Dolar (USD)
32.47
Euro (EUR)
34.73
Gram Altın
2440.77
BIST 100
9915.62
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

16 Ekim 2019

Barış operasyonu tercih miydi zorunluluk muydu?

Türkiye, 1984’ten beri toprağına, canına, malına kısacası haklarına yönelmiş PKK belasına karşı 35 yıldır canı pahasına mücadele ediyor. ‘’Arap baharı’’ denilen felaketin Suriye’ye sıçramasıyla birlikte, oluşan otorite boşluğu PKK’ya Türkiye’nin sınır boyunda yeni bir alan açtı.

Bir örgütün veya devletin tehdit olabilmesi için, iki şeyin olması lazım. Birincisi, size zarar verecek bir amacın varlığı, ikincisi, o amacı gerçekleştirecek araçlara sahip olması gerekir. PKK ve arkasındaki güçleri de hesaba kattığımızda Türkiye’ye zarar verebilecek amaç da araç da fazlasıyla mevcuttur.

Böyle bir durumda insanların güvenlik kaygıları doğal olarak artmaya başlar. Güven içinde yaşamak insanın en temel ihtiyacıdır. Çünkü insanlar üzerinde yaşayıp kök saldıkları topraklarının her türlü mütecaviz saldırıdan, tehditten emin olmasını isterler.

Dolaysıyla Barış Pınarı operasyonu bu güvenlik ihtiyacını karşılamak için Türkiye’nin başvurmak zorunda kaldığı askeri bir güçtür. Zira askeri güç, bağımsızlığın kazanılmasında ve korunmasında en etkili araçtır.

Bazı Batılı ülkelerin Türkiye’nin Barış Pınarı operasyonunu şaşkınlıkla karşıladıklarını izliyorum. Açıkçası ben de onların bu şaşkınlıklarına şaşırıyorum. Çünkü Türkiye’nin bağımsızlığı söz konusu olduğu zaman doğrudan güç kullanacağından çekinmeyeceğini 1974 yılında Kıbrıs Barış Harekâtıyla tüm dünyaya rağmen, göstermiş ve arzu edilen neticeyi de almıştı. Üstelik siyasi olarak koalisyon hükümeti, ekonomik olarak daha zayıf, savunmada dışa daha bağımlıydı.

Barış Pınarı Operasyonu başladıktan sonra Türkiye, iktidarıyla muhalefetiyle ortaya koyduğu tavır dünyaya şu mesajı vermiştir; farklı siyasi görüşlere ve yaşam biçimlerine sahip olsak da haklarımıza yönelmiş bir tehdit karşısında tek vücuduz ve ülkemize bağlıyız. Bu bağlılık üzerinde yaşayıp kök saldıkları toprakla arasında oluşan sonuçtur. Bu öyle bir sonuçtur ki, bir bütüne, bir millete bir medeniyete ait olma duygusudur.

Bunu tam olarak idrak edemeyenler ahlaken, hukuken, siyasetten meşru olan Barış Pınarı Harekâtına gölge düşürmek için Kürtlere karşı bir operasyon şeklinde göstermeye çalışıyorlar. Bunun için diyorlar ki: ‘’Kürtlerle Türkler 200 yıldan beri birbiriyle savaşıyorlar’’ Hâlbuki tarihin üç kritik dönemlerinde, Kürtler geleceklerini Türklerle birlikte görmüşlerdir. Malazgirt Savaşında Bizans’a karşı, Şah İsmail’in baskılarından kurtulmak için İran’a karşı, Milli Mücadele döneminde tüm emperyalist güçlere karşı birlikte mücadele ettiler.

Görüldüğü gibi Kürtler tarihin üç kritik dönemlerinde de önemli rol oynayarak Türk kardeşleriyle kader birliği yapmışlarıdır. PKK Kürtleri asla temsil etmeyen, kapitalistlerle işbirliği yapan Marksist bir örgüttür (!)

Gerek PKK gerekse PKK’ya yıllarca yatırım yapan güçler bilmelidir ki; PKK hangi isimle kendini tanımlarsa tanımlasın, terör eylemlerinden vazgeçmedikçe, Türkiye teröristlere karşı yürüttüğü mücadeleden asla vazgeçmeyecektir. Türkiye’nin refahını, huzurunu tehdit eden PKK’yı savunan güçler, acaba bu tehdit onlara yönelmiş olsaydı oturup bekleyecekler miydi? Barış Pınarı Harekâtı Türkiye’nin bir tercihi değil, geç kalınmış bir zorunluluktu. Demem o ki, mesele ciddi ve derindir!