Dolar (USD)
32.83
Euro (EUR)
35.23
Gram Altın
2445.55
BIST 100
10471.32
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

04 Aralık 2014

ALEVİLER VE AÇILIM

Farklılıklarla birarada olma meselesi, kabul etmek gerekir ki, insanlığın başından bu yana yaşanan problemlerin başında gelmektedir. Fakat Ulusçuluk akımlarının dünyaya yayılması ile her bir farklılığın cemaatsel niteliği sona ermiş, territoryal düzlemde tanımlanan ulus ise büyük bir cemaat olarak tasarlanmıştır. Bu büyük cemaat, realitede içerisinde farklı din, mezhep ve etnisiteleri barındırmakla birlikte, merkezi ve makbul vatandaşı tekrar tanımlamıştır ki, farklılıklar kendilerini oldukları gibi bu tanımın içerisinde bulamamışlardır. İşte post/modern zamanlarda yaşadığımız kimlik ve tanınmaya dair çok geniş yelpazede yaşanan etnik, mezhebi, dinsel çatışma ve gerilimlerin temelde sebeplerini burada aramak lazımdır.

Bu içeriksel tartışmayı en net tezahürleriyle Durkheim'da bulmaktayız. Durkheim, dinin birleştirici ve bütünleştirici bir öge olduğunun farkındaydı. Fakat dinin artık eski konumu ve fonksiyonunu kaybettiği bir zaman diliminde, toplumun nasıl bütünlüklü bir yapı olarak korunacağı sorunu etrafında odaklanmaktaydı. Hatta Onun sosyolojisinin temel probleminin bu olduğunu söyleyebiliriz. Bu, aynı zamanda o dönem Fransa'sı için pratik bir ihtiyaca da tekabül etmekteydi. Çünkü İhtilal sonrası Fransa'nın toplumsal bütünleşmeye ihtiyacı vardı. Tam da bu sebeple, Durkheim da toplumu büyük bir cemaat olarak tasarlamış; hatta topluma bu anlamda tanrısal bir anlam yüklemiştir. (Bkz. Durkheim, Dini hayatın İbtidai Şekilleri ve Sosyolojik Yöntemin Kuralları)

Tam da bu noktada, zihniyet ve pratikler düzeyinde müslüman dünyada sorunlar yaşanması sebebiyle, İslam'ın bu farklılıklara insan ve kültür gerçeğinden hareketle yaklaşımına bir bakmak lazımdır. Öncelikle insanın oluşumunda asla müdahil olmadığı etnik farklılıkların bir ayrımcılık değil, tanışma ve kültürleşme vesilesi olduğu bilinmelidir. (Bkz. 49/Hucurat, 13) Üstelik renkleri ve milletleri Allah yaratmıştır. İkincisi, Allah (CC) peygamberler vasıtasıyla bize bir hidayet ve rehberlik etmekteyse de, insanları inanmaya zorlamaz. (50/Kaf, 45; 2/Bakara, 256) Allah inanan, inanmayan herkesin hesabını ahirette görecektir. Ama dünyada, herkes inanmayı ya da inanmamayı, neye nasıl inanacağını kendi iradesi ve tercihi ile belirleyecektir. Bu anlamda bir başka inancın, görüşün, yorumun yanlış olduğunu düşünebiliriz, onunla müzakere ve ilmi usullerle tartışabiliriz ama ona müdahale edemeyiz. Çünkü Allah'ın bile yapmadığı bir şeyi yapmaya kalkmak, tanrılık taslamaktan öte bir anlama gelmeyecektir. Doğrusu Hz. Peygamber'in (SAV) kendi zamanındaki uygulamaları böyledir.

Şimdi gelelim Alevi açılımına. Aslında bu söylediklerimizi, sadece aleviler için değil, tüm farklılıklar için söylemeliyiz. Meseleyi birkaç boyutlu düşünmeliyiz. Birincisi, aleviler ve aslında diğer farklılıklara öncelikle bir güvenlik sorunu olarak bakmaktan vazgeçmelidir. Anayasa ve hukuksal düzen içerisinde suçların şahsiliği çerçevesinde meseleye bakılmalı, bir grubu etnik, mezhebi aidiyeti suçlama konusu olmamalıdır. Bunu özellikle konuştuğum alevilerin ve azınlıkların en büyük problem olarak zihinlerinde taşıdıkları için söylüyorum. Belki normalleşmenin başlangıcı da bu olacak. Özellikle geçmişte uygulanmış bazı siyasetlerin kimi alevi belleklerde belirli düzeyde bir öfke oluşturduğunun farkına varılması gerekiyor.

İkincisi, devletle barışma sürecinin hızlandırılması önem taşıyor. Doğrusu AK Parti Hükümeti bununla ilgili çabalar gösteriyor. Ancak çok tereddütlü adımların atıldığı gibi bir izlenim bende oluştu. Bilhassa alevilerin ötekileştirildikleri gibi bir düşüncenin belleklerden silinmesi kolay değil, ama tanınma ve kimlik konusunda uygulanacak sağlıklı politikalar önem taşıyor.

Üçüncüsü; din derslerinde alevilerin kendi kitaplarını kendilerinin hazırlamaları ve alevi çocuklarına kendilerinin okutmalarının önü açılmalıdır. Dördüncüsü; Alevilerin kendilerini tanımlamaları çerçevesinde cemevlerinin statüsü tekrar belirlenmelidir. Belki bu konuda öncelikle Alevilerin kendi aralarındaki tartışmalarını netleştirerek devletten net taleplerde bulunması anlamlı olacaktır. geçmişte yapılan Alevi çalıştaylarının da ne gibi sonuçlara ulaştığını öğrenemediğimiz için bu konu olabildiğince muğlaklıklar taşıyor.

Beşincisi; Diyanet İşleri'nin kapatılmasına dair tümü olmasa bile bazı alevi gruplarının talepleri vardır. Bunun çok makul olduğu konusunda bazı tereddütlerim var. Şöyle ki; özünde dini grup ve yapıların sivil olmaları gerektiği kanaatini taşıyorum. Ancak, bunların kontrol edilmeksizin (mali denetim, organizasyon vb.) yollarına devam etmesi çok reel gelmiyor. Belki Diyanet İşleri Başkanlığı'nı uzun vadede tüm cemaatlerin üzerinde böyle bir mekanizma olarak konumlandırmak mümkündür. Ancak bu kontrol, işlere ve inançlara bir müdahale olmamalıdır. Bu aşamada Diyanet'in Alevi din adamlarının atanması ve maaşlarının ödenmesi konusunda atakları olmalıdır. Bir de devlet, cami de cemevi de yapmamalıdır.

Meselenin tartışılacak çok boyutları var; ama işin özü adalet ve insaf temelleri etrafında toplumun tekrar inşasıdır.