Dolar (USD)
32.44
Euro (EUR)
34.76
Gram Altın
2436.09
BIST 100
10082.77
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

24 May 2014

AHMET DAVUTOĞLU GERÇEĞİ

Güçlü ülkelerin temsildeki zaafiyetleri uluslararası arenada ciddi sıkıntılara sebebiyet verir. Ülke ve milletler için güçlü liderlik bu açıdan son derece önem arz eder.

Ülkeler devletler donanımlı, kişilikli, feraset ve basiret ehli liderlerin öncülüğünde gelişir, büyür ve değişim dönüşümlerini kıvamında tamamlar. Bu liderlikler aynı zamanda ülkesi üzerinde hesap yapan dost ve düşman ülkelere de sınır koyar.

R. Tayyip Erdoğan güçlü iradesi, donanımlı ekibi, sahip/mirasçısı bulunduğu tarihin ağırlık ve sorumluluğun bilinciyle ülkeyi dilenci ve jandarma olmaktan vakur ve mazisinin bilincinde bir ülke seviyesine taşıdı. Bundan elbette ki Türkiye ile hesapları olan ülkeler rahatsız olacaktı, nitekim kısa sürede bu hoşnutsuzluk kendini belli etti de. Bu devletler rahatsız olmakla kalmadı, bu durumu tersine çevirmek için imkanlarını seferber etti.

80 yıl boyunca bir dış politikası olmayan ülkeye diplomasi nasıl oluru kazandırdı Tayyip Erdoğan ve ekibi. Elbette ki bunun mimarı öncelikle Sayın Ahmet Davutoğlu'dur. Başta İsrail olmak üzere Ortadoğu, İran ve AB-ABD politikalarımızı eleştirenlerin hedefindeki isim bu yüzden Sayın Davutoğlu'dur. Bunlar Sayın Davutoğlu'nun uygulaya geldiği diplomasisini uluslararası diplomatik prensiplerle değil, bizim yaklaşık bir asırdır olmayan dış politikamıza göre değerlendirince "sorunlu" bir dış politikamızın var olduğu anlaşılıyor. Sorunlu, çünkü dünya perspektifiniz, dışa yönelik tarz-ı siyasetiniz varsa sorun da vardır. Tabi, sizin dış politikalarınızı 'müttefik!' ve 'stratejik ortak'larınız belirliyor ise, adamca bir dış politikaya sahip değilseniz, tarih, gelecek, dünya derdiniz yoksa sorun/unuz da olmaz!

Yani,

Davutoğlu'nun Türkiye'ye kazandırdığı dış politika ile bugüne kadar olmayan dış politikamız kıyaslanınca uluslararsı ilişkilerimizde dağ gibi "sorunlu" bir durum ortaya çıktı. Uluslararası diplomaside sorun kaçınılmazdır, öyle 'Yurtta Sulh Cihanda Sulh' sloganlarıyla milletlerarası ilişkilerde sorunsuzluk diye bir şey söz konusu olamaz. Pısırıklıkla, yani sorumsuzluk, bana necilikle dış politika ve diplomasi inşa edilemez.

Gerçi dış politikamızı "sorunlu" bulanların beslendikleri yer Freedom House olunca bunların hiçbir şekilde ikna olmaları mümkün olmuyor. Freedom House deyip geçmeyin,

Ülkelerde iç savaş, darbe, kaos çıkarmakla bilinen CIA kuruluşu Freedom House dış politikamızın da "sorunlu" olduğunu "aramızdaki İrlandalılara" kabul ettirmiş. Freedom House'un 17 Aralık ortaklığı ile başta dış politikamızın hedef alındığını ve hedef almayla başbakan Erdoğan, Ahmet Davutoğlu, Hakan Fidan'ın istenmeyen şahsiyetler olarak belirlendiğini biliyoruz, unutmadık.

9-11 Mayıs günleri Avusturya'nın başkenti Viyana'daydım. UETD'nin konuğu olarak konferans için gittiğim Viyana'da gurbetçi kardeşlerimizle, Diyanet işleri temsilciliği ile İmam Hatiplilerin Liseliler (ÖNDER) Genel Başkanıyla, WEFA ve Avrupa'da faaliyet gösteren çeşitli platform temsilcileriyle görüşme imkanımız oldu.

Avrupa Türkiye'ye artık eskisi gibi bakmıyor. Osmanlı ve İslamofobia hariç Türkiye vatandaşı artık eskisi gibi hor görülmüyor, aşağılanmıyor. Avusturya'da da Türkiye'deki üniversitelerin denkliği sorunu çok zorluklar yaşatmıştı. Ak Parti ile bu sorun gibi daha pek çok onur kırıcı probleme son verildi. Oradaki gençler ve çocuklarla ilgili inisiyatif de gurbetçilerimizin lehine değişti. Bunlar onurlu bir dış politikayla elde edilen kazanımlardır.

Gerçek şu ki;

Türkiye son 12 yılda Ahmet Davutoğlu Hoca'nın çizdiği dış politika sayesinde dünyadaki yerini belirledi. Bu yer, kadim gelenek ve medeniyetin bütün kodlarıyla yeşerdiği ve yeniden inşa edileceği İslam coğrafyası-havzasıdır.

Bu, Batı'dan kopuş, Batı ile arasına set çekme değil, Batı medeniyeti ile "büyük buluşma" anlamına gelir. Kadim geleneğin bütün unsurlarıyla tarih sahnesindeki yerini sahiplenmesidir bu. Bu, Batı'yla ille de ters düşme değil, Batı'nın Doğu'suyla Doğu'nun Batı'sıyla "yeniden bu buluşma"ya dahil etmektir.

Yani bu, "her milletin 'özgünlüğü' olduğu gibi 'özgül ağırlığı' var" anlayışının alması gereken pozisyonudur.

Bu, Batı'dan "yüz çevirme" değil, Batı ile yüzleşmedir. Kendisi olarak, bütün kültür, inanç ve değer kodlarıyla 'ben, evet, ben buradayım' diyerek yüzleşmesidir. Hepsine selam olsun Nuh'un tufanından, İbrahim'in teslimiyetine, Nil'in yarılmasından, İsa'nın çarmıhına, Muhammed Mustafa'nın Hicret'inden Endülüs'ün tahribine kadar ve oradan Salahaddinlerle Fatihleri sahiplenerek yüzleşmesidir Batı ile.

Bu anlayış Adem as'dan gelen mirasın bilinciyle bütün renklerin, bütün dillerin, bütün dinlerin, bütün siyasi akımların, mezhep ve meşreplerin birlikte ve de kendisi kalarak yaşayabilmesini esas almaktadır. Bunu da ancak bağımsız bir dış politika sahibi olmayı göze alabiliyorsanız başarırsınız.

Freedom'cuların istemedikleri, beğenmedikleri budur. Bağımsız dış politika hakkının kendilerinde olduğunu iddia eden ve bunu asra yakın süre kabul ettirenlerle onların kuklaları Davutoğlu Hocanın haysiyetli dış politikasından asla razı olmazlar.

Sözün özü;

Recep Tayyip Erdoğan'ı persona non grata ilan eden dahili ve harici güçler, liderinin yolunun aziz yolcusu olan Ahmet Davutoğlu Hocayı da BAŞBAKAN olarak istemiyor.

Ne olacak peki?

Diyarbekirli "şehir çocuğu"nun ifadesiyle;

Elin/yabancının değil xaxımızın/halkımızın ne dedığıne baxarıx/bakarız.

@ahmetay_