Dolar (USD)
32.47
Euro (EUR)
34.73
Gram Altın
2440.77
BIST 100
9915.62
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

21 Kasım 2022

Babamın kitabı

Güneşi avuçlarıma aldım. Sevdim. Isıttı. Işıttı. Beklemiştim doğuşunu. Doğdu. Pencereden girdi. Perdelerin arasından sızdı.

Yüzüme değdi. Yüzümde tüylerim yumuşadı. Salonun köşesinde bir çiçek. Unutulduğunu sanıyordu. Aldım, pencere önüne koydum. Güneşle buluştu. Mutluydu. Işıl ışıl oldu. Parladı. Yaprakları canlandı. Dile geldi. Konuştu, konuştuk. Dinledi, dinledim; sustu, sustuk.

Sakindi. Tenhaydı sokaklar. Kaldırımlar yorgundu. Yüzleri buruş buruş bir yaşlının cansız yüzünü andıran kaldırımlar. Akşamdan, geceden kalan ağırlığı üzerinden atamayan sokak. Lambalar az önce sönmüştü. Sokak hayvanları başıboş dolaşıyordu ama bugün onlar da yoktu. Çöpleri karıştıran o kişi vardı. Evet, yine o kişi gelmişti. Her gün aynı saatte geliyordu. Bakıyor, karıştırıyor, didik didik ediyor ama bir şey almadan gidiyordu. Üstü başı dökülüyordu. Saçı sakalı birbirine karışmıştı. Zayıftı. Yorgundu. Parmakları inceydi. Öne dökülen saçlarından gözleri zor görünüyordu. Başını kaldırmıyordu. Yüzü yere bakıyordu. Her gün aynı saatte karıştırdığı çöpten bugün de bir şey almadan uzaklaştı.

Tatil gününün sessizliği. İçimdeki sessizlik. Güneşin sıcaklığı. Havanın berraklığı. Odadaki sessizlik. Çiçeğin bakışı. Perdenin güneş ışığına buyur diyen çekilişi. Masada öylece duran bir kitap. Ayraç sürekli aynı sayfada. Orada kalmıştım. Durmuştu kalbim. Gözüm ilerlemiyordu. Hep aynı yer. Hep aynı şarkıyı dinlemek gibi.

Güneş, odaya iyice yerleşti. Koltuklara oturdu. Odada ne varsa ısındı birer birer. Bir ısınmayan ellerimdi. Bir de dilim. Ağzımın içinde bir buz vardı da öylece sert bir soğuk kesiyordu dilimi. Dilim sessizdi. Kaskatı kesilmişti. Büyüyordu da ben mi fark edemiyordum, neydi bu anlamsız hâlin sebebi? İsyan ve kabul arasında kalan dilim. Dilimde toplanan kelimelerin ağırlığını hissediyorum. Şunları söyleyip kurtarabilseydim. Gitmiyorlardı. Dilime dolaşan onlarca kelime. Ayaklarıma inen ağrılar. Gelip konaklıyordu parmak uçlarımda. Parmaklarım solgun.

Yüzümde patlayan güneş. Çekiliyordu yavaş yavaş. Tam saatinde gelmişti ama o bulut geldi durdu önüne. Gitmiyordu. Karardı. Çoğaldı. Yayıldı. Kapladı gökyüzünü. Simsiyah bir gök. Kuşlar kaçtı. Acı bir serinlik sarıyordu. Birden değişti her şey. Musluğa baktım. Su kesilmişti. Su. Akmıyor. Damla yok. Fıs diye bir ses bile yok. Durdu. Durdu dilim.

Kitaba baktım. Ayraca baktım. Okudum. “Ben büyüttüm seni, ben yetiştirdim

Bugüne bu sevdaya/ Toprağım, ekmeğim, kitabım, şiirim/ Sen, ne varsa iyiden, doğrudan yana/ Gözümün nuru, başımın tacı, efendim”

Melih Cevdet’le arkadaş olmuştuk. Melih Cevdet’i dinledim: “Tanıdığım bir ağaç var/

Etlik bağlarına yakın” Ağaç, o ağacı bulmak geldi içimden. Rahatı kaçan o ağacı düşündüm. Konuşabilseydim keşke! Keşke o ağacın dalına yuva yapan bir kuş olsaydım. Bir kuş. Rahatı kaçan ağacın dalında. Belki ağacın rahatı gelirdi. Sevinirdi. Severdi beni.

Sabah. Güneş henüz gelmemişti. İçimde binbir şüphe. Perde yerinde. Yarı aydınlık. Her günkü saat. Sokakta yine kimse yok. Çöpleri karıştırdım. Didik didik ettim. Yoktu. Yine yoktu. Bulamadım o kitabı. Babamın ölmeden önce okuduğu son kitabı çöpe atmışlardı. Babam, salonda masaya bırakırdı o kitabı. Ben yıllardır o kitabı bu çöpte arar dururum. Artık umudum kalmadı. Bulamadım. Masada dururdu. Ayraç hep aynı yerde idi. Döndüm eve. Salona gittim. Masamdaki aldım. Ayracın olduğu sayfayı okudum:

“Ona bir kitap vereceğim

Rahatını kaçırmak için

Bir öğrenegörsün aşkı

Ağacı o vakit seyredin.”