Dolar (USD)
32.39
Euro (EUR)
34.76
Gram Altın
2399.79
BIST 100
10208.65
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

21 Ağustos 2022

Okuyandan okunana d/okunsun diye…

-Bu metin kıymetli dostların talebi üzerine sosyal medyada neşrettiğim notun genişletilmiş şeklidir.

Zaman yanında olmanın, yüreğini meydana koymanın, adını dost hanesine yazmanın bir diğerine yetmediği bir zaman… Kişi emaneti ayağa düşürme pahasına onu görünür kılma çabasında, bir nevi yakını uzaklaştırma temrinleri… Mevcut şartlara bakıldığında her şey teşhir amacıyla vitrinlere çıkarılan duyguların samimiyetsizliğe dönüşümünü hızlandırmak için tasarlanmış gibi görünüyor. Mücrim yargılıyor. Cellat merhamet pazarlıyor. Kişi mahremiyetine uzanan eller ahlâk misyonerliği yapıyor. Böyle durumlarda Cemil Meriç’in sızısını yâd ediyor, insanların kıyıcılığından kitaplara sığınışını içselleştiriyorum. Kelimelerin, kitapların, gayretin olmadığı bir dünya tasavvuru beni şükre ulaştırıyor. İnsan tabiatındaki kötücül ifadenin tahrip ettiği âlemi, kelimelerle tamir etme gayretine giriyorum. Değil mi ki çağrışım alanlarımızda çoğala çoğala günümüze süzülen her kitap da bir çilenin, davanın, amacın, çabanın simgesi.

Hâl böyle iken son zamanlarda diplomayı, akademiyi, kitapları itibarsızlaştıran sancıya daha sık rastladığımı fark ediyorum… Senelerdir kimi ucuz aşk romanları ve Yeşilçam filmlerinde zenginlik toplumun bilinçaltına ezici bir güç olarak kodlandı. Şimdi aynı kompleks yapı insanı ve tabiatı okuyamama, gurur, kibir, hırs gibi kimi menfi hassaları vesile tayin ederek kitap sevdalılarına atıfta bulunuyor, her fırsatı ilim ve kariyer davası olana saldırarak değerlendiriyor. Her ne hikmetse insanî erdemlere sahip olamamanın sorumluluğu “okumakta” aranıyor.

Elbette ilmin güzelliğini ve onurunu taşıyabilmek mutlak okumaya yahut diplomaya bağlanabilecek bir durum değil ancak kişiyi kendi hakikatiyle yüzleştirecek en büyük değer de ilimde mahfuz. Üstelik kibrin karşısına bilginin ve diplomanın bu kadar sık çıkarılması da üzgünüm ama onun büyüklüğünü izhar eden beyhude bir çaba. İnsanın bir diğerinde gördüğü olumsuzluğu eğitimin, kitapların, diplomanın varlığına bağlaması ve kıymetlerimizi insanî vasıflara muhalif bir noktaya oturtması kendisi ile alakalı. Zira kişinin tabiatında olumsuz hasletler var ise her vesile ile er ya da geç ortaya çıkacaktır, bunun için fertlerin bilgi sahibi olanlar ve olmayanlar/okuyanlar veya okumayanlar şeklinde sınıflandırılması gerekmiyor. Zihnin kelimelere ve kitaplara sevdalı olmasının, terakki için kitaba ulaşabileceği her ortamı yeterli bulmasının, insanların gezip eğlendiği bir zeminde yorulmasının bir anlamı olmalı. Belki de okuyan ve çalışanlara karşı duyulan bu rahatsızlığı görsel hafızalarda kelime oyunları ile kalmayı tercih edenlerin huzursuzluğu tesis ediyor. Birileri konforundan feragat etmezken birileri bu uğurda yorgunluğu, uykusuzluğu, çileyi göze alıyor. İlginç olansa cehlin, ummanda şifa bulanı sığ bakış açısında eritme çabası. Sahranın kelime deryasına kafa tutması…

Garip bir durumdan daha söz edeyim. Dergilerimizi okumayan, Türk edebiyatının yeni yayınlarını takip etmeyen, dahası kulaktan dolma bilgilerle süreli yayımlarda yer alan şiirleri protesto eden kimselerde o dergilerin bağlı bulunduğu yayınevlerinden kitap çıkarma arzusu var. Üstelik bu daha çok düşmanlığını okuma üzerinden ortaya koyanlarda görülen bir keyfiyet. Buradan diplomaya ve kitaba atıfta bulunanların yazar olduğu ama okuryazar olmadığı sonucuna ulaşmak mümkün değil mi? Neticede Türk edebiyatının belli başlı dergileri memleketimin en ücrasında yaşayan, metropollerin çok uzağına düşen ancak o sayfalar vesilesiyle birikimini, kültür ve derinliğini ortaya koyabilen cevherlerle dolu.

Bilgiye talebe olmak aşka talip olmaktır ki o bilgi ruhu, ahlakı, ebeveynliği, kadınlığı, adamlığı, çocukluğu besleyen bir kaynaktır.

İşte tam şurada, şu yorucu basamakta söyleme lüzumu içindeyim. Salt kelime oyunlarına dayalı çiçek böcek edebiyatının insanları iğnelemek için kullanılması benim dünyamda hiçbir alana tekabül etmiyor. Dünya klasiklerini, tasavvufu, Gazali’yi, Mevlana’yı, Hegel’i, Platon’u, Descartes’i, Hugo’yu, İbnül Arabi’yi, Zola’yı içselleştiren, sanatkâr ve düşünürlerimizin hangi sancıyı edebiyata hasretme çabasında olduğunu kavrayabilen, ilimden ilham alan, bilginin inceliğini estetize eden bir edebiyat bana daha sevimli ve onurlu geliyor. Kabiliyetle birleştirilen bilginin rencide edildiği bir dünyada

“Kendi karanlığınızı başkasının aydınlığında yıkamayın” deme hakkımı kullanıyorum.

Selam ile.