Dolar (USD)
32.34
Euro (EUR)
34.83
Gram Altın
2378.89
BIST 100
10262.41
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Biz olmasaydık...

Başarının başarısızlığa evrilmeye başladığı andır “biz olmasaydık” ifadelerinin kalpten dile oradan da iyilik yapılanın yüzüne savrulması. Birey ve toplum için tam da kaybetmenin başlangıcıdır burası. Kazanımları kendinden bilmek, bireysel yeterliliğini şart göstermek, çiğ insanın sergilediği davranıştır.

Nedendir pek bilinmez, insanların daima geldikleri yeri unutup gitmek istedikleri yerlere odaklanmaları! Dünyanın makam basamaklarını yükselirken ve merdiven sendromuyla birilerinin sırtına basarak tırmanırken çıktıkları o yüksekliklerdeki kazandıklarının kendilerinden olmadığını bilmezler. Arkasındaki büyük Hak ve halk desteğinin ve duasının sunduğu imkanları unuturlar. Haktan uzaklaşmaya başladıkları andır “biz olmasaydık” demeye başlamaları.

Esamisi okunmayan ve irapta mahalli olmayan birisi es kaza bir müessese kurar ve patron olur. Kuruluşun başında bütün kutsalları kullanır. Başarılı olmak için basamak yaptığı her bireye alnının teri kurumadan hakkını vereceğini vaat eder. İlk başlarda da öyle yapar. Lakin zaman ilerledikçe, şöhretin ve paranın lezzetini aldıkça artık merdivenin basamaklarına daha hızlı basar ve geriye dönüp bakmadan daha zirvelere nasıl gideceğini ve şöhretinin daha nerelere ulaşması gerektiğini düşünür. Verdiği sözleri tek tek unutur. Basamak olarak gördükleri, haklarını istemeye başlayınca “biz olmasaydık kim bu işleri size verirdi” diyerek zirveden zemine çakılma eylemini başlatır. Lakin şöhret aldatıcı olduğu için bunun farkında değildir.

O da kendi gibi olanlardan bir sıradandır. Sadece kabiliyetlerinin farkı keşfedilmiştir. Hatta bir nevi getirileceği makam, kabiliyetlerine en büyük bir kötülük gibidir. Lakin o, “Ben buraya en layık kişiyim, bensiz yürümez bu işler, bu makamı en iyi ben doldururum” der ve el etek öper. Aynen dediği gibi olur. İstediği makama getirilir. Hayatında hiç olmadığı kadar nazik ve sahte gülücüklerle kendini makamına kaptırıvermiştir. Başarılı da olmuştur. Hele zor zamanlarda büyük fedakarlıklarda bulunmuştur. Ancak o da merdivenden tırmanırken bir vakitten sonra dönüp aşağıya bakmamaya başlar. Hatta biraz da öfkelenir ve “biz olmasaydık sizleri bir bit ve pire gibi ezerlerdi” der. Her defasında olduğu yere çıkmasına basamak olanları azarlar. Hatta fırsat geldiğinde hiç çekinmeden “biz olmasaydık sizleri kim savunurdu” der ve vazgeçilmez olduğunu ima ederek takdir-i Huda’yı göz ardı eder. Kötülükleri kendi nefsinden bilmesi gerekirken, iyilikleri kendine mâl eder. Allah’ın ayetine ters hareket eder. Gönüllerde artık yer etmediğinin farkında değildir. Zamanı gelince onun da altından merdiven çekiliverilir.

Allah hikmeti isteyene, malı istediğine verir. Mal dediğiniz şey ise dünyevilik olan her şeydir. Ve ona da böyle bir fırsat verilir. Kurar fabrikalarını veya iş yerlerini. Alır oraya ihtiyacı olan kişileri. Oraya gelen her kişi işverenin iktidarını ve gücünü daha da iyiye götürür. Gece gündüz demeden çalışıp dururlar. Helal kazancın devamı için de her türlü bed muameleyi hoş görürler. Lakin zaman ilerledikçe, para geliverdikçe patron israfta sınır tanımaz ve kazandıklarının sadece kendi hakkı olduğunu düşünür. Çalışanlarının kazancını da elinden geldiği kadar sınırlar. Bir hak talebi anı gelince “biz olmasaydık” diye başlar ve “Zaten kazancım bir ömür bana ve aileme yeter. Kafamı kızdırmayın yoksa bu iş yerini kapatırım” der.

Siyaset kademelerinde görev alanların da hayalleri vardır. Bunun için başlangıcı iyi yapmalılar ki bastıkları merdivenle ikbalin zirvesine çıkabilsinler. Sadece giriş kapısı olan siyasete ilk adımlarını atarlar. Yükselmek için “her zaman halk haklıdır” sloganlarıdır. Nasip de olur onlara halka hizmet etmek. Ve bir müddet sonra başlarlar gururla “Biz bunları yaptık, şunları yaptık” demeye. Zamanın ilerlemesiyle herkes gibi onlar da kirlenmeye başlar. Halka hizmetin Hakk’a hizmet olduğunu unuturlar. Yapacaklarından çok yaptıklarını başa kalkmaya başlarlar. Başarılarına basamak olanlara tepeden bakarlar. Hatta ellerinden gelse merdiveni çekip çıktıkları yerde kalmak için eskiden söylediklerini inkar etmeseler de en azından söylemediklerini dile getirmek isterler. Geçmişi inkarı geleceğe ulaşmak için meşru kılarlar. Ve daima “biz olmasaydık bu kazanımları elde edemezdiniz” demeye başlarlar. Lakin halk bunu unutmaz ve zamanı geldiği anda basamak olduğu merdiveni altlarından öyle bir çeker ki, ne olduğunu fark etmezler. Çünkü çok kirlenmişlerdir. Her türlü çirkinliği misk-ü amber görmeyi çoktan özümsemişlerdir. Siyasi tarihimizde bunun örnekleri çok görülür.

İnsan onurunu zedeleyen bu durumun örnekleri eve ekmek getiren babadan ikametgahı mühürleyen muhtara; okulu idare eden müdür ve öğretmenden şehri idare eden şehremeniye veya valiye; hak edilen kadroları açan rektörden haksızlıkları giderecek olan müddeiumumiye; tedaviyi yapması gereken doktor ve hastaneden ilacınızı veren eczacıya; haklarınızı savunması gereken kaymakamdan hakkınızı en üst düzeyde vermesi gereken bakana; ekmek teknesini açık tuttuğunuz bakkaldan bacasını sürekli tüttürdüğünüz fabrikatöre; camisini doldurduğunuz imamdan dernek ve lokaline hayat verdiğiniz bütün sivil toplum örgütlerine kadar her yerde görülebilir.

Tarih, bu örneklerle dolup taşmaktadır. Hatta bu durumun en masum misali Hazreti Ömer’in İslam’ın dahi ordu komutanı Halit Bin Velid’i görevden almasıyla sabittir. Çünkü o dönemde bile bu tehlikeyi Halife Ömer (r.a) hissetmiştir. İllet ile iktiran arasındaki dengenin kaybolma riskini görmüştür. “Halit Bin Velid olmazsa...” gizli ve aşikar konuşmalarının, hakikati ne kadar incittiğini anlamış ve bu büyük dahi sahabeyi görevden alarak hakkın hatırını korumuştur. Hakikati inciten bu durumun farkında olan Hz. Halid Bin Velid ise, azledilmesinin tebliğini halka arz etmekten çekinmemiştir. “Ey emir! Sabırlı ol. Bu bir fitnedir” diyenlere karşı “Ömer bin Hattab sağ oldukça fitne olmaz” demiştir.

Evet, insanları bilhassa elinde imkan ve yetki bulunanları bu çıkmaza bilerek veya bilmeyerek sürükleyen bu duruma nedensellik ilkesi bağlamında izahat getiren Said Nursi, her iki tarafı da uçurumdan kurtarmak ister. Başarının gurur çukurlarına düşmeyi engellemek ve insan onurunu zedelenmekten kurtararak vefayı göstermek için Kur’an’ın bu bağlamdaki temel prensibini izah eder. Başarının çıkmazına saplanmaktan ziyade çalışmanın ve paylaşmanın hazzına insanı, bilhassa “Ben dindarım ve dünyayı kalbime koymam” diyenleri ulaştırmanın Kur’ani prensibini söyler. Mümin gibi kalmanın ve yapılan iyiliği başa kalkmamak için bütün paydaş olanların hakkını takdir etmenin gerçekliğini izah eder. “Nasıl ki bir cemaatin malı bir adama verilse zulüm olur. Veya cemaate ait vakıfları bir adam zaptetse zulmeder. Öyle de, cemaatin sayleriyle hâsıl olan bir neticeyi veya cemaatin haseneleriyle terettüp eden bir şerefi, bir fazileti o cemaatin reisine veya üstadına vermek hem cemaate, hem de o üstad veya reise zulümdür. Çünkü enâniyeti okşar, gurura sevk eder. Kendini kapıcı iken padişah zannettirir. Hem kendi nefsine de zulmeder. Belki bir şirk-i hafiye yol açar.

Evet, bir kaleyi fetheden bir taburun ganimetini ve muzafferiyet ve şerefini, binbaşısı alamaz...”

“Biz olmasaydık” kibirlenmesine dûçar enaniyet zehirlenmesine karşı her dem diri bir şuuru edinmek için insanın fıtrat ve zatını hatıra getirmek icab eder. Ki bu cümleden olarak “insan nedir?” sorusuna “yek katre-i hûnest, sâd hezârân endîşe” yani “insan bir damla kan ve binlerce endîşedir” diye cevap veren Sadî Şirazî’nin buyurduğu gibi deriz ve insanın dizginleyemediği ihtiras ve arzularıyla içine düştüğü bedbaht bir halin psişik tasviri olan “kan ve endişe”den öte bir anlamı olması gerektiğini her daim idrak ederiz.

“Biz olmasaydık” diyenlerin, bilhassa geldiği yeri unutup sadece çıkmak istediği makamlara odaklananların kulakları çınlasın.

Makamını Allah rızası ve insanlığın faydası için kullananlar ise bu yazdıklarımıza kulak asmasın.

Bunca katlandığımız çilenin dünyada bir karşılığı yok mu diyenler ise Vefa yazısını beklesin.