Dolar (USD)
32.47
Euro (EUR)
34.73
Gram Altın
2440.77
BIST 100
9915.62
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

06 Ağustos 2023

Sızı ustaları

“Istırap çekeriz: dış dünya varolmaya başlar…; çok ıstırap çekeriz: yitip gider. Acı onu sadece gerçekdışılığını açığa vurmak için uyandırmıştır.(E. M. Cioran, Burukluk, s. 30).

Emil Cioran’ın her zihnin farklı bir perspektiften alımlayacağı bu cümleleri, kanaatimce acının bilinç hâline dönüşmesini işaret eder. “Bizi farklı yapan yaşanmışlıklarımızın farklılığıdır” der, yaşanmışlıklar içinde de en çok acılarımızı seçeriz. Tecrübeyle adlandırılan yaşamlar yaralarımızın gölgesinde filizlendiği için, her görgü, nasihat, yanılma payı acıyla ilişkilendirilir. Hangi sözü sahaya koyarsak koyalım ehli bilir ki peşine âh takan o sözcükten murat, sızlayan yanlarımızdır. Kimi zaman gözleri dolu bir derinlikle bakan ancak umursamaz bir gülüşü kimliğinin bir parçasıymış gibi yanaklarına takan yüzlerle karşılaşırız. Hadiseler karşısında gereksiz samimiyetin aykırı, yapışkan cümleleriyle teselliye kalkışmayan bu insanlarda duran vakarı, bir zaman sonra yerleşik bir acının izdüşümü olarak okumaya başlarız. Ancak acıyı tanıyan ve içselleştirebilen bir gönül, tavrına sirayet ettirebilir çünkü birikimini. Belki de bu sebeple büyük ve güzel gülüşlerin ardında hep ağırbaşlı acılar olduğuna inanılır. Stefan Zweig’in Karmaşık Duygular kitabındaki “Bir Yüreğin Çöküşü” adlı öykü acının son durağının kişide tecelli edişini anlatır. Öyküde, ömrünü çalışmaya vakfetmiş hasta bir adamın kızı ile ilişkilendiremediği bir günaha tanıklık etmesiyle yaşadığı büyük kırgınlık konu alınır. Bu kırgınlık onun yaşamını yeniden yorumlamasına ve gittikçe daha büyük bir hüzün anaforuna çekilmesine neden olacaktır. Su vermek için hayatını yorduğu o ellerin, kendi kuyusuna attığı taşları fark etmesi ihtiyarı içinden çıkamayacağı dev bir yalnızlığa hapseder, bir süre sonra da onu çevresindeki her şeye karşı hissizleştirir. Dışarının hissizlik olarak gördüğü bu devre, insan için yeni bir eşik, yeni bir terakki makamıdır aslında. Sözün hükümsüz kaldığı, her motifiyle hâlin devreye girdiği yerdir orası.

Sızılarının çeşitliliği, sızılarının çok renkliliği kişiyi zengin kılar ancak bir acı üzerinden uzun/derin/köklü imtihana tâbi tutulmak ustalaştırır onu. Alacağımız eğitimi ustasından almak gerektiğine inanırız da, düşünmeyiz sızının da ustaları olduğunu. Bence bereketli ve güzel yaşayan; o güzelliği ağırbaşlılık, yardımseverlik, mertlik, doğruluk, samimiyet gibi vasıflarla kendinden taşırabilen herkes sızı ustasıdır. Bilgisine, terbiyesine müracaat edeceğim ustamdır benim.

İstanbul Kırmızısı adlı eseri okurken öğrendim; Japonya’da kırık seramikleri onarırken kırığı örtmeye çalışmazlar, tam tersine onu vurgulamak için kırık yeri altınla doldurarak düzeltirlermiş. Çünkü bir şey zarar görmüşse, bir öyküsü olduğu düşünülürmüş ve bu onlar için çok değerliymiş (Özpetek, s. 68). Bu incelik insanların sakladığı acılara keyfiyet yüklemek, tecrübeyle onu eşdeğer kılmak değilse nedir? Ancak şöyle de bir durum var; o billurlaşmış şeritler birer öge olarak sadece hayatlarımızın bir köşesine iliştirilmiş duruyor, bizimle mütemadi bir konuşma içerisinde bulunamıyorsa kendini tekrara düşen bir yanılgı olmanın ötesine geçemezler. O şeritler kulağımıza “mü’min bir delikten iki defa ısırılmaz” hadisinin hakikatini fısıldayamıyorsa sahibini büyüten değil eriten bir yapı sergiler. Hayatın içinde kayboluşla neticelenecek bu eriyiş, önce insanın kendisine olan saygısını yok eder ve sonra karakterini dumura uğratır. Bu sebeple adı fedakârlık değil; zaaftır, zillettir, zulmettir bazen kendimizden kopardıklarımızın. Bazı hayatlara ibretle baktığımızda hikâyelerinin bir tekrardan ibaret olduğu gözümüze çarpar. Onlar hep taşıyan, ağlayan/haksızlık edilen, yüklenilen taraftırlar. “Böyle midir gerçekten” diye düşünmeden edemeyiz yahut bu, gönüllülük taşıyan bir tercih midir? Hem sonra 'artık değişeceğim' lafzı dillerinde bir şarkı olarak kalmaya mahkûmdur bu cefakâr duruşların. Mahkûmdur çünkü 'artık değişmek' bunu ilân etmenin ötesinde, eyleme geçmeyi zorunlu kılar. Değişim söylem değil eylem talep eder ve yüksek sesle duyurulan her söylem de manidir eyleme. Hayat başımıza vura vura anlatır bunu.

Güneşin battığı yere yaklaşmadan sızının saf ustalarını rehberim bildim. Hayatın tecrübeye dönüştürdüğü kırgınlıkları sesinin tınısından, hâlinden, sükûtundan yudumladım, hâllerinin güzelliğiyle hasbihâl ettim. Sızı ustam bildi mi benim rehberim olduğunu, işte ondan emin değilim…

Selam ile.