Dolar (USD)
32.33
Euro (EUR)
34.69
Gram Altın
2392.94
BIST 100
10276.88
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Bir dünya yangını bu (1)

Şarkı nasıldı ey dostlar?

“Eller günahkar

Diller günahkar

Bir çağ yangını bu bütün

Dünya günahkar”

Sonra devam ediyordu hani Sezen Aksu: “Masum değiliz hiç birimiz”

Şimdi mevsim ilkbahar; dallardan, kurumuş tabiattan fışkıran bir bahar var…

Ölüden diri çıkar mı? Çıkıyor işte… Ölmüş, sönmüş tabiat yeniden fışkırıyor. Tohumlar çatlıyor toprağın bağrından… Hep böyledir, hayat gürül gürül bir ırmak gibi akarken ölüm ve diriliş hep bir aradadır oysa.

Bunu çoğu zaman sorgulamışımdır. Şimdi bu sorguladığımla baş başayım.

Şimdi modern zaman dünyamızda meydana gelen bir kâbus gibi yaşlı dünyamızın üzerine çöken bu virüs de nereden çıktı diyebiliriz.

Ama bu olaylarla dünya hep yüz yüze gelmiş dostlar. Zaman zaman böyle vakalar yaşanmış, acılar, ölümler, bulaşıcı hastalıklar yaşlı dünyamıza zaman zaman uğramış.

Ama tarihte yaşanan hiçbir salgın böylesine acımasız ve eşitleyen bir küresel salgın halinde yaşanmamış onu görüyoruz.

Modern zamanlarda, bilimin zirve yaptığı, bilişim ve iletişim çağında artık ölüme bile çare arandığı zamanlarda bir görünmez virüs dünyayı altüst ediyor.

Oysa hiç dinlemiyor ölüm haberlerini, fışkırıyor bahar pembe beyaz tomurcuklarla…

Ama işte hemen yanı başımızda Mart ayının başlarında Yunanistan sınırlarında muhacirlerin sırtlarını dağladılar, yüreklerini dağladılar, çırılçıplak saldılar teller bedenlerini yırtarken. Tüm Avrupa ülkeleri seyrederken oldu tüm bunlar. İnsanlık soğuk sularda boğulan çocuk bedenlerini, anaları, babaları, tellerde yırtılan bedenleri bir korku filmi izler gibi izledi günlerce, yıllarca…

Ben bilmiyorum, ben bilmem Rabbim bilir elbet. İçimden geldiği gibi yazmak istiyorum.

Feryatlar geliyordu Doğu Türkistan’dan ama nasıl feryatlar. Bir soykırım yaşanıyordu. Sonra kendileri kıyıma uğradı. Hem de küçücük görünmez, keşfedilemez sinsi bir virüs tarafından…

Şimdi karabasan günler geliyor üzerimize… Evlerimizde çaresiz, kaygılı, televizyon ekranlarından naklen ölüm haberleri seyrediyoruz. Tıpkı naklen savaşlarda ölen yetimlerin, kimsesizlerin, yanan Ortadoğu’nun ölüm haberlerini izlediğimiz ve kanıksadığımız gibi.

Şimdi nasıl ekranlardan akıyorsa ölüm haberleri, oysa yıllardır Suriye’den, Irak’tan, Filistin’den Arıkan’dan aktı bombalar altında kalmış, pazarlıklar yapılan, Ortadoğu’nun mazlum halklarının katliamını Batı ve Amerika öylece izledi yıllardır.

Gezdiğim Batı sokaklarında soruyordum Neden Allahım Neden? Diye. Neden Batı böylesine refah içinde neden insanlar böylesine hiç bir şey olmamış gibi dolaşıyorlar nizami, temiz, steril caddelerinde. O zaman yanan Ortadoğu geliyordu aklıma, yüreğime bir acı düşüyor gözlerim nemleniyor ve Batı’nın sokaklarını, Viyana’yı, Paris’i, Berlin’i dolaşırken içimdeki acı daha çok artıyor ve bitimsiz kederlerle dolaşıyordum Batının caddelerinde.

İsterim ki kimseler zarar görmesin, çünkü hayat yaşanmaya değer ve bizim herkese yetebilecek güzel bir dünyamız var. Ama işte açgözlü ya insan. Yetmiyor bir şeyler. Hırslar dinmiyor. Hep daha fazla, hep daha fazlasını istiyor. Oysa tıpkı ölüme karşı açan çiçekler, patlayan tomurcuklar gibi bir yanımız yangın yeri, bir yanımız aç ve sefil halde bir yanımız da gamsız kedersiz varsıllarla coşmuş halde.

Şimdi dünya yanıyor dostlar. Bir kaos çöktü dünyanın üzerine öyle bir kaos ki, zengin fakir ayırmıyor. Müslüman gâvur demiyor. Herkesi eşitleyen bir yangının tam ortasındayız.

Mehmet Görmez Hoca’nın deyimiyle bu virüs belasını “ilahi bir ayet” olarak okuduğumuzda rahmetlere gebe olduğunu da anlarız.