Dolar (USD)
32.39
Euro (EUR)
34.72
Gram Altın
2396.72
BIST 100
10208.65
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

16 Kasım 2022

Biz Kravat takmayız

En mükemmel karışım biçim ile özün uyumudur. Ancak ikisinden birini ille de tercih etmek zorunda kalsam özün tarafını tutarım. Çünkü biçimi zayıf da olsa öz ne yapar eder, uygun bir koza örer, kendini garantiye alır, yoluna bir şekilde devam eder. Biçim güçlü öz zayıfsa, biçimin ağırlığına dayanamayan öz ya bulunduğu yere kilitlenir veya o tazyikle yolunu yordamını şaşırır. Gerisinde en azından bir ruh taşıdığı için kaba öz, içi boşaltılmış biçimden daha sempatik görünür bana.

Doğallığın yapaylığa baskın ve daha yaygın olduğu geçmiş dönemlerde öz ile biçim arasındaki mesafe kısa olduğundan biçim özün temsilcisi olarak işlev görüyordu. Ruhun biçimi olarak söz, duyguların biçimi olarak hissediş, eyleyişin biçimi olarak davranış çok daha samimiydi. Kurulan her cümle ilhamını mutlaka zihnin derinlerinden alıyordu ve bağlayıcıydı. Hissedişin üstü çıkarla daha az temas ettiği için tutkular da nefretler de aşikardı. Dosta dostça, düşmana düşmanca yaklaştıran bir biçim-içerik uyumu söz konusuydu. Kötülük henüz iyilik elbisesini giymeyi akletmemiş, iyilik kuyruğunu kısıp kenara çekilmemişti. Özün gücünün kabuğu incelttiği dönemlerdi, kabuğun gücünün özü gizlemeye yetmediği dönemler...

Hayatımızdaki diğer pek çok şey gibi öz ile biçim arasındaki ilişkinin travmaya dönüşünün tarihi de modernleşmeyle başlıyor. Bu yönüyle Tanzimat bir öz-biçim arayışı, hatta karşıtlığıdır. Batılılaşmayı Avrupa’nın temel metinlerini çevirmekten, düşüncenin gerisindeki felsefeyi kavramaktan ibaret görenler ile kılık kıyafetini, zevkini, modasını, güncel yaşamını değiştirmekten anlayanlar şeklinde iki farklı bakış açısı vardır bu dönemde. Birincilere göre değişim özden başlamalı, yüzeye yayılmalıdır, ikincilere göre biçim değişirse zaten öz de kendiliğinden buna ayak uydurur. Felatun Bey ve Rakım Efendi, Araba Sevdası, Sergüzeşt, hatta belki İntibah bu yanlış Batılılaşmanın biçimsellikle kurduğu ilişkiyi hem doğrudan yaşama özgü göstergelerle hem de imajlar dünyasıyla bize ulaştırırlar. Bunlara göre kaporta motor üretmenin şartıdır, kaportaya bakarak motor üretebiliriz.

Biçimin öze kurban verildiği süreçler Cumhuriyet devrinde de devam etti. 1848’de sağlam bir içerik tahkimi için başlatılan Terceme Odası faaliyetlerini kaldığı yerden devam ettirmek yerine kılık kıyafete yönelik düzenlemeler acil bir şekilde hayata geçirildi. Biçim o kadar abartıldı ki şapka devriminden önce yayınlanmış bir kitap, ibreti alem için, devrimden sonra yazılmış gibi gösterilerek mahkum edildi. Biçim hayranlığının içerik körlüğüne yol açtığı icraatlar sonraki süreçlerde de devam etti. Aslında Tanzimat’tan başlayarak bütün bir Türkiye tarihi anlamakta zorluk çekişin, eksik veya yanlış anlamanın tarihidir. Yüzeye ayarlanmış göz daha ona çarpar çarpmaz büyülenip dağıldığı için derindeki yolculuğunu sürdüremiyor.

