Açlık, korku, can, mal ve ürün kaybı!..
Yüce kitabımız Kuran-ı kerim, dünyanı kimin daha iyi olduğunun ve kimin daha güzel iş yaptığının anlaşılacağı bir denenme ve sınanma yeri olduğunu, bildiriyor: “O, ölümü ve hayatı hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için yaratmıştır.” (Mülk 2)“Biz, kimlerin daha güzel amel edeceğini deneyelim diye yeryüzündeki her şeyi oranın süsü yaptık.Ve biz oradaki her şeyi mutlaka kupkuru bir toprak yapacağız.” (Kehf 7-8)
Müslüman bu hayatta bir gayeye doğru yürümektedir.
Bu gaye ve hedef ise, rıza-i İlâhîdir. O, bu kutlu gayeye doğru yürürken -İlahî
hikmet gereği- çeşitli imtihan ve sınavlardan geçecektir. Şöyle ki dışarıda
dünyanın, içeride ise kendi nefsinin çıkardığı zorluklarla, çeşitli hastalık,
bela ve musibetlerle karşılaşacak ve sabrederek baş etmeye çalışacaktır. Çünkü
nimetlerin kendilerine göre zahmetleri de vardır. Allahü Teâlâ’nın bütün
nimetlerine, hele sonsuz nimetlerinin tamamına anahtar olan iman ve İslam
nimetine şükretmek ve özellikle bunu “ihsan” mertebesinde yapmak kolay
değildir.
Evet Müslüman, bu hayatta bir taraftan nefsinin
heves ve arzusu, diğer taraftan hak düşmanlarının hücum ve eziyetleri ile
uğraşacak ve bunlara karşı kendini savunmak için ne gerekiyorsa yapacaktır. Çünkü
mümin, kendini hem ruhen hem de bedenen terbiye etmezse, sabır ve tahammüle,
kararlı ve metin olmaya alışmazsa, Mevlâ’nın yardımının ilk sebeplerinden
birini kaybetmiş olacaktır. Dolayısıyla birtakım zahmet ve meşakkatlere
katlanmak kaçınılmazdır.İşte Müslüman, bu şekildeki sabırla olgunlaşacak ve
kemale erecektir…
İslâm âlimlerine göre iki çeşit sabır vardır: a)
Kötü şeylerin acısına sabır ve tahammül ile güzel sonuçlarını beklemek. b)
Çabucak gelecek olan lezzetten ve şehvetten uzak durmada sabırla, onların kötü
sonuçlarından sakınmaktır. Bunların biri olumlu, diğeri olumsuz şekilde
sabırdır. Birincisi, acı ilaçlarla tedavi gibi vazifeye atılmak; ikincisi ise,
zehirli tatlılardan sakınmak gibi zararlı şeylerden kaçınmaktır.
Âyet-i kerimelerde buyuruldu ki:“Andolsun
ki, sizi biraz korku ve açlık, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek
deneriz. Sabredenleri müjdele. Onlar; başlarına bir musibet gelince, “Biz
şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a
aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz,”
derler. İşte Rableri katından rahmet ve merhamet onlaradır. Doğru yola
ulaştırılmış olanlar da işte onlardır.” (Bakara
155-157)
Müslümanlar Mekke-i mükerremeden Medine-i münevvereye
göç ederek müşriklerin saldırılarından kısmen kurtulmuşlardı. Bununla birlikte
hicretin ilk yıllarında hâlâ kaygı ve korkuları vardı. Yeni vatanları olan
Medine’de müşriklerin tehdidi altında idiler. Nitekim kısa zaman sonra
çatışmalar başladı. Bu arada Müslümanlar, ağır maddî sıkıntı çekiyorlardı. Çünkü
hicret ederken mallarını geride bırakmışlardı; çatışmalarda da mal ve can
kaybına uğruyorlardı. İmkânlarını kardeşçe paylaşmalarına rağmen günlerce
karınlarını doyuramadıkları çok oluyordu.
İşte yukarıdaki âyeti kerimelerde özellikle Medine
döneminin ilk yıllarındaki bu sıkıntılara işaret edilmekle beraber, genel manada
Allahü Teâlâ’nın insanları bu tür sıkıntılarla imtihan etmesi her zaman mümkün
olduğundan, âyet-i kerimelerin anlamı ve amacı da mutlak ve geneldir. Buna göre
Allah Müslümanları o zaman denemiştir, dilediği her zaman da dener. Allah’a tevekkül
edip sıkıntıları altında ezilmeyenler; hem dinî hem de dünyevî bakımdan hep
kazanmışlardır. Bu,İlahî bir kanundur.
Bu âyet-i kerimeler bir yandan ilk Müslümanlar olan
Eshab-ı kiramın sahip oldukları kesin imanla yüksek ahlâkı ve üstün moral
gücünü yansıtmakta; bir yandan da örnek Müslümanın karakteristik yapısını tarif
etmektedir. Bu yapının temel taşı ise, sarsılmaz iman, tam teslimiyet ve başarıyı
sadece Allah’tan beklemektir…
Âyet-i kerimeler;ilk Müslümanların yaptığı gibi
hayatın türlü zorluklarına karşı koyan; özellikle inançlarını, vatanlarını ve
diğer yüksek değerlerini koruma uğruna karşılaştıkları sıkıntılara sabır ve
metanetle direnen; Allah’a olan inançlarını, teslimiyetlerini,
iyimserliklerini, sabır ve metanetlerini her zaman koruyan yüksek karakterli sabırlı
Müslümanların rahmet-i İlahiyeye nâil olacaklarını ve ebedî kurtuluşa
ereceklerini müjdelemektedir.