Dolar (USD)
32.33
Euro (EUR)
34.69
Gram Altın
2392.94
BIST 100
10276.88
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

13 Kasım 2014

Alevileri Kendilerini Tanımlayabilirler mi?

Başbakan Davutoğlu'nun Hacıbektaş'ta yaptığı konuşmanın yankıları sürüyor. Aleviliğin tarihsel muhayyilesinden beslenen konuşma, zengin içeriği ile yavan siyasi-entelektüel dünyamız açısından şüphesiz önemliydi. Ancak konuşmanın bugün "Alevilik" sorunu diye tartıştığımız meseleye yaklaşımında tartışılması gereken ön kabullere dayandığını söylemek durumundayım. Çünkü Sayın Başbakanın soruna ilişkin tanımlayıcı ve çözümleyici analizinde yaslandığı ön kabuller şayet diğer paydaşlar tarafından kabul edilmiş olsaydı muhtemelen sorunun çözümü gerçekten de kolay olacaktı. Sorun şu ki Başbakan'ın tüm söylemini belirleyen ön kabullerde tarafların vardığı bir uzlaşma yok. Ortada yekpare bir Alevilik yok. Kendisini Alevi kimliği altında tanımlayan birbiriyle bağdaşmayan, uyuşmayan, benzemeyen çok farklı aktör var. Böyle olmasında da bir sakınca yok ayrıca.

Başbakan konuşmasını anlaşılan ana akım Aleviliğin tarihsel-teolojik arka planı üzerinden temellendirmektedir. Hiç şüphesiz bu önemlidir ve yapılacak bir tartışmada Aleviliğin tarihsel, sosyolojik, kültürel ve teolojik arka planının göz ardı edilmemesi en doğal olandır. Ancak konunun bütün art alanının arkeolojik kazıya tabi tutulması, ne olduğunu bilmeyen bir sosyal kümenin sınırlarını çizmek ve içeriğini doldurmak için değil, bugün inanç-düşünce tercihleri ile bütünlüğünü kaybetmiş üst bir kimliğin yaşadığı ya da yaşadığını iddia ettiği sorunlara çözüm getirmek için yapılmaktadır. Yani mesele Aleviliğin ne olduğu değil Alevilerin ya da Alevi olduklarını iddia edenlerin yaşadıkları sorunlara çözüm getirmektir. Ancak Başbakan'ın konuşmasının ana motivasyonu, Aleviliğin ne olduğuna hatta daha açık bir ifadeyle Aleviliğin bizim İslam inancımızın içinde yer aldığına ilişkin cevap getirmek oluşturuyordu. Başbakan "Alevi sorununu çözmek istiyorum ancak öncelikle Aleviliği tanımlayacağım" diyor sanki.

"Alevilik" sorunu olarak kodladığımız sorun özü itibariyle radikalleşmiş Cumhuriyet pratiğinin toplumun doğal dokusuna yaptığı sert siyasal müdahaleler oluşturmaktadır. İnanç evreni ve kurumları ile gayrı meşru ilan edilerek hayat damarları kesilen bir kimliğin doksan yıllık zor bir tecrübenin ardından vardığı dönüşümü, farklılaşmayı, kırılmayı, yırtılmayı hatta tabir yerindeyse çoğulculaşmayı göz ardı edecek bir okuma, anakronik kalacağı gibi aynı zamanda sorun çözme yeteneğini kaybeder. Anakronik kalır, çünkü Başbakan, Alevileri tarihin belirli dönemlerinde şekillenmiş, dört başı mamur, temel dayanakları şaşmaz bir şekilde oluşturulmuş bir Aleviliğe ikna etmeye çalışıyor. Tarihteki bu "öz"e bugünü uydurmaya çalışmakta, verili olanın meşruiyetini tarihsel "öz" üzerinden getirmeye çalışmaktadır. Aleviliği koordinatları tarihte sabitlenmiş bir yapı olarak çizdiğimizde mevcut gerçekliği ne yapacağız? Bugün Alevilik en azından bazı bileşenleriyle meşru olarak kodlanan "öz"e uymuyorsa, uymayacağını ifade ediyorsa ne olacak? Hangi merci, hangi makam Alevilik üst kimliği altında yer alan bileşenlerden şunun meşru ve makul, şunun da gayrı meşru ve makul olmayan olduğunu söyleyecek? Bunu söyleyecek merci, makam yetkisini nereden alacak?

Sivil, güç ve baskı mekanizmalarından arınmış bir Alevilik tartışmasında bu pozisyonu sahiplenme, savunma anlamlıdır, meşrudur ve makuldür. Ancak devlet aygıtı üzerinden yapılacak bir düzenlemede konuya bu şekilde yaklaşım bizi "meşruiyet" mercii olarak devlete götürmektedir ki bu hem doğru değildir, hem de sakıncalıdır. Çünkü bugün Alevilik dahil yaşadığımız pek çok sorun, devletin kendisini bir hakikat rejimi ile ilişkilendirmesinden hatta "hakikat" mercii olarak konumlandırmasından kaynaklanmaktadır.

Siyasal bir rasyonalite tarafından sosyolojik gerçekliğin özelliklede inanç dünyasının müdahaleye açılması amaç ve niyet ne olursa olsun bir tahakküm biçimidir. Türkiye'de devlet, toplumu kültür ve inanç boyutlarıyla belirli bir kalıba oturtmanın mücadelesinden vazgeçmelidir. Hatta Alevilik dahil belirli etnik, mezhep farklılıkları üzerinden operasyon yapmaya, Türkiye'nin insicamını bozmaya dönük girişimlerde olabilir. Toplumun doğal akışını, kültür ve inanç dünyasını hedef alan tüm operasyonel girişimleri sivil mekanizmalarla bertaraf etme kabiliyetine, olgunluğuna, birikimine sahip bir toplumdan bahsediyoruz unutmayalım. Moğol istilalarını, Haçlı Seferlerini püskürten bu toplum, tüm bileşenleriyle kendisini tanımlama, kimliğini içeriklendirme ve neye nasıl inanacağı konusunda devletten daha fazla karar verebilecek yetkinlikte ayrıca da hakka sahiptir.

Zorunlu din dersi tartışmalarında da dikkat çekmeye çalışmıştım. Alevilik meselesi bağlamında da temel sorun Aleviliğin ne olduğu meselesi değil, devletin neden olduğu hak ve özgürlük ihlallerinin giderilmesidir. Devletten beklenen Aleviler arasındaki ayrımı ortadan kaldırarak bir Alevi kimliği inşa etmek değil Alevilik üzerinden kendisini tanımlayan bu toplumsal kesimin yaşadığı mağduriyetleri gidermektir. Çünkü devletin görevi Rorty'nin çok yerinde ifadesiyle Özgürlük alanlarımızı korumaktır "Hakikat"i korumak değil. Çünkü özgürlüğümüz korundukça toplumun her bir bileşeni "Hakikat"e sahip çıkacaktır. Ki bu toplum özgürlüğü korunmadığı zamanlarda bile "Hakikat"i sahipsiz bırakmamıştır.