İçeriği biçimin sunağına yerleştirmek elbette üretim yerine tüketim arzusunu kışkırtmakla ilgilidir. Düşünmezsiniz, düşünülmüşü seçerseniz. Üretmezsiniz, üretilmişi seçersiniz. Kaportayla uğraşırsanız, motor yapamazsınız. Formül ezberlemekle yetinirseniz formül geliştiremezsiniz. Varolan sistemler arasından birini seçer ama siz de ona bir yenisini eklemeyi düşünemezsiniz. Biçime odaklanmış akıl, yüzeylerde gezindiği için asla ve asla derinlere inemez, derinlere inilmeyen hiçbir yolculuk size bulunduğunuz yerin topografyasını vermez. Çok kısa eşikler bir tarafa bırakılırsa Türkiye’nin çektiği bütün resimler yüzey görüntülerden ibarettir ve o yüzden de hayatın topografyasını sunmaktan uzaktır.

Dün biçimle uğraşıyorduk ve kültüre, medeniyete, sanata ait yüzey resimleri çekiyorduk. Bugün de öyle. Dün kılık kıyafete, saça başa, şapkaya, kravata, papyona kafayı takıyorduk. Bugün de öyle. Bizde biçim fetişizmi var ve bunu aşamıyoruz. Yakınlarda, birkaç gün öncesinde Milli Eğitim Bakanı ile alt düzey bir bürokrat arasında yaşanan diyalog içimdeki umutsuzluğu bir kat daha artırdı. Bakan, muhatabına “senin kravatın nerede?” diye soruyor. Ondan “Biz kravat takmayız” cevabını alınca da “Kravat takmayanı biz hiç takmayız. Şimdi çık dışarı” diyor. İşte Türkiye’nin Batılılaşma konusundaki makus talihinin özeti budur. Bu cümleler 1800’lü yılların son çeyreğinde, Tanzimat metinlerinden alınmış değildir, 2022 Türkiye’sinde, hayatın bağrından alıntılanmıştır. Bir tarafta “biz kravat takmayız”cılar, öteki tarafta “kravat takmayanı takmayız”cılar... Kravat taksan ne olur takmasan ne olur? Hırvatça giyinmek ile Türkçe giyinmek arasındaki fark öz tahkim edildikten sonra ne kadar derin olabilir ki? Buruşuk kravat, düzgün boğazlı kazaktan daha mı şıktır ki? Gerisinde yuva olmadıktan sonra en güzel renklerle donanmış bir duvar neyi ifade eder? Biri anlatırsa sevinirim. Kamusal alanda şapka giyme zorunluluğu ile başörtüsünü çıkarma zorunluluğu ve kravat takma zorunluluğu arasında ne fark var? Biz gömlek, boğazlı kazak medeniyeti mi, kravat medeniyeti miyiz? Biçimin büyüsüne kapılan cümlelerim bile medeniyeti kılık kıyafetle izaha yöneldi, bakınız. Oysa belki de tartışılması gereken Milli Eğitim Müfredatı olmalıydı? Yeni neslin karakter inşası için hangi eğitim modelleri münasiptir, vs.? Yazık bize…

Fes taktığı veya takmadığı için insan-insan değil kategorisine tabi tutulan şizofrenik bir tarihimiz var. Şapka kanununa muhalefetten ölüm cezası alan, hapse atılan insanların olduğu tuhaf bir geçmişin çocuklarıyız. Sakal uzunluğundaki milimetrik hesaba göre işlem gören, bıyığındaki kıl sayısına, bıyık-dudak korelasyonuna göre insanların güpegündüz şehir ortasında öldürüldüğü mazimiz çok uzakta değil. Başörtüsüyle kamusal alana girilmez, girilir denerek entelektüel enerjinin onlarca yıl soğurulduğu bir yakın geçmişten bugünlere geldik. Varılan noktada önümüzde milli eğitime dair devasa sorunlar dururken, meselenin en üst perdeden bile “kravat takmayanları takmayız”vari biçim diyaloguna indirgenmesi bir arpa boyu yol almadığımızı gösteriyor. Fes, şapka, sakal, bıyık, başörtüsü ve bu son olayla medeniyet tarihimizin kravat aşamasını geçtik bence. Bundan sonraki otuz yıl papyon tartışalım. Biz kravat takmayız sayın bakan ama kravat takanı da takmayanı da takarız. Biz dışa değil içe bakarız sayın bakan. Ölçümüz kravat takan-takmayan değil, işini yapan ile yapmayandır. İşini yapanı tutar, yapmayana kapıyı gösteririz. Dün başörtüsüydü, bugün kravat, yarın belki papyon. Bu Tanzimat zihniyetinden bir an önce çıkmamız gerekiyor.