Dolar (USD)
32.26
Euro (EUR)
35.07
Gram Altın
2466.14
BIST 100
10319.96
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

11 Kasım 2013

Başbakan abluka altında

Türkiye adım adım kabuk değiştirirken, "kaos butonu"nuyla terbiye edilme eşiğini aştı. Hatırlayalım, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan "Gezi Olayları" öncesi uluslararası bir toplantı sebebiyle yurtdışına çıksa, ülkemiz "global çaplı" terör olaylarıyla dünya gündemine oturtuluyordu. Hatta bu seyahatlar esnasında Aktütün, Reşadiye, Ladik, Kumrular, Siirt, Dağlıca, Uludere, Suriye, Reyhanlı'da meydana gelen terör olayları Kayseri Milletvekili Şevki Kulkuloğlu'nun dikkatini çekmiş, başbakan tarafından cevaplandırılması istemiyle TBMM Başkanlığı'na soru önergesi vermişti.
Başbakan Erdoğan yurtdışına yaptığı son iki gezisinde bu soruları sorduranların "ajanda"larını değiştirtti. Bu seyahatların ilki olan Kuzey Afrika seyahati öncesinde patlak veren "Taksim Gezi Olayları" ilgili olarak, "Tencere tava hep aynı hava" beyanatıyla "çapulcu"ların sinir uçlarını dinamitledi. O dönemde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç patlayan bombanın parçalarını adeta "kum torbası" gibi absorbe ederek, gerilim istemeyenlerin "akil insanlar"ı olarak takdir topladı.
Aradan aylar geçti... Başbakan Erdoğan Kuzey Avrupa ülkelerine gerçekleştireceği ikinci yurtdışı seyahatine ise, "Bir başbakan gündem oluşturmuyorsa o görevde bulunmasın zaten" açıklamasının arkasında olduğunu teyid ederek çıktı.
Seyahat öncesi AK Parti Teşkilatı'nın Kızılcahamam Kampı'ndan sızan "öğrenci evleri" sonuç bildirgesi kıvamında gündeme düşürüldü. Bu izole edilmiş toplantıda Başbakan Erdoğan'ın, "kızlarla erkeklerin aynı yurtta kalmalarının muhafazakar yapımıza ters olduğu" beyanı tevil edilmeye başlandı. Yurdun değişik bölgelerinde "öğrenci evleri" başlığı altında "isyan günleri" sahnelendi, hala da sahneleniyor.
Gezi olaylarının artçıları niteliğindeki görüntüler, tartışmalar, kırmızı noktalı sataşmalar... "Ben çok şeyi temsil ediyorum. Benim yıpranmamam, hiçe sayılmamam lazım" açıklamalarıyla "kum torbası" olmaktan yorulduğunu belli eden Bülent Arınç, bu defa da başta CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve AK Parti'yi depresyona sokmaya çalışan "fesatçıların" takdirini topladı.
Siyasette "iyi polis, kötü polis" iktidar ve muhalefet arasında sürdürülebilir bir "enstrüman" olabilir. Fakat iktidar erkinin bu oyunu kendi içinde birden fazla icra etmesi "samimiyet testi"nde itibar kaybına yol açar.
Hem iktidar, hem de muktedir olan AK Parti Hükümeti, "gerilim oluşturan" bu formatı deforme olmuş bu siyaset dilini bir daha konuşmamak üzere rafa kaldırmalıdır. Bu bağlamda Başbakan Erdoğan'ın olayları analizinde katkısı olan danışmanlara çok ciddi iş düşüyor. "Gezi olayları"ndaki hassasiyetleri test eden "devlet aklı"nın "öğrenci evleri"yle cedelleşmesi, "sinir uçları"na dokunulmaya devam edileceğinin imajını veriyor.
Mesele kötülüğe meyletmişleri öğütmek değil, eğitmekse eğer; bu fırsat hükümetin elinde fazlasıyla var.
***
"İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir. Şu kadar var ki, kötülüğe karşı iyilik hasleti, ancak sabredenlerin karıdır." (Fussilet, 34, 35)

****

HEM AĞLAYAN, HEM DE AĞLATAN ARINÇ!..
Son günlerdeki tartışmalar beni yıllar öncesine götürdü. Tarihler 14 Mayıs 2000'i gösteriyordu. Türkiye adeta Ankara'daki ASKİ Spor Salonu'na akmıştı. Millu00ee Görüş geleneğinde ilk kez biat kültürünün dışına çıkılmış "gelenekçi" Recai Kutan'la, "yenilikçi" Abdullah Gül, Fazilet Partisi'nin genel başkanlığı için yarışa girişmişti. Vitrinin önünde her ne kadar Kutan ve Gül yarışı gözükse de; asıl yarış perdenin arkasındaki siyasi yasaklı "usta-çırak" arasında geçiyordu. Bu isimler Prof. Dr. Necmettin Erbakan ve Recep Tayyip Erdoğan'dan başkası değildi.
Açış konuşmasını yapan Divan Başkanı Yasin Hatiboğlu'nun, "Öyle bir kongre yapalım ki, hasımlar sevinmesin, hısımlar üzülmesin" temennisi işe yaramamış, salonda her an patlak verecek büyük bir kavganın soğuk rüzgarları esmeye başlamıştı. Hatipliğiyle nam salan Fazilet Partisi Grup Başkanvekili Bülent Arınç sahneye çıkınca bütün nefesler şu ifadelerle düğümlenmişti: "30 yıl Erbakan'a bağlı kalmış bir insan olarak söylüyorum: Ben onu sizden daha çok seviyorum. Hocamla, milletvekilliği, bakanlık pazarlığı yapmadım. Şerefimle geldim. 30 yıl bunun mücadelesini yaptım. Kongrede, biz nerede olursak olalım, kazanan kim olursa olsun, onun vereceği görevi yapmayan şerefsizdir. Sizin sevginiz, 10, 20 tane genel başkanlığa bedeldir. Kendi yavrunuzu yemeyin. Kardeşliğimizi kimse bozmasın..."
Arınç yaptığı bu duygusal konuşmayla salonu sükuta erdirmiş; hem kendi ağlamış, hem de salondaki binlerce insanı gözyaşlarına boğmuştu. Fakat bu kongre sonunda maalesef hasımlar sevinmiş, hısımlar üzülmüştü.
"Yenilikçi kanat" bir anlamda bu düelloyu yenilerek kazanmıştı.
Türk siyasi hayatına damgasını vuracak harekatın ivme kazandığı o günlerden bugüne "yol arkadaşlığı yapanlar" sert rüzgarlar karşısında büyük badireler alttılar. "Asrın Projeleri"ni bir bir hayata geçiren AK Parti iktidarı "toplum mühendisleri"ni yine harekete geçirdi. Dün "gelenekçi-yenilikçi" ayrışmasına sebep olan "fitne odakları" bugün Başbakan Erdoğan'ı "despot", Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ı "sabır taşı çatlayan adam" olarak lanse etmeye başladı.
Unutulmamalı ki, büyük ayrılıklar küçük kırgınlıklarla başlar.
İktidar bu kriz iyi yönetilemezse sadece AK Parti değil, Türkiye kaybeder. Oyuna alet olanlar da bu vebalin altından ezilir.