Dolar (USD)
32.36
Euro (EUR)
34.68
Gram Altın
2390.01
BIST 100
10162.47
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

19 Aralık 2019

Bir türlü çözemedim

TÜRK siyasi hayatına bir parti daha katıldı. Hayırlı olsun…! Buna İhtiyaç var mıydı, yahut Sn. Erdoğan’ın yanında kalarak mücadele mi edilmeliydi artık önemi yok. Herkes yaptıkları veya yapmadıklarıyla, tarih sahnesindeki yerini mutlaka alacaktır. O yüzden geçen haftaki seçim açıklamalarına, biraz değinmek gerekiyor. Zira açıklamaları okuyunca; “acaba başka bir memlekette mi yaşıyorum” diyenleri duymadığımı söylersem yalan söylemiş olurum. Tamam, "zamanı geçmiş eski sözleri tekrar etmeye değil, yeni şeyler söylemeye geliyoruz” ifadeleri gerçekten heyecan verici. Fakat sahiden öyle mi?

Mesela “ifade özgürlüğü, eleştiri, gösteri…” gibi meseleler üzerine, vurgu yapmaları oldukça ilginç. Neden mi? Lütfen cahilliğimi affedin… Terör propagandası, hakaret, küfür, halkı kin ve düşmanlığa sevk eden fiiller ile izinsiz yasadışı gösteri yapanlardan başka, bu hususta ceza alan vardı da ben mi bilmiyordum acaba? Eğer yoksa neyin ifade özgülüğü, lütfen izah edebilir misiniz!..

Tabi bununla beraber; ülkemizde Kürtçenin serbest olduğu, bir televizyonun dahi bulunduğu, hatta okullarda seçmeli ders müfredatına girdiği ve etnik kimliği nedeniyle kimsenin dışlanmadığı ortadayken; “ana dilde eğitim, bunun sosyal hayatta kullanımı… vs.” vaatlerle, ne kast edildiğini de bir zahmet açıklarsanız memnun olurum…

***

Diğer bir konu da; “Başkanlık Sistemiyle demokratik toplum düzeninin sürdürülemeyeceği için, demokratik bir Parlamenter Sistemi” savunmaları… “Neresini anlamadın” demeyin sakın. Çünkü Cumhurbaşkanlığı Sisteminin, halkın demokratik karşılığına tekabül etmiyormuş gibi bir hava estirilmesi oldukça manidar. Yanlış anlaşılmasın! Yeni sistem süpersonik demiyorum. Elbette bir takım eksikleri/gedikleri olabilir. Zaten bunların giderilmesine dönük çalışmalar da yapılıyor. Lakin halk bir karar vermiş ve yeni sistemin zamana ihtiyacı açıkken, niçin değişimine yoğunlaştıklarını bir türlü çözemedim doğrusu. Aynı şey; “AB üyeliği, Amerika, Rusya ve Çin olmak üzere, Asya derinliğindeki ilişkilerimiz güçlendirilecektir" beyanı için de geçerli. Kaldı ki S-400’lerden vazgeçmedikçe Amerika’nın, Kuzey Suriye’den çıkmadıkça Rusya’nın, Akdeniz’den çekilmedikçe ve PKK ile mücadeleyi yavaşlatmadıkça ise AB’nin, Türkiye’yle ilişkileri nasıl güçlendireceği gerçekten merak konusu…

***

Gündemde bir Kanal İstanbul tartışması, almış başını gidiyor. Kiminin ekolojik dengeden, kiminin maliyetinden, kimisinin de Boğazlar Sözleşmesinden dem vurduğunu izliyoruz ekranlarda. O sebeple söze “Montrö Sözleşmesinde geçen “Boğazlar” tabirinin, “Çanakkale Boğazı, Marmara Denizi ve İstanbul Boğazı’ndan oluşan bölgeyi, birlikte tanımladığını” belirterek başlamakta yarar görüyorum. Keza İstanbul Boğaz’ına ilaveten, Ege Denizi ile Karadeniz arasını beraber ihtiva eden bu uygulama alanı, çıkarılan birçok spekülasyona cevap niteliği taşıyor. Örneğin Kanal, bunun sadece bir kısmına ilişkin olduğundan, mevcut haliyle iddia edildiği üzere sözleşmenin delinmesi söz konusu değil.

Ancak Montrö Sözleşmesinde “seyir, çevre ve kıyı emniyetinin” tesisi amacıyla, geçişleri düzenlemek de mümkün… Kısaca gemilerin kanala yönlendirilmesi gibi… Bunun için de taraf ülkelerin, üçte ikilik çoğunluğu sağlaması yeterli. Yalnız aynı düzenleme, geçişlerle ilgili (hangi gemilerin geçeceği, bulunma süreleri…) olan hükümleri kapsamamakta. Zira bu hükümler oy birliği gerektirir ki, tek bir üyenin “veto” kullanmasıyla geçersiz sayılabiliyor. Tıpkı kendi çıkarına aykırı bir durum belirme ihtimali karşısında, elinde “veto hakkı” bulunan Türkiye içinde benzer bir husus…

Peki, çıkarımız nerede diye sorarsanız? Yeni yapıların inşası, istihdam sağlaması, hafriyatın farklı projelerde kullanılması… vs. zaten bilinen faydaları. Gemilere; bekleme süresi, güvenli seyahat, hızlı ulaşım, uygun ücret vb. imkânlar sunularak, kanala yönlendirilmeleri ise ciddi bir katma değer oluşturacak. Ama boğazdaki “dip akıntının”, hepsinden öte büyük bir önem arz ettiği şüphesiz. Öyle ki Kanal imalatı esnasında dibe konulacak tribünlerin, Türkiye’nin % 15 oranında elektrik ihtiyacını karşılayacağı düşünüldüğünde, Kanal İstanbul’u kısa sürede amorti etmesi işten bile sayılmaz.

Özetle, Kanal İstanbul’un yapılması adına, uluslararası hukuk çerçevesinde hiçbir engel bulunmuyor. Bunun yanı sıra çevresel ve ekolojik meselelerin de, iyi analiz edilmesi kesinlikle göz ardı edilmemeli. Stratejik kazanımlarımız mı? Onu da başka bir yazıda paylaşırız. İnşallah şimdilik, zihninizde bir şeyler canlanmıştır…