Dolar (USD)
32.33
Euro (EUR)
34.69
Gram Altın
2392.94
BIST 100
10276.88
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Avrupa'da Militan Sekülarizmin Yükselişi

Avrupa ve Amerika'da son dönemde iki olgunun birlikte yükselişe geçtiği görülmektedir. Irkçılık ve İslamofobi, Batı dünyasında hiç olmadığı kadar siyasal, kültürel ve toplumsal hayatta destek bulmaktadır. Irkçılık, yabancı düşmanlığı ve İslamofobi, Batı toplumlarında bütün temellerin, değerlerin ve ilişkilerin sarsılmasına neden olmakta, bulaşıcı virüsler gibi her şeyi tahrip etmektedir. Batı sosyal ve siyasal hayatı, ırkçılık ve İslamofobi virüsleri tarafından işlemez ve işlevsizleştirilmiş hale gelmiş durumdadır.

Irkçı ve İslamofobik partiler, bugün Avrupa'nın birçok ülkesinde toplumsal desteklerini hızla arttırmaktadırlar. Avrupa'nın çoğulculuğu değer olarak benimseyen ve uygulayan model ülkesi olarak gösterilen Hollanda'da ırkçı bir kişinin liderliğini yaptığı partinin siyasetin merkezinde etkin bir güç haline gelmesi, bu bağlamda düşündürücüdür. Amerika'da ırkçı, yabancı düşmanı ve İslamofobik söylem ve düşünceleriyle bilinen Trump'ın dünyanın en önemli devletine başkan olması, küresel düzeyde gelinen endişe verici bir aşamayı göstermektedir. Amerika ve Avrupa'daki gelişmeler ışığında şu iki tespiti yapmak mümkündür. Birincisi, Batıda, ırkçılık ve İslamofobi, siyasette ve toplumda marjinal ve izole bir durum olmaktan çıkıp merkezin bizzat kendisini işgal eden ana akım haline gelmiştir. İkinci olarak ırkçılık ve İslamofobinin Batıda sosyal ve siyasal hayatı belirleyen ana akım haline gelmesi, aynı zamanda ırkçılığın ve İslamofobinin küreselleşmesini tetikleyen bir etki yaratmaktadır.

Irkçılığın, İslamofobinin ve yabancı düşmanlığının yükselişi ve merkezileşmesi, demokrasi, din özgürlüğü ve insan hakları alanlarında geriye gidiş olarak niteleyebileceğimiz gelişmelerin önünü açmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, İslamofobiyi, ırkçılığı ve yabancı düşmanlığını meşrulaştıracak, destekleyecek, derinleştirecek ve yaygınlaştıracak bir karar vermiş bulunmaktadır. İsviçre'de bir Müslüman aile, kız çocuklarının karma yüzme sınıflarından muaf olması için AİHM'e başvurmuştur. İsviçre devleti aleyhine açılan bu davada mahkeme, ailenin talebini reddetmiş ve devletin gerektiğinde insanların din özgürlüğüne ve yaşam tarzına müdahale etme hakkına sahip olduğu şeklinde bir karar vermiştir.

AİHM, vermiş bulduğu bu kararla artık din özgürlüğünün, insan haklarının ve bireysel özgürlüklerin ölçü alınmadığını göstermektedir. Yabancı düşmanlığı ve İslamofobinin Avrupa'da hukuk oluşturacak etkiye sahip olacak kadar güçlendiğini göstermesi açısından son karar, insan hakları ve din özgürlüğü açısından kaygı verici bir gelişmedir. AİHM'in din özgürlüğü ve insan haklarıyla bağdaşmayan bu kararının tesadüfi olmadığını, ırkçılık ve İslamofobinin yükselişe geçtiği bir sosyal ve siyasal ortam içinde gerçekleştiğini dikkatten kaçırmama lazımdır.

AİHM, din özgürlüğüyle ilgili başvurularda şimdiye kadar, genelde bireyin dini hayatına keyfi müdahaleyi ve kısıtlamayı engelleyici, çoğulculuğu esas alan, devletin bütün din ve inançlar karşısında tarafsız olması gerektiğini savunan, din ve vicdan özgürlüğünü merkeze alan kararlar vermekteydi. AİHM, kamu düzeni gibi gerekçelerle bazı istisnai hallerde din özgürlüğünün kısıtlanabileceğini kabul etmesine rağmen, genelde kişinin dini hayatına müdahale edilmemesi gerektiğini, din ve vicdan özgürlüğünü kişi lehine olabildiğince özgürlükçü yorumlayan bir çizgiyi benimsiyordu. AİHM'in bu özgürlükçü çizgisinin Hristiyan, Yahudi ve diğer din gruplarıyla ilgili davalarda titizlikle ve tutarlılıkla korunduğunu söyleyebiliriz. Ancak AİHM'in son kararı, din ve vicdan özgürlüğünü esas alan tutarlı ve titiz çizginin İslam ve Müslümanlar söz konusu olduğunda değiştiğini göstermektedir.

Mahkeme, vermiş olduğu bu kararla İslam ve Müslümanlar söz konusu olduğunda esas alınması gereken temelin, din ve vicdan özgürlüğü değil, militan, agresif ve otoriter sekülarizm olduğunu net olarak ortaya koymuş bulunmaktadır. AİHM kararına göre, İslam ve Müslümanlar söz konusu olduğunda devletin bütün din ve inançlara eşit mesafede durması ve onlara eşit davranması gerekmemekte, tam aksine devletin İslam ve Müslümanlara karşı seküler hayatı korumak için din özgürlüğünü kısıtlama ve dini hayata müdahale etme hakkı ve imtiyazı bulunmaktadır. AİHM, vermiş olduğu bu kararla İslam ve Müslümanların din özgürlüğünü ve eğitim hakkını ihlal etme pahasına devletin tarafsız olması gibi bir şeyin olmayacağını net olarak ortaya koymuştur. Başka bir ifade ile bu karar, İslam'a ve Müslümanlara karşı devletin, sekülarizmin militan tarafı olması gerektiği anlamına gelmektedir.

AİHM, İslam söz konusu olduğunda devletin kişiye seküler bir yaşam tarzını okulda dayatma hakkı olduğunu kabul etmektedir. İsviçre, şimdiye kadar vatandaşların yerel kültür ve inançlarını dikkate alan bir sosyal entegrasyon politikası izleyen çoğulcu ve demokratik bir ülke olarak bilinmekteydi. Çocukların sosyalleşmesinin ana mekanının okul olduğu ve erkek-kız ayırımının sosyalleşmeye engel olduğu iddiasını kendisine temel alan AİHM, Avrupa'da uygulanması gerekenin sosyal entegrasyon değil, kültürel asimilasyon olduğunu dayatmaktadır. İsviçre dahil bütün Avrupa'da asimilasyoncu ve baskıcı politikaların hızla uygulamaya konulacağını öngörebiliriz.

AİHM kararının kültürel asimilasyon ve militan sekülarizme dayanması, Müslümanların Müslüman olarak Avrupa'da kabul görmeyeceği yeni bir gerilimli dönemin açılmasına neden olmuştur. Bu karar, İslam'ın Avrupa'nın dini ve Müslümanların da Avrupalı olarak kabul edilemeyeceğini ilan etmektedir. Avrupalılar gibi yaşamayacaklarsa Müslümanlara görünmemelerini ve gitmelerini söyleyen bu karar, ırkçılığın ve İslamofobinin derinleşmesine ve yayılmasına hizmet etmektedir. Müslümanlar ve İslam söz konusu olduğunda din özgürlüğünün değil sekülarizmi ve kültürel asimilasyonu esas alan son karar, İslam-Batı ilişkilerinin yapıcı bir şekilde gelişiminin önünü kapamakta, yeni gerilim ve çatışma alanlarının doğmasına neden olmaktadır.