Dolar (USD)
32.18
Euro (EUR)
35.00
Gram Altın
2499.16
BIST 100
10643.58
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Adaletli İstanbul forumu

Küreselleşme, bir takım kabul ve redlerin ortasında gerçeklik ve süreç olarak yaşanmaya devam ediyor. Bir yandan, küresel dünyanın siyasal ve ekonomik aktörleri dünya ölçeğine ayaklarını daha sağlam dayamaya ve yayılmaya çalışırlarken, bunların ideolojik ve teorik zeminini de oturtmak için uğraş veriyorlar. Fakat başından beri, Batı içinden ve dışından eleştiri sesleri kendisini daha çok duyurmaya başladı aynı zamanda. Netice olarak küreselleşirken küçülen dünyada sorunlar oldukça büyüyor, kriz giderek derinleşiyor. Bu sorunların başında da hiç şüphesiz adalet geliyor.

Hafta sonu İstanbul'da oldukça önemli bir forum gerçekleştirildi: İstanbul Dünya Forumu. Konusu da adalet. Foruma yurtiçi ve yurtdışından önemli isimler katıldı. Dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu başta olmak üzere, Richard Falk, Ekmeleddin İhsanoğlu, Mohammed Ayoub, Gilles Kepel, Bobby Sayyid, Hayrettin Karaman, Fehmi Huveydi belki bir fikir vermek için şu anda sayabildiklerimden. Bu forumun İstanbul'da gerçekleştirilmiş olmasının tarihi, sosyolojik ve güncel bir anlamı var hiç şüphesiz. Osmanlı'nın bir yüzyıl öncesinde Balkanlar ve Ortadoğu bölgesi başta olmak üzere bıraktığı boşluk, gözlerin Türkiye ve İstanbul'a çevrilmesine sebep oluyor. Nitekim konuşmacılardan Wadah Khanfar, eskiden kendileri için uzak olan İstanbul'un şu anda yakınlaştığına dikkat çekti.

Richard Falk, konuşmasında iki nokta üzerinde önemle durdu. Birincisi, Şu anda acımasız bir dünyadan bahisle, yeni politikaların ve yeni bir çatı oluşturulması gerektiğini söyledi. İkincisi, Türkiye'nin bu sürece nasıl katkıları olacağı üzerinde durdu. Falk'a göre, Yeni bölgeler ve teşebbüsler oluşturmak, eski savaş dönemlerindeki hatalardan uzak olarak Ortadoğu'ya sağlayacağı destek, kendine yetebilen bir ülke olarak Türkiye'nin bu bölgelerde elde ettiği vizyon Türkiye'yi öne çıkarmaktadır. Doğrusu bu bölge insanları ile Türkiye arasında varolan "kuvve"nin önemli bir imkan olduğunu görmek lazımdır. Falk'un yeni bir yapılanma önerisi de, küreselleşmenin krizinin derinleştiğini tespit açısından da önemlidir. Zaten "adalet"li bir dünya arayışının altında yatan sebep de budur.

Davutoğlu'nun konuşmasında ise, öne çıkarmamız gereken birkaç boyut vardır. Öncelikle Davutoğlu, şu anda dünyada politik bir tiranlığın, ekonomik anlamdaderin adaletsizliğin, kültürel, sosyal ve etnik anlamda dışlamacılık ve ötekileştirmenin bulunduğunu söyledi. Bunlara karşı ulaşılması gereken hedefi ise, katılım esasına dayanan siyaset, sermayenin tabana yayıldığı bir ekonomi ve kültürel farklılıkların birarada yaşayabilmesi şeklinde belirledi. Konuyla ilgili olarak Balkanlar, Ortadoğu, Kafkasya, Afrika gibi bölgelerden adaletsizlik örnekleri verdi. İnsanın varolmasının temelinde değer olduğunu özellikle vurguladı.

Daha sonra salondan, Katar, Bahreyn vb. ülkelerden bahisle İslam dünyasında bir mezhep çatışması meselesinin önemine dair soru üzerine, Davutoğlu'nun söyledikleri daha önemliydi. Kendilerinin Balkanlar ve Ortadoğu siyasetinde tutarlılık içinde olduğunu söyledi. Saddam'ın Kaddafi'nin, Hüsnü Mübarek'in Sünni olmakla birlikte onların tiranlığına karşı çıktıklarını, Esed'e de Nusayri olduğu için değil, diktatör olması sebebiyle karşı olduklarını belirtti ve şöyle tamamladı: "Siyasetler normatif değerler ekseninde yapılmalıdır."

Dünya, giderek küçülüyor ve etkileşimler hızlanıyor. Fakat "dünya cenneti" vaadleri gerçekleşmediği gibi, sorunlar da küresel bir boyuta doğru genişliyor ve derinleşiyor. Öncelikle gelir dağılımları bakımından dünyada müthiş bir adaletsizlik var. Önemli oranda insan açlık sınırlarında yaşıyor, yoksulluk dünyayı tehdit ediyor. Bu sorunlar başka bir takım sorunları tetikliyor. Çok küçük bir azınlık dünyada, dünya zenginliklerinin büyük oranına hükmediyor. Diktatörlükler, hala dünyada etkili. Bu sebeple insanların özgürlükleri de ciddi olarak sorunlu. Dünyanın birçok yerinde oligarşik bir azınlık, ya da aileler hem siyasete hem de ekonomiye hükmediyorlar. Dini, mezhepsel, etnik ayrımcılık ve ötekileştirme de gittikçe kışkırtılıyor ve dünyada bunlardan etkilenmeyen ülke kalmamış gibi.

Öncelikle küreselleşmenin ciddi olarak sorgulanması ve dünyanın yeniden üzerinde kurulabileceği ama adalet üzerine dayanan bir normatif ahlaki zeminin inşa edilmesi gerekiyor. İnsanlık, başına gelen her sorunla yeniden duvara tosladıkça, arayışlar da hızlanıyor. Tam da bu noktada müslümanların tarihe somut önerilerle bir özne olarak girebilmeleri hayati bir önem taşımaktadır.