Dolar (USD)
32.35
Euro (EUR)
34.59
Gram Altın
2410.71
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

06 Eylül 2015

BABALAR, OĞULLAR, KIYIYA VURANLAR

İnsanın en büyük düşmanı bazen kendisi olabiliyor. Kendine engel olamadan yapıp ettikleri öyle bir hal alıyor ki insanı dört bir yandan esir edebiliyor. Perşembe günkü taban masum mu yazıma en büyük tepki elbette tabandan geldi. Tepki çok normal çünkü taban zaten taban olduğunu ve birileri tarafından kukla gibi yönetildiğini hiçbir zaman kabul etmez. Fakat bilmez ki ipleri yukarıdakilerin elindedir. Kendi iradesi diye bir şey yoktur. Öyle bir irade olsaydı tabanda, soluğu büyüklerinin emrettiği yerlerde almaz, sorgular, doğruyu bulmak için çaba gösterirdi. Ya da genel başkanları kışkırttığı için sokaklara dökülen taban hiç bir zaman yaptığını sorgulama gereğini hissetmeden yapar bütün bunları. Biz kimiz, kimi öldürüyoruz, kimin için sokaktayız diyebilirdi. Diyemedikleri için taban denmekte onlara zaten.

İnsan akletseydi birçok sorun da kendiliğinden çözülebilirdi. Tuğrul Türkeş'in aldığı karara ilk olarak olumlu yaklaşanlar, sonradan ağabeyleri tarafından uyarılınca hemen çark edip Tuğrul Türkeş'i hainlikle suçladılar. Neden? Seçim hükümetine destek verdi diye. Daha sonra hızlarını alamayıp Tuğrul Türkeş'i partiden ihraca kadar götürdüler kinlerini. Baba Türkeş'e karşı oğul Türkeş büyük hesapların altından kalkılamayacağı ve bazılarının oyunlarını bozacağı için gözden çıkarıldı.

Aynı oyun Fatih Erbakan üzerinde de oynandı. Önce partiden uzaklaştırılan Fatih Erbakan, aday dahi yapılmadan uzak bir köşeye gönderildi. Çünkü bu tuzakları kuranların ipleri kendi ellerinde değildi. Sözde Necmeddin Erbakan'ın yolunda gittiğini söyleyenler iktidara ve özellikle Cumhurbaşkanı'na muhalif kim varsa onun yanında durmayı şiar edindiler. Birileri tarafından yönetildiklerini düşünmeden kendilerini emanet ettiler kirli oyunların aktörlerine.

Çark etmek deyimiyle de sık sık hemhal olduk son bir haftada. Her zaman yaptıkları şeydi bu ama bu kez herkesin gözünün içine bakarak yaptılar bunu. Ertuğrul Özkök, her fırsatta diktatör dediği Cumhurbaşkanı için akla hayale sığmayan hakaretler içeren bir yazı yazdı. Hatta işi daha da ileri götürerek kıyıya vuran Suriyeli çocuğun katili olarak da Cumhurbaşkanı'nı gösterdi. İki milyon Suriyeliye kapıları sonuna kadar açmış bir Cumhurbaşkanı için kullandı bu ifadeleri. Sonra kendi çevresinden dahi tepki alınca, yazısında Cunhurbaşkanı'nı kastetmediğini söyleyecek kadar komik duruma düşüp bir süreliğine zorunlu tatile çıktı.

Ekrem Dumanlı da televizyon ekranlarında kendinden geçmiş bir halde, agresif, ne yaptığını ve ne söylediğini bilmez bir halde Cumhurbaşkanı'na saldırdı. Sonunun Kaddafi gibi olacağını bile söyledi. Ben Ekrem Dumanlı'nın konuşmasını izlerken tamamen bütün çizgilerini kaybetmiş bir adam gördüm karşımda. Yirmi yıl önce bir edebiyat öğretmeni olan Ekrem Dumanlı'yı tanıdığımda gayet sakin ve kendinden emin bir adam görüntüsü vardı karşımda. Defalarca da karşılaşmıştık. Hep aynı duruş hakimdi. Şimdi karşımızda ne dediğini ve yaptığını bilmeyen, çizgisiz, sınırsız bir kişi duruyor. O da yaptığı konuşmadan sonra Cumhurbaşkanı'nı kastetmediğini söyledi. Bu akılı onlara avukatları veriyorsa avukatları da en az söz sahipleri kadar suçlu ve komikler. Şükür ki artık her gördüğüne inanan kişiler yok. Araştıran ve olaylar arasında dengeli yorum yapanlar da var.

Şehit polisin cebinden çıktığı iddia edilen vasiyetnameye ailesinden önce nasıl oluyorsa hep bir fırsat bekleyen, açık arayan medya kuruluşları ulaşıyor. Şehidin ailesi çıktı ve vasiyetnameyi yalanladı. Ben şimdi şehidin ailesine mi inanacağım yoksa her fırsatta kaos için tetikte bekleyenlere mi?

Çevresinde olup bitenden, onların yaşadıklarından ders almak yerine kendi çıkarları için ülkeyi yangın yerine çevirenlerle omuz omuza verenlere şahit olmak, dün söylediğini değil bugün söylediğini yalanlayarak alkış toplayanlarla aynı çağda yaşamak, Türkiye partisi olmak için yola çıkıp her cümlesi ile teröre desteğini yineleyenleri baş tacı edenleri izlemek içimizde filizlenen umutları bir anlık da olsa köreltse de biliyoruz ki bu topraklar ne badireleri atlattı ki bunun da üstesinden gelecektir.

Artık gündemimizde "kıyıya vurmak" kavramı sık sık tekrarlanacak. Yaşadığı şehirde önüne çıkan her mülteciye iğrenerek bakanlar, kıyıya vurmuş çocuk cesetlerine popülist ağıtlar yakacaklar bol fotoğraflı.

Aklı kıyıya vuranlar kendi vatanlarını hiçe sayıp terörle kol kola girerek bundan önce cumhurla hiçbir bağı olmayan cumhurbaşkanlarına methiyeler dizerken, ülkeyi ayağa kaldıran Cumhurbaşkanı'na hakaret ederek, vakit geçirmeye, yapıp bozmaya devam edecekler.

Gün gelir, gün geçer, gerçekler ortaya çıkar. Bu umut içimizde olduğu müddetçe, inancımız bizi ayakta tuttukça kurgulanan her oyun, oyun sahiplerine geri dönecek. Kendilerinden başka herkesi görmezden gelenlere ve kendi dünyalarında dönüp duranlara inat hem de.