Dolar (USD)
32.57
Euro (EUR)
34.84
Gram Altın
2440.46
BIST 100
9645.02
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

23 Kasım 2020

Acziyet Makamı

Vefadan mıdır insan, vefalı mıdır; bir sîrete girdiğini görür de, bir sûrete büründüğüne rastlar mı vefanın? Vefa çağına kırgın bir duanın bağrında mı saklanır?

Yağmur gelir, rüzgâr gelir, kar gelir; gelen her gece güneşin haberini getirir. Tabiatın öyküsü nizamla devam ederken, insan tabiatında daha ağır ve hızlı değişimlere tâbi kılınır mevsimler, sabit ve zamanlı değildir orada hiçbir şey. Baharı bekleyen dünyanın kapısında habersiz bir misafir gibi durunca kış, sıcak bir yazın masalını da dinleyemez olur insan. Bir adımda bin yaprak dökümü, her adımda ölümün içinden el sallayanlar ve sonra çabucak unutulanlar bildirir sürgün yurdunun vicdanındaki vefa miktarını. Hiç gitmeyeceğini zannederek geriden gelenler, hiç gitmeyecekmiş gibi üzülür gidenlere. Ama durup dinlenebildiğinde her sancı yeniler insanı, her gözyaşı arıtır. Vakıa çekilse de âlemden, mahzun bir hâl bırakır. Söz, sükûta müracaat edince başlar tefekkür. Kolay değildir konuşanın duyan konumuna yükselmesi, dinledikçe ve duyabildikçe bir kum tanesi olduğunu ikrar etmesi. Kolay değildir aczini iliklerine kadar hissetmesi ve orada beklemesi.

Kırılıp dağlanan toprağın içinden kıymetli taş ve madenlerin çıkması gibi kırılmamız gerek belki de sadrımızdaki cevhere ulaşmak için. Sadece beşerî ve kalbî manada bir kırgınlık değil bu, ömür çizgisinde bir kırılma, ruh dünyasında bir sarsıntı. Yaşanılan zamanları değişim ve dönüşüme vesile tayin eden kavrayış farkı. Hüzün. Başı secdeyle uzun uzun buluşturan bir kayboluş ânı. O kırgınlık işte, eğildikçe sonsuzluğa karışan kalbin yüce sanatı… Değil mi ki insanın hür olmadığı yerlerde bile hürdür gözyaşı.

Âdem Peygamber ve Havva annemizin uzağa atılışındaki gariplik "Ey rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz, bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz! (A'râf Suresi-23)” duasını bıraktı evlatlarına. Orası kulun hiçliğini kavradığı ilk mahviyet durağı, ilk acziyet makamıydı. Yalnız sızı. Seneler sonra canından bir parça ile, evladı ile karşı karşıya gelen Nuh Aleyhisselâm’ın Rabbine mağlubiyetten seslenişi de Hûd Sûresi’nde anlatılan tufan hadisesiyle hırçın bir denizin acı feryadını sürdü gönüllerimize. Allah’a adanan bir ömrün, oğlunun imansızlığı karşısındaki çaresizliği, sabrı, mahzun çilesi… Şimdi pek çok genç zamanın tufanında bir kayıp, pek çok baba âsi sözlere dua. Yakup Peygamber de “Yusuf’u kurt yemesinden korkarım” dediği hâlde oğlu Yusuf’u kıskanç kardeşleri ile göndermiş ve hüzünde kalan gözlerini hasretin potasında eritmişti. Mahmut Sami Ramazanoğlu tefsirine göre o zamana kadar kurdun insan yediğini bilmeyen oğullar, babasının kaygılı sözlerinden ilham almışlar, onun karşısına o sezginin bilgisini kopyalayarak çıkmışlardı. Zamanlar içinde Yakup Peygamber “Ben hüznümü ve sıkıntımı sadece Allah’a arz ediyorum. (Yusuf Suresi- 86)” demeyi öğrenmiş, bu duaya hapsetmişti benliğini… Istırabın büyüklüğü, sonsuz rahmet ve merhametin yanında küçücükleşmiş, Yakup Peygamber’i Yusuf’una kavuşturmuştu. Eyyup Peygamber de yaralarının şiddetinden Rabbine sığınmış, ağrısını secdesiyle bölüşmüştü: “Ya Rabbi bana zarar dokundu ve sen Sen, merhametlilerin en merhametlisisin. (Enbiya Suresi- 83)”. Allah’ın izni olmadan kavmini terk eden ve balık karnında bırakılarak cezalandırılan Yunus Peygamber’in duası da acz ve fakr içindeki pek çok gönlün teselli dergâhı oldu: “…Lâ ilâhe illâ ente subhâneke innî kuntu minez zâlimîn. Senden başka ilâh yoktur. Sen her türlü noksanlıktan, eşi-ortağı olmaktan uzaksın. Şüphesiz ben kendine yazık edenlerden oldum. (Enbiyâ-87)”

Acziyet makamı peygamber mirasıdır insanlığa. Yusuf Aleyhisselam zindanda rüyasını tabir ettiği adama “dışarı çıktığında efendinin yanında beni an!” der. Bir rivayete göre Rabbiyle arasına başka bir efendi koyduğu ve umudunun yönünü mutlak iradeden çevirdiği için uzun yıllar daha zindanda kalır, hatırlatılmaz gidene geride kalan… İnsan en çok ıstırabında, hüznünde, kaygısında, umut ve korku arasında Rabbiyle tanışır çünkü yegâne talep kapısının ‘O Kapı’ olduğu anlatılır, çıkarmak öğretilir ona gayrısını aradan. Öğreninceye dek tekrar edilir. Kendini daima haklı bulan nefsi emarenin fısıltıları o fasılda uzaklaştırılır oradan… Güç ve iradenin kendisinde olmadığı ezberletilir insana, “ikrar ettim” deyinceye dek. Abdest suyuna, pişirilen çorbaya, seccadeye, okunan kitabın sayfalarına dökülen damlalar vesilesiyle hissedilir bir çiy tanesinin de ne derin olabileceği. Mermere sabırla düşen damlanın bir gün orada bıraktığı ince nakşı görecek olması gibi, insan da taşlaşan kalbinin acziyet makamında yumuşadığını, aslî kıvamına kavuştuğunu görür. Sebebin aradan çekilerek, kulu Rabbinde erittiği o dem öyle latif bir sarhoşluktur ki insan ebediyen kalmak ister orada…

Selam ile