Anna Karenina'nın açtığı kapı; Tabiat, insan ve eşya algısında psikolojinin önemi
İnsanda, gördüğü her şeyi
ruh durumu üzerinden okuma temayülü var. Ömrün mevsimleri gibi ruhun hâlleri de
kişiyi objektif bir bakış açısından uzağa düşürecek biricik hakikat. Aynı
kitabı başka vakitlerde okumanın farklı tesirlere neden olması nasıl ruhiyat
ile izah edilirse aynı insanın hayatın farklı evrelerinde bambaşka bir duygu
biçimi ile ele alınması da ruh hâli ile açıklanabilir. Bir dönem kendisinden
beslendiğimiz kimse, zaman içinde maneviyat alamadığımız birine
dönüşebilmektedir. L.N.Tolstoy’un Anna Karenina adlı muhteşem eseriyle
kitabın baş kahramanı üzerinden çizdiği ruh portresi de bu düşünce yapısını
destekleyen bir bilince açar kapılarını…
Eserde asil güzelliği ile
tanınan evli ve çocuklu Anna Karenina’nın Vronskiy adlı gençle yaşadığı aşk
konu alınır. Vronskiy için Anna Karenina gibi güçlü ve güzel bir kadını fethetmek
kendini ve gücünü cemiyet içinde ortaya koymak manası taşırken Anna Karenina
için bu ilişki kısa zamanda ıstıraba dönüşür. Durumu olanca açıklığıyla eşine
açıklayan Anna Karenina -oğlunu geride bırakma pahasına- evini terk ederek
sevdiği adamla gider ve özgürlüğü için yüksek bir bedel öder. Vronskiy’den bir
çocuğu daha olan ve onu asla geride bıraktığı oğlunun yerine koyamayan Anna,
oğluna duyduğu hasret ve nedamete rağmen mutludur. Mutluluğun, geride
bırakılanlara karşı hissedilen duygulara baskınlık sergilediği bu ilk dönem
karakter için insanın, eşyanın ve tabiatın yüksek bir taşkınlıkla
anlamlandırıldığı zamanlardır. Karenina o kadar güçlü bir duruş sergilemektedir
ki kendisini kınayanlarla karşı karşıya gelerek sohbet ettiğinde kınayıcıları
tesiri altına almakta, hatta cesur tercihine imrenir duruma getirmektedir. Nitekim
çevresindeki hiçbir kadın onun kadar cesur olamamış, günahını gizli saklı
yaşamıştır. Ancak süreç içerisinde insan tabiatının kaçınılmaz bir parçası olan
yılgınlık ve sıkılma hissi genç çifte de uğrar. Bu durum Vronskiy tarafından
profesyonelce örtülebilirken Anna’da adı kıskançlık olan, öfke olan, şüphe olan
bir krize dönüşür. Esasında onun yaşadığı, geçici mutluluğunun ardından gelen
bir kendiyle yüzleşme durumudur fakat Anna Karenina buna geçit vermemek adına
sürekli suçlama yoluna gider. Kitapta Anna Karenina ve Vronskiy’in birlikte
geçirdiği zaman, mutluluk ve hesaplaşma olarak iki dönem üzerinden okunabilir.
Böylece eser Anna Karenina’nın mesut zamanları ile ıstıraba dönüşen zamanları
arasındaki farkın eşyaya, tabiata ve insana nasıl yansıdığının bir tefsiri
olarak okumaya müsait bir boyut daha kazanır. Aşkın ayakları yerden kesen ve
gözleri kör eden mesut dönemlerinde sabrını, hoşgörüsünü, inceliğini gördüğü
şeylerle ilgili yorumuna yansıtan Anna Karenina, bu aşkın pişmanlığa ve nefrete
dönüştüğü zamanlarda kendisi ile direkt bağlantısı bulunmayan her insana tiksinti
ile bakar, çevresinde daima kusur arayışına girer, öfke duyar. Psikolojinin tüm
baskınlığıyla kendini konuşturduğu zorlu süreç Anna Karenina’nın uşağa,
arabacıya, hemcinslerine, tezgâhtara, bindiği trende yapılan sohbetlere
“küstah”, “aceleci”, “pis”, “çirkin”, “sahtekâr”, “yalancı” gibi sıfatlarla
yaklaşımına neden olur. Nihayetinde pençesine düştüğü iç hesaplaşmada iç sesini
bastıramayan ve hayattan nefret eder hâle gelen bu zarif güzellik kendini tren
raylarına bırakarak dünyaya veda eder.
Eserde Anna’nın sevdiği
ve uğruna pek çok şeyi feda ettiği olağanüstü kişiyle, nefret ettiği bir
şahsiyet olan yalancı ve güç ispatına giren kişi aynıdır. Tolstoy kadının
duygularını o kadar inandırıcı tasvirlerle ortaya koyar ki ilk bölümlerde
Vronskiy’e hayranlık besleyen okur da son kısımlarda ondan nefret eder duruma
gelir. Öyle ki Anna’nın şüpheler, hezeyanlar, ikilem ve kıskançlıklar
içerisinde yorulan yüreği ile empati kurarak karşısındaki insanı onun
perspektifinden yorumlamaya başlar. Bu yorum romanın son kısmında çevresindeki
herkese, her şeye aynı duygu durumu üzerinden bakan bir Anna Karenina gerçeğini
beraberinde getirirken okuru da yorar. Tolstoy'un çizdiği bu ruh portresi
insanlığımızın genel durumunu da özetler esasında. Haberlerin, yorumcuların,
sosyal medyanın kötüyü daha kötü gösterme ve yayma eğilimi karşısında bunalan
fert baktığı ve gördüğü her şeyde bir kusur arayışına girmeye başlar. Güzeli
göremez olur. Yorulur ve bunalır. Hem dehşetin ve vahşetin omuzlarında yükselme
çabasındaki çağa korkuyla bakar ve yarınları adına endişe duyar; hem de sosyal
çerçeve içinde kendisini diğerleriyle kıyasa tâbi tutmasına sebep olan aldatıcı
resimlerin anlık şaşaasına kanar. Oysa vahşet ne onu göz önüne taşıyarak
insanlarda bir ürküntü meydana getiren sosyal medya ile var olmuştur ne de
dondurulmuş ânın aldatıcılığı görülenin genelini ihtiva eder. Ancak kişi, psikolojisini
harap eden amiller üzerinde durmak yerine karamsarlığını kendisine mevcut
durumuyla izaha çalışır. Kabiliyet ve imkânlarını bile sınırlandırılmış ruh
hâli içinde imkânsızlık olarak farz etmeye başlar. Böylece ferdin gördüğü; görmeye
tâbi tutulduğu yahut kendisini görmeye mahkûm ettiği olur. Oysa neyi
gördüğümüzden çok, neyi ne şekilde gördüğümüz önem taşır.
Selam ile.