AKLIN YOLU GERÇEKTEN AYNI MI?
17. yüzyılın bozuk İspanyol toplumunu acaba nasıl düzeltebilirim, yanlışlara nasıl dur diyebilirim derdini yüklenmiş olan Cervantes Saavedra, okurlarını “Don Kişot” kitabında kimi zaman güldürerek, kimi zaman da düşündürerek meramını anlatır.
Gördüğü yanlışları düzeltmek isteğinde olup, yel değirmenleri ile sistemin çarklarını, yanlışlarını simgelerken, bir köylü kızına aşkını da (Dulsineya) uğruna savaştığı davası olarak niteler. Mücadelesini bu şekilde sembollerle anlatır.
Umutsuz bir hayat mücadelesine girişen yazar, sonunda pes edip evine gitmek zorunda kalır.
Gençlik başı duman. Gençliğimde okumuş ve pek keyif almıştım. Yaşımın verdiği olgunlukla hatırıma gelen bu güzel eser başka düşünceler serdi aklıma... Sızılar verdi yüreğime.
Kocaman kara deliklerin koca dünyayı ve içindekileri içine alıp akılları yel değirmeninin çarklarının içinde öğüttüğünü görmeme sebep oldu.
Aklı başında olan herkes bilir ki aklın yolu birdir ve her güzel şey herkes için aynıdır. Doğruluk, helal kazanç, sözünde durmak, işini güzel yapmak, emanete ihanet etmemek, arkadan iş çevirmemek, güvenilir olmak, iffet, namus...
İnsanlığın dibe vurup dünyanın çivisi çıktığı bir ortamda bir yanda savaşlar, bir yanda doğal afetler# bunun yanında da ardı arkası kesilmeyen devletler arası, toplumlar arası, aile içi anlaşamamalar, çekememeler, kopmalar...
Dengelerin alt üst olup orman kanunlarının hakim olmasıyla, güçlünün arkasına ve önüne bakmadan dozer gibi ezip geçmesi ve her güzel şeyin bir bir elimizden kayması...
Bir veba gibi yayılan hastalıklı ruhların çıkardığı kaoslar ve bu kaosun içinde aciz bedenlerin kocaman bataklıkların içinde yavaş yavaş kaybolması...
Daha da acısı farkında olanların makamını kaybetme korkuları ile bütün yaşanan olumsuzluklara sessiz kalması...
İnsanlığı bitiren anlaşmaların, teorilerin bir kanser gibi öncelikle batıda akabinde bütün dünyada hakim olması ve aklı başında olanların da bu virüse yenik düşmeleri...
Nereden tutsam elimde kalıyor, hangisini yazmayı düşünsem bir çok kapılar açılıyor. İnsanlığımızı ayakta tutacak insanlığımızı tekrar hatırlatacak bu durum# ailelerimizi de her yönden tehdit altına alması durumu daha çok vahimleştiriyor.
Daha söylemek istediğime bile giremedim. Bizi bekleyen daha büyük tsunamiler var. Defalarca yazılarımda söylemlerimde “aman ailelerimiz...” diyorum. Lakin planlı bir şekilde katledilmelere her seferinde şahit oluyorum.
“20. yüzyılın ahlakını değiştiren adam” olarak tarihe geçen Kinsey’in en sonun da bizim de ahlak anlayışımızı alt üst eden araştırmaları ve sonuçlarının acı akıbetlerini görüyoruz.
Kisney raporunu okumam kanımı dondurdu. Çağımızın en büyük sorunu “cinsel devrim” olarak sunuldu. Bu rapor sonucu kesin bilgi olarak kabul edilip Amerika’da ceza sistemini bile değişti. Zina, çocuk erotizmi, kürtaj, evlilik öncesi cinsel ilişki, karı koca aldatmaları ve tabi sonucu eş cinsellik artık normalleşecekti.
Amerika’da olan Avrupa’ya arkasında da bütün dünyayı saracaktı ve sardı da. Ve dünyada ilk olarak dünyanın incisi olarak düşündüğüm İstanbul’umuzda imzalandı. Ve adı tarihe kara leke gibi kalacak “İstanbul anlaşması” olarak yazıldı.
Şerhler koyularak kırk dört ülkenin de imzaladığı anlaşma acaba nelere gebe olacaktı?
Anneyi evinden alıp ucuz bir işçi olmaya daha da mı yardımcı olacaktı?
Dünya savaşları erkeklerin nüfusunu eritmişti. Elbette işçi ihtiyacı vardı. Zemini 1957 lerde Avrupa birliği çerçevesinde atılan kadın erkek eşitliği düşüncesi İstanbul anlaşması ile zeminini genişletti.
Cinsiyet, Cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet eşitliği söylemleri insanlığı da aileyi de bitirdi. Kadın–Erkek eşitliği düşüncesi toplumsal cinsiyet eşitliğinin yanında erkek, kadın, lezbiyen, gay, biseksüel, trans(LGBT) ve diğer formlar eşitliğine de dönüştü.
İşin daha acı tarafı bu durum bizde de normalleşti...