Ebü'l Kasım tarafından 12. yüzyılın ilk yarısında yaptırılan Tepsi Minare, sur duvarları hizasına kadar renkli kesme taşlarla örülü kaide üzerinde, tuğla örülü gövdeye sahip. 1841 yılında Avrupai tarzda ahşap malzeme ile yenilenmiş ve Sultan Abdülhamit zamanında Müşir Mustafa Paşa'nın Erzurum valiliği sırasında kuleyi şerefenin altında çevreleyen kitabenin bir kısmı sökülerek saat kadranı yerleştirilmiş. Fakat Kırım Savaşı sırasında kulenin saatini Ruslar söküp götürmüşler. 1877 yılında ise İngiltere tarafından bugünkü saat hediye edilerek yeniden kuleye monte edilmiş. Kulenin bitimine doğru cam bir korunağın içinde işte bu bahsettiğim saat düzeneği çıktı karşıma. Bu eski düzenek hala tıkır tıkır işliyordu. Ahşap ve dik bir merdivenle kulenin balkonuna çıktık. Tüm Erzurum buradan kuş bakışı seyredilebiliyordu. Kulenin tavanından büyükçe bir çan sarkıyordu. Erzurum Kalesi elbette bu gezdiğimiz eserlerle sınırlı değildi. Bahçede yer alan ve üzerinde Osmanlıca 'Kibarzadeler'den bir hanıma ait olduğu yazan mezartaşı boynu bükük bir şekilde mezarından uzakta duvarın dibinde öylece bekliyordu. Onun hemen yanında koç figürlü heykelcikler ve yan yana açık odacıklarda bulunan gülleler de diğer ilgi çeken tarihi kalıntılar arasında.

Bir şaheser: Çifte Minareli Medrese

Erzurum tarihi açıdan o kadar zengin ki, maneviyatına paha biçilemeyecek olan bu devasa serveti hakkıyla gezmek bir güne sığdırılacak bir hadise değil. Erzurum'un en eski camilerinden biri olan ve Saltuklu emirlerinden Nasirüddin Muhammed tarafından 1179 yılında yaptırılan Ulu Atabey Camii ziyaretimizden sonra en çok görmek istediğim ve merak ettiğim Çifte Minareli Medrese'ye geldi sıra. Daha karşıdan görkemine kapıldığımız minarelerinin güzelliğini anlatmaya kaç sayfa yazı yeter bilemiyorum. Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat'ın kızı olan Hundi Hatun veya İlhanlı hanedanlarından Padişah Hatun tarafından yaptırılmış olma ihtimalinden dolayı "Hatuniye Medresesi" de denilen, 13. Yüzyılın ikinci yarısında inşa edilen ve kıblesi bulunmayan Çifte Minareli Medrese, çeşitli kaynaklarda 'Hatuniye' veya 'Hande hatun Medresesi' ismiyle de geçiyor. Selçuklu mimarisinin en görkemli eserlerinden biri olan medrese açık avlulu, iki katlı ve dört eyvanlı olarak inşa edilmiş. Selçuklu döneminin özünü içeren geometrik, bitkisel ve figürlü süslemelerle bütünlük içindeki taç kapı zamanının en şaşaalı yapılarından biri.

Evliya Çelebi'nin gözündenu2026

Evliya Çelebi seyahatnamesinde Erzurum'da bulunan Çifte Minareli Medrese'yi, yani o zamanki adı ile Eski Medrese Camii'ni şu sözlerle anlatıyor: "Ulu Camii'nin doğusunda duvar duvara bitişik durumdadır. Çifte minarelidir. Bazıları, Akkoyunlu padişahları tarafından yaptırılmıştır, derler. Bazıları da Uzun Hasan tarafından yapıldığını söyler. Velhasıl, eski bir mabettir. Nice kere Erzurum kuşatıldığında, atılan toplardan bu camiinin çoğu yeri yıkılmış, vakıfları da olmadığından harab olup gitmiştir.Tebriz kapısının iç tarafından emsalsiz bir kapı ve iki yüksek minaresi vardır ki, bu minareler Çin kasesi ve güneş gibi olup, ışık vurunca insanın gözü kamaşır, ikinci defa bakmak imkansızdır. ... Cami harab olduğundan, Sultan Dördüncü Murat tamir ettirip içinde balyemez toplar dökmek için bir top imalathanesi yaptırmıştı. Halen bütün aletleri oradadır. Bu cami tamir edilse, yeryüzünde eşi bulunmaz bir eser olur."

Hayat ağacı ve çift ejder figürü

Kapıdan içeri girer girmez farklı bir havayı teneffüs ettiğinizin farkına varıyorsunuz. Bu arada minare kaidesini alt kısmına iki taraflı işlenmiş dört hayat ağacı kompozisyonu bulunduğunu es geçmeyelim. Üstelik taçkapının sağındaki hayat ağacının üzerinde çift başlı kartal figürü bulunuyor. Hayat ağacının altında çift ejder figürüne yer verilmiş olması sadece Çifte Minareli Medrese'ye has bir özellik. Avlunun her iki yanında yer alan ve açık medreseler grubunun en önemli örneği olan medresenin zemin katında on dokuz, birinci katta ise on sekiz odası bulunuyor. Kim bilir bu odalarda kaç talebe hocalarının rahle-i tedrisatından geçip eğitim aldı. Ayrıca medrese yapımına dair iki rivayet bulunuyor. Çifte Minareli Medrese'yi kızı için yaptırtan Selçuklu Sultanı I. Alaeddin Keykubat'ın, savaşa gidip şehit olması üzerine, paralarını alamayan ustaların işi yarım bıraktıkları anlatılır. Daha çok bilinen ve oldukça trajik olan ikinci rivayet ise usta çırak ilişkisine dair. İnşa edilen bina yükseldikçe çırak, ustasından daha zanaatkar olduğunu göstermeye başlamış. Bu durumu ne kadar kıskansa da usta bir şey diyemiyormuş. Bir gün çalışırlarken, çırak ustasından su istemiş. Bunu duyan usta "Usta idim oldum şegirt (çırak), al destiyi suya seğirt" diyerek kendisini minareden aşağıya atmış. Hatasını fark eden çırak çok pişman olmuş ve ustasının arkasından o da kendini minareden aşağıya atmış. Çalışan işçiler bu olaya çok üzülmüşler ve işi yarım bırakarak gitmişler. İkinci rivayeti destekleyen birtakım işçilik farkları bu tarihi yapıda göze çarpmaktadır. Çifte Minareli Medrese'nin sağ yarısı çırak, sol yarısı ise usta tarafından yapılmıştır. Sağ yarısındaki sütunlar, duvar kenarları ve diğer detaylar daha işlemeli ve gösterişli iken, sol yarısı sadedir. Bu anlatılanlardan hangisi gerçekten yaşandı, doğrusunu Allah bilir.

YARIN: AHESTE ÇEK KÜREKLERİ MEHTu00c2B UYANMASIN