Dolar (USD)
32.26
Euro (EUR)
34.76
Gram Altın
2411.72
BIST 100
10267.09
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

16 Aralık 2018

​​​​​​​Tefekküre dâvet!..

Sebîlürreşad Dergisi’ni bilirsiniz…

İstiklal Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un “tefekküre” hitap eden dergisi, bugün Mehrum’un torunu Selma Ersoy Argon ve Meslektaşımız Fatih Bayhan’ın öncülüğündeki “çileye tâlip” ekip tarafından yayımlanıyor.

Biz de, “az okuyanların çağı”nda çok okunması gereken bir “mevkuteyi” tâkip etmenin hazzını yaşıyoruz.

Dergideki bütün makaleler “idrak” ufkumuza katkıda bulunur evsafta, büyük bir itinayla seçildiklerini hissettiren birer küçük hacimli eser.

Bu sayının kapağında yer alan ifade ziyadesiyle dikkatimi çekti…

Şöyle denmiş, arz ederim:

“Mehmet Âkif’ten İslâm coğrafyasının geri kalmışlığına iki temel yaklaşım”:

İtaatkâr suskunluk,

Kuvvetin meddahlığı.

x

Ne dersiniz?..

Rahmetli Mehmet Akif Ersoy’un “İtaatkâr Suskunluk ve Kuvvetin Meddahlığı” vurgusunu açan dizeleri makalelere serpiştirilmiş…

Mesela…

Diyor ki Merhum:

“Mahallemizde çıt yok, ne oldu komşulara,

Susup da kurtulacak hepsi aklı sıra!”

X

İstiklal Şairi’nin, “Kuvvetin meddahı olmak, aczi hiç söyletmemek” diyerek işaret ettiği tavrın birçok tezahürünü görmeyen yoktur herhalde.

Bu dün böyleydi, bugün de böyle.

Bilemiyorum, belki de, bugün çok daha fazla böyle.

Neyse ki yüreğe su serpen tablolar var:

15 Temmuz’daki şanlı “Millet Harekâtı” uzun, çok uzun yıllar boyunca hasret kaldığımız bir misaldi…

27 Mayıs’ta, 12 Eylül’de, 28 Şubat’ta yapmadıklarımızın “özrü” gibiydi!..

Şimdilerde…

Bir büyük “karşı koyuş” hamlesine daha ihtiyaç var.

Büyük kültürel birikimimize yaslanan “edebî-edepli” bir karşı koyuşa.

Sokaklara, caddelere değil…

“Medeniyetimizin temel kaynaklarına” doğru yönelişlere…

Milli olmayan eğitim ve kültür “zincirlerinden” kurtuluşlara!..

Biz…

“Bizi” bitiren “kıymet erozyonuna” karşı koyabilecek miyiz?..

Rahmetli Âşık Veysel ne der:

“Bozuk düzen bozuk terazi tartı,

En yakın dostlarım dönüyor sırtı,

Ne kadar zorlaştı yaşamın şartı,

Düşman belli değil, dost belli değil!”

Sizler ey “dostlar”:

Bilir misiniz etrafınızda ne kadar “dost” ve ne kadar da “düşman” var?..

Ne kadar yaman mesele;

Nicelerimiz kalabalıklar içinde ve nicelerimiz yalnız öylece!..

Öyle değil mi;

En yukarıdakinden en aşağıdakine kadar her bir memleket evlâdı “yalnızlıktan” şikayet eder halde değil mi?..

Öyle öyle…

Kime, ne kadar güveneceksin, en kahpe ajanlar en yakınlarına yerleştirilmiş ve en “dost” bildiklerin sırtından hançerlemişse!..

Bir yerlerde yanlışlıklar var, biz bu değiliz; bir şeyler oluyor ve aslında çok şeyler bir türlü olmuyor.

Olmuyor ki, “Hakk”ın haykırılması gereken yerlerde, “bir kahraman” öne çıksın diye bekliyoruz…

Rahmetli Necip Fazıl’ın “Gençliğe Hitabe”sinde işaret ettiği o “genç ruhlu”lardan olabilmek önümüzdeki mesele…

“Kişi”lere ayarlanmak değil ki, iş!..

“Kim var! " diye seslenilince, sağına ve soluna bakınmadan, fert fert "ben varım! " cevabını verici, her ferdi "Benim olmadığım yerde kimse yoktur! " duygusuna sahip bir dava ahlâkını pırıldatıcı bir gençlik...

Rahmetli Üstad’ın işaret ettiği gençlik…

Bizler…

Böyle miyiz?..

Yoksa, birileri veya umumiyetle de “birisi” bir şeyler yapsın, diyenlerden miyiz?..

Çok yaman meselelerimiz var; “küçük hesaplarımızı”, “büyük hesapla” uyumlu hale getirmek için çok kurnaz “izah” edişlerimiz, “fetva” (!) arayışlarımız…

“Şüpheliden” uzak durmayı emrederken Muazzez Peygamber, “kötülüğü” şüphe götürmez olanlara meyl edişlerimiz!..

Çok!..

Aile yapımızın ortasına “zaman ayarlı bomba” misali atılan “tv programları”nı…

Bilhassa da “kadına sahip çıkma” maskesiyle önümüze getirilenleri ve “yerli üretim” etiketiyle sunulan “fahiş dizileri” nasıl da “beğeniyle” karşılıyoruz?..

Femifaşistlere nasıl da “prim” yaptırıyoruz!

Son vakitlerde iyice sıklaşan “biyolojik anne, biyolojik baba” lâflarını veya “Babasını arıyor!” başlığı altında, sonucu merakla beklenen sayısız “DNA” testlerini, nasıl da takdir ediyoruz…

Reyting oradaymış, “tefekküre” davet et, kim, ne kadar izler?..

“İtaatkâr suskunluk,

Kuvvetin meddahlığı” diye girdik yazıya…

Öyle de bitirelim:

“Nefse itaat”tan başlayarak…

Bizi tüketen ne varsa…

Müktezâ-yü hâl ve makama münasip olarak “mukâvemet”te bulunmak, karşı çıkmak…

Ve…

“Güzel ahlâkı tamamlamak için gönderilen” Mübarek Resul’ün izinden gitmek…

Mesele bu, gerisi hep angarya!..