Dolar (USD)
32.36
Euro (EUR)
34.61
Gram Altın
2381.16
BIST 100
10166.39
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

25 Ağustos 2023

​Bölgesel siyaset, mutlak rasyonalite ve Kürt realitesi-2-

Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunda var olan sorunu Ülkenin yumuşak karnı haline getiren realiteyi doğru şekilde kavrayamadığımız sürece kalıcı bir çözüm ortaya koyma şansımız olamayacaktır.

Sorunu teröre indirgeyen bir yaklaşım tarzı ile olsa olsa palyatif çözümler üretilebilir. Ama bu sorunu çözmediği gibi sadece ötelemeye ve hatta kangren haline getirmeye sebebiyet verir.

Tarihsel arka planında sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal olmak üzere dönem dönem farklı tezahürler gösteren konu kürt sorunu olarak vücut bulmuştur.

Tanzimat yönetimiyle Feodal yapının parçalanması, Kürt beyleri (emirlikler) üzerinde merkezi yönetimin güç ve etkisinin artması sonucu Osmanlı’ya karşı ilk Kürt isyanları çıkmaya başlamıştır. Botan Emiri Bedirhan Beyin 1839 yılında başlattığı isyan, Sorunu anlamak için önemli ipuçlarından biridir.

Esas itibariyle Kürt beylerinin Osmanlı’ya sadakatini örseleyecek hiçbir iç sebepten söz edilemez. Osmanlı’nın İslam şemsiyesi altında devam ede gelen siyasal birlikteliğe Kürtler açısından mani bir durumda yoktu aslında.

Bağımsız devlet ideali içinde olmamakla beraber, Kürtler her zaman kendi varlık ve hürriyetlerine gereken saