Dolar (USD)
32.40
Euro (EUR)
34.76
Gram Altın
2399.63
BIST 100
10208.65
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

14 Mart 2019

Biz buyuz ve bizi bununla yargılayın!

Garip bir hal aldık. Başımıza gelecek en büyük felaketin yenilmek, iktidardan düşmek olduğunu zannediyoruz. Yeryüzündeki imtihanımızın iktidarda olmak olduğunu, iktidarda kalmakla bu imtihanın hakkıyla verileceğini varsayar şekilde yol alıyoruz. Sonucun, zaferin, kazanmanın bu kadar önemli, bu kadar hayati, bu kadar belirleyici olması sürekli haykırılan ilke ve değerlerin gerekliliklerinden ziyade açık konuşmak gerekirse bu ilke ve değerleri araçsallaştırıp kendi pozisyonlarını sürdürme gayretinde olan bazı kifayetsiz muhterislerin doygunluk bilmeyen açlığından kaynaklanıyor.

Bizim iktidar olmak, iktidarda kalmak gibi bir hedefimiz elbette olmalıdır ve olacaktır. Ancak her ne olursa olsun, ne pahasına olursa olsun, ne şekilde olursa olsun vaziyetinde bir mücadelemiz olamaz, olmamalıdır. Türkiye’nin dün de, bugün de ve yüksek ihtimalle yarın da en büyük imkânı Müslümanlığıdır. Bu imkânı özenle korumak, onu bu ülkenin, bu bölgenin ve bu dünyanın yarınları için şaibesiz bir hak ve adalet söylemine dönüştürmek en büyük görev olarak önümüzdedir. Dolayısıyla mevzuyu bulanıklaştırarak, sapla samanı birbirine karıştırarak, gerçekleri örtbas ederek bir yere varamayacağımız açıktır. Önem ve özen gösterilmesi gereken şey şahıslar ve onların şaşalı pozisyonları değil varlığımıza anlam katan, bu topraklarla, bu toprakların kültür ve inanç evreniyle aidiyetimizi kavileştiren ilke ve değerlerimizdir. Yükümlülüğümüz olan ilke ve değerlere önem ve özen göstermenin ise şaşalı pozisyonla, iktidara gelmekle veya iktidardan gitmekle doğrudan bir ilintisinin olmadığı ortadadır. Önemli olan yolda olmaktır, yolculuğun gereklerine halel getirmemektir. Biz seferle yükümlüyüz, usule, edebe, erkâna riayetle mükellefiz. Sonucu takdir etmek, zaferi tahsis etmek gibi bir görevimiz de yok, böyle bir gücümüz de yok. Sefer bizden, zafer Allah’tandır.

Geçenlerde rahmetli Hüseyin Avni (Ulaş) Beyi andık. İstiklal Marşı’mızın kabulü vesileyle Mehmet Akif’i anıyoruz. Kalp rahatsızlığı nedeniyle hastaneye kaldırılan İsmet Özel için dualarda bulunuyoruz. Yasal zorunluluk kaynaklı göstermelik anmalar dışındaki her anmanın, her hatırlamanın, her sahip çıkmanın bir iddia olduğunu, anılan, hatırlanan, sahip çıkılan ile kurulan ilişkiye ilişkin bir iddia olduğunu belirtmeye gerek yok. Anmak, hatırlamak ve sahip çıkmak anılana, hatırlanılana ve sahip çıkılana dair kendimize ve başkalarına yaptığımız ilandır. Anılanların, hatırlananların ve sahip çıkılanların inandıklarına, uğruna mücadele verdiklerine, verdikleri mücadeleye ve çok görülmek istenmese de esas itibariyle mücadele şekillerine sahip çıktığımıza, ona talip olduğumuza, onu yapacağımıza ve onu yapıp yapmamak üzere hesaba çekilebileceğimize ilişkin ilana çıkıyoruz. Anmamız kendimize ilişkin açık bir hüküm ve kaçınılmaz şekilde başkalarına gönderdiğimiz bir yargılama davetiyesi aynı zamanda. ‘Biz buyuz ve bizi bununla yargılayın!’ davetiyesi.

Bu açıdan anma, hatırlama ve sahip çıkmalarımızın sahiciliği bizim fiiliyatta aynı yolun yolcusu olup olmadığımıza, o yolun gereklerini karşılayıp karşılamadığımıza bakılarak görülebilir. Ulusal, bölgesel ve küresel meseleleri ele alış şeklimiz, pozisyon alırken veya sözüm ona strateji oluştururken ileri sürdüğümüz gerekçeler, sığındığımız mazeretler ne olduğumuzu, ne yaptığımızı, nasıl yaptığımızı gösteriyor. Arzularımızı, beklentilerimizi, irademizi, inanç, ilke ve değerlerle ilişkimizi, ilişkimizin boyutlarını tüm çarpıcılığıyla gösteriyor.

Yukarıda şu günlerdeki anmalarımız vesilesiyle zikrettiğim üç ismin anılma gerekçeleri bize şanlı zaferler miras bırakmış olmalarından gelmiyor. Onlar günümüz ölçütleriyle görkemli başarılar da bırakmadılar. Ama onlar hayatlarını sürdürdükleri o netameli koşullarda yola, yolun ve yolculuğun gereklerine, inandıkları ilke ve değerlere göre yaşamanın kıvancını, izzetini, şerefini bıraktılar. Onlar en zor koşullarda bile hakka riayet etmenin, ilke ve değerleri aziz tutmanın erdemini bıraktılar.

Ciddi bir sınamadan geçiyoruz. Dün yokluk ile olan sınamamız bugün varlıkla oluyor. Defaatle belirttim, yineliyorum büyük bir hezimete doğru yol alıyoruz. Hezimetimizin iktidar kaybı anlamına gelmediğini, gelmeyeceğini, gelemeyeceğini tersine iktidardan düşmenin başımıza gelebilecek en büyük felaket olarak görülmesinin başlı başına yaşadığımız hezimet olduğunu izaha gerek var mı? Mücadele etmekle mükellef olduğumuz şeyleri kendimizin yapıyor oluşu hezimetimiz değil mi? Başımıza gelen büyük belayı saadet görmek, içine düştüğümüz yanlışı bırakılmaması gereken doğru olarak düşünmek nasıl izah edilir bilmiyorum? Benim bildiğim iktidarımızdan önce adımızı, ilkelerimizi, değerlerimizi korumakla mükellef olduğumuz. Bu mükellefiyet elbette ‘Allah’ın yardımıyla fetih’ler de, ‘büyüyüp büyüyüp zaferlere dönüşecek yenilgiler’ de barındırır. Hasılı kelam mesele yenilgiyi de, zaferi de anlamlı kılan ‘şeyi’ gözetmek!