Dolar (USD)
32.27
Euro (EUR)
34.71
Gram Altın
2400.71
BIST 100
10336.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

27 Haziran 2019

Asıl mesele seçimlerin kaybedilmesi değil!

Seçimler bitti şimdi konuşma, muhasebe zamanı. Lafı dallandırıp budaklandırmanın, önümüzdeki sonuca gizemli gerekçeler üretmenin gereği yok. Basit ve yalın gerçeği görmek ve öylece değerlendirmek yerine bizden kaynaklı olmayan nedenler, nerede başlayıp nerede bittiklerini kestiremediğimiz ve daha da önemlisi mevcut halimizle hiçbir etkide bulunamadığımız ve direnç oluşturamadığımız birtakım karanlık odaklar üzerinden meseleyi komplocu bir okumada tüketmeyi alışkanlık haline getirenlerin sorumluluk kaçkınlığını not edip onları kendi hallerine bırakmaktan başka yapacak bir şey yok! Onlar gerçeklikten kaçmaya, kendi yaptıklarıyla yüzleşmemek için inat etmeye devam ededursunlar.

‘Başınıza gelen şeyler yapıp ettikleriniz yüzündendir.’ İlahi ikaz bu! O halde ana mesele karşı ittifakların, dış koşulların, ahlaksız işbirliklerin, asırlık hesapların ötesinde bizim ne yapıp ettiğimiz ve nasıl yapıp ettiğimiz! Bunu diğerlerini yok saymak için söylemiyorum. Karşınızda ittifaklar olur, gizli ittifaklar olur, dış bağlantılar ve derin hesaplar vs. hepsi olur. Size ve yaşadığınız bölgeye dair bir hesabın olmayışı düşünülemez elbette. Onları gözeten bir okumanın, eylemin içinde olmamız son derece doğal. Ancak varlığımızın bununla mukayyet olamayacağı, varlığımızın esaslı kısmını onlarla, kendimizle kısacası hayatla kurduğumuz ilişkinin tarzı ve mahiyeti belirliyor.

Bugün asıl mesele; zannedildiği gibi veya konuşulduğu gibi seçimlerin kaybedilmiş olması değildir. Pek çok insanın canını acıtan şey; seçimleri kaybeden varlığın tarzı ve niteliğidir. Bu tarzın ve niteliğin kabullenilemez oluşudur. O yüzden seçim sonuçları üzerinden yapılacak anlamlı bir analiz kaybedilen seçimler üzerine bir takım teknik ve tali hususları sıralamak yerine hayatla kurduğu ilişki itibariyle bir partinin, bir toplumsal kesimin niteliğidir. Bu niteliği ister ahlaki, ister politik, ister düşünsel, ister kültürel-sanatsal, ister ekonomik vs. gibi alanlar üzerinden ele alın.

Bu açıdan hayatla kurduğumuz ilişkinin tarzı ve niteliğinin bir anlamda kaçınılmaz kıldığı yenilgi karşısında suçlu aramak, mazeret üretmek veya aslında şu kişi, şu politika gibi yanlış yönlendirici çözüm arayışlarına mesafe almak durumundayız. ‘Onlar kazandı!’ bu önemli ancak daha önemli olan senin neden kaybettiğindir. Hatırlanacağı üzere onlar hata yapmamak için çalıştılar. Çünkü senin yanlışlarının seni zayıf düşürmek için yeterli olacağını görmüşlerdi ve hesabı da bunun üzerine yaptılar.

Büyük bir söylemsel fetret devri içindeyiz. Bu devri perdelemek veya aşmak için büyük bir denetimsiz alana yol açan beka, dava gibi ‘mega anlatılar’a başvuruyoruz ancak bu; taban konsiladsyonu sağlasa da toplu bir gerçeklik yitimi pahasına olabiliyor. Dolayısıyla hem denetimsiz bir alanda ilkesel, ahlaki ve yasal duyarlılık göz ardı ediliyor hem de gerçeklik yitimi nedeniyle hayatla anlamlı bir temas kurulamıyor. Bu açıdan hayata kurucu bir irade olarak müdahil olmayı; ne olursa olsun iktidarda kalmak, reelpolitiği makulleştirmek yerine ilkesel-ahlaki duyarlılıklar üzerinden toplumsal talepleri gözetme olarak yeniden kavramalıyız. İktidarda kalışımız zorunlu olarak ne toplumsal taleplerin karşılandığı anlamına geliyor ne de işleyişin ilkesel ve ahlaki olduğunu gösteriyor. Ya da iktidardan gidiş de zorunlu olarak bundan sonra toplumsal taleplerin karşılanmayacağı veya işleyişin ahlaki ve ilkesel olmayacağı anlamına gelmez. Tarih de, toplum da kimseye mahkûm değil. Ne tarih ne de toplum böylesi kibirli, özcü ve determinist bir yaklaşımı kabul eder.

Niçin kaybedildiğine ilişkin bir yanlış listesi oluşturmanın, birkaç kişiyi suçlu olarak afişe edip hedef saptırmanın anlamı yok! Doğru iş yapmazsanız, doğru şekilde yapmazsanız sıkıntı yaşarsınız. Bu köşenin imkânları ölçüsünde de işimizi doğru yapmadığımızı, doğru şekilde yapmadığımız ve bunun bize maliyet oluşturacağını defaatle belirtmiş birisi olarak bu sevimsiz durumdan çıkışın da zannedildiği gibi karanlık, gizli bir formülü olmadığını biliyorum, buna inanıyorum. ‘İnsana emeğinin karşılığı vardır!’ O halde yapılması gereken; yanlış işlerden, işleri yanlış şekilde yapıştan vazgeçmedir. Bu en basiti! Peki, işin doğrusu ne, doğru şekilde yapış nasıl? Bunun için yukarıda bahsettiğim söylemsel krizin varlığı görülmeli öncelikle. Okçular Tepesi firarileri gibi görev yerlerini terk edenlerin işine, sorumluluk alanına dönmesi ve oraya emek harcaması gerekiyor. Kısacası toplumsal taleplere duyarlılığımız, bu talepleri yeni koşullar içinde kuşatıcı bir söyleme yedirme becerimiz ve koşullar ne olursa olsun ilkesel ve ahlaki duruşumuz iktidar için güçlü bir aday olacağımız anlamına gelir. Buna çalışmak, buna eğilmek lazım. Bunu iktidar olmak için gözetmemiz gereken bir strateji olarak değil varoluşumuzun gereği olarak yapmamız gerekiyor üstelik. Mevzu bu!