Dolar (USD)
32.34
Euro (EUR)
34.74
Gram Altın
2454.33
BIST 100
10218.58
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

14 May 2014

Akışkan Vesayet

Vesayetin olduğu her yerde aynı zamanda bir tahakküm ilişkisi vardır.

En korkutucu tahakküm biçimi, hüküm altına alınanların sezgisinden ve bakışlarından kendisini kaçıran, böylece tahakküm altına aldıklarını da bu tahakkümün suç ortaklarına dönüştürebilenidir. Fransız sosyologPierre Bourdieu bu tür bir tahakkümü, 'sembolik şiddet' olarak tanımlar.

Türkiye'de hala siyasetin maruz kaldığı bürokratik vesayeti tartışıyoruz. Bu konuda alınan mesafe yadsınamaz. Ancak öte yandan siyasetin bile alınan onca mesafeye rağmen nasıl bir risk altında olduğu, 17 Aralık'tan 30 Mart'a kadar uzanan bir takvim içerisinde, çıplak gözle bile görülebilecek bir netlikte ortaya çıktı.

Türkiye gibi bir ülkede yerleşik halde bulunan vesayet, sistemin kılcal damarlarında akışkan bir vaziyette kendi hayatine imkan veren bir düzlemde ve düzenekte iş görür. Alet çantanız yoksa ve gerekli ekipman, tertibat ve donanım eksiğiniz varsa onunla başa çıkmak sanıldığı kadar kolay değildir. Sözünü ettiğimiz tertibat bile size yarı yola kadar eşlik edebilir. Zira Türkiye'de vesayet esasında teknik bir sorun değil; bir zihniyet sorunudur. Teknik düzenek vesayetin sistem içerisindeki yapılandırılmasında iş görür; ancak ona asıl can suyunu veren zihniyettir. Zihniyetin ise tarihu00ee ve kültürel arka planı düşünüldüğünde değişimi zaman açısından yüksek derecede maliyetlidir.

Mevzuat Müsait Değil!

Vesayetin olduğu her yerde her şeyin kendi olmaktan çıkarak birer ateşli silaha dönüşmesi mukadderdir. Hukuktan eğitime, diyanetten medyaya kadar uzanan ve tetiklenmeye hazır bir düzenekle karşı karşıya kalınması çoğu zaman kaçınılmazdır.

Maalesef eğitim bu düzenek içerisinde çok da sorgulamadığımız bir alan olarak yer tutmakta. Devletin uhdesinde bulundurduğu, ciddi bir personel ve kaynak ayırdığı en önemli alan eğitimdir. Eğitim için ayrılan kaynak ve istihdam edilen personel sayısı, üstünkörü bir bakışta bile eğitim meselesinin ciddiye alındığı izlenimini uyandırır. Lakin bu üstünkörü bakıştan derinlikli bir çözümlemeye girişildiğinde, elinizde kalan şey çok olur. En azından eğitim alanında bu durumun son derece açık olduğu söylenebilir.

Türkiye'de eğitim bugün arzu edilen bir noktada değil.

Bu, sonuçlarıyla birlikte aşikar bir veri olarak önümüzde durmakta.

İlköğretimden yükseköğretime kadar bu böyle.

Çeşitli toplum kesimlerine kulak verdiğinizde, bizzat sistemin içinde yer alan öğretmen ve öğrencileri dinlediğinizde, yöneticilerden yönetilenlere uzanan bir hat boyunca rastlayacağınız kişilere kulak verdiğinizde, eğitim alanının büyük bir memnuniyetsizlik kaynağı haline geldiği görülecektir.

Adeta eğitim alanında oluşan bir 'memnuniyetsizlik döngüsü' içinde herkes çırpınıyor.

Belli aralıklarla bunun nedenlerine ilişkin söz söyleyen, kalem oynatan birisi olarak bugün meselenin başka bir boyutuna temas etmeyi lüzumlu görüyorum. Yukarıda betimlemeye çalıştığım vesayetin esasında kendisini yeniden ürettiği bir mahal olması açısında eğitim-öğretim kurumlarının durumu maalesef gereğince tartışılmamaktadır. Öte yandan üzülerek ifade ediyorum ki Türkiye'de eğitim kurumları, hem teknik açıdan hem de zihniyet bakımından kötürümdür.

Türkiye'de eğitim bugün arzu edilen bir noktada değil, dedik.

Peki, arzu edilen bir noktaya gelebilir mi?

Gelebilir; ancak bunun için mevzuat müsait değil!

Yasa, yönetmelik, yönerge, madde, fıkra ve dahasıu2026

Kelepçe mi dersiniz pranga mı istersiniz?

Oysaki insana yönetmeliklerle dokunamazsınız.

Ruhun ürpertisi, düşüncenin derinliği, fikrin çilesi, anlamanın hamlesi, ifadenin hürriyeti, kendini keşfin neşesi; kısaca eğitimin kendisine amaç edinmesi gereken ne varsa, işte tüm bunları ancak onlarla öğütürsünüz.

@_aydinali

[email protected]