Ayakta Kalan Kazanır
Ekonominin bana göre bir tanımı da insanların alışkanlıkları üzerine bina edilen yaşama çabasıdır.
Siz o alışkanlıkları öğrenir daha sonra onun üzerinden bir sistem
kurarsınız.
Bu şekilde birden çok sistemin iç içe geçtiği yapı, şu anda gördüğümüz karmaşık, kontrol edilmez ekonomik düzeni oluşturur.
Finans piyasası, gelir sağlamak için bunun üstüne kurulan
başka bir üst yapıyı oluştururken reel sektörün birbirine kenetlenmiş arz ve
taleplerden oluşan sistemi de bunun alt yapısını oluşturur.
Netice itibarıyla bir kişinin
kolay anlayamayacağı kadar koca bir yapı ortaya çıkar.
Kurumlar, kurallar, politikalar, istatistikler
bu yapıyı anlamaya ve yönlendirmeye çalışır.
***
Yapının varlığı; insanın, “yaşama arzusu” ile “kâr hırsına”
dayanır.
Meselâ basitçe...
Türkiye’nin şu an yaşadığı en büyük problem: Dolarizasyon
Yani dolara olan yüksek talep...
Bazıları bu talebin yurt dışından Türkiye’ye döviz sıkıştırmalarından kaynaklandığını düşünüyor.
Halbukî böyle bir
durum yok.
Doların yükseleceğine olan inanç, tasarrufu olan
insanların parasını yatırım yapmak yerine dolarda tutmasına neden oluyor.
Bunu aşabilmek için de faizler yükseltilerek insanların
paralarını dolardan Türk Lirasına dönüştürmesi ve faize yatırması teşvik ediliyor.
Bir yandan da yurt dışından dolar cinsi
tasarrufu olan kişiler ya da yatırım fonları, Türkiye’deki bu cazip faiz oranlarından
faydalanmak için ülkeye dolar sokup TL’ye çevirerek aylık şekilde bu faizlerden
faydalanıyorlar.
Yani bizi sömürdüğünü söylediğimiz yabancıların gelmesinin
nedeni bizim dolardan kâr sağlama isteğimizden geliyor.
***
“Dolar saklayanlar vatan hainidir” demek doğru olmaz.
Ekonomi bilimi ölçülebilir, denenmiş
hareketler üzerinden şekil alır.
Bilhassa finans piyasaları için bu durum “kanun”
gibidir.
Salgınla birlikte ekonominin
birçok alanında değişiklik yapma imkânının doğması işte bu kanunların da değiştirilebileceği
fikrini akla getirdi.
Tesla bu fırsatı iyi değerlendiren firmalardan
biri...
Davos Zirvesinin ana gündem maddesi olan "Büyük Sıfırlama" da bu kapsamda gündeme getirilen bir konu...
Finans piyasaları, kapitalist sistemin hem
nimeti hem de belasıdır.
Yatırımların artmasında çarpan etkisi yapan
finans piyasaları, aynı zamanda uzun amortisman süreleri nedeniyle reel sektörden uzak durmaktadır.
Kriz durumlarında bugün olduğu gibi devletlerin reel piyasayı canlı
tutmak için ucuz maliyetle verdiği krediler ya da piyasada harcama yapılması
için karşılıksız dağıtılan paralar büyük çoğunlukla finans piyasalarına
akmaktadır.
Kredi çekip dolar yapan mı dersin yoksa hisse
senedi alan mı...
Velhasıl kelam: Kapitalist sistemde devlet ne
kadar müdahale etse de
kâr hırsı her zaman kazanır.
***
2020’de yenilenebilir kaynaklardan üretilen
21.614 MW’lık güç için YEKDEM kapsamında 38,62 milyar TL destek verildi.
1 Temmuz 2021 sonrasında uygulanacak yeni
YEKDEM desteklerinin Resmî Gazete’de yayımlanması ile 4,5 yıl boyunca sektör için belirsizlik ortadan kalkmış oldu.
Türkiye enerji açığı olan bir ülke.
Bu açığını başta petrol ve doğal gaza bağlı kaynaklardan gideriyor.
Bu kaynakların yüzde 90 oranında yurtdışından gelmesi
Türkiye’nin cari açığına ciddi zarar veriyor.
Yenilenebilir enerjinin kurulum maliyeti çok
yüksek.
Birçok işletme bu nedenle bu işe yatırım yapmak istemiyor.
Çünkü herkesin elindeki para sınırlı.
Parayı verip GES kursalar bile en erken 6 sene sonra kâr etmeye başlıyorlar.
Amortisman süreleri çok uzun olmasa da yüksek
faiz birçok sermayedar için daha cazip duruyor.
Taş atıp da kolun mu yoruluyor
sanki...
Sistem ancak projelerin yurtdışı finansmanı ile yapılması
durumunda işler hale gelebiliyor.
Bu gibi yatırımların artmasını sağlamanın tek
yolu enflasyonu düşürmek ve sadece reel yatırımlardan kâr edilebileceğini tüm piyasaya
göstermektir.
Bu nedenle alınan sert tedbirlerdeki kararlı
duruşu devam ettireceklerini açıkça söyleyen Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal’ın bu tutumu
doları aşağı çekiyor.
Önümüzde zor bir süreç var.
Tasarruflarınızı temel yatırım kalemlerinde değerlendirin.
2021 ayakta kalanın başarılı olacağı bir yıl olacak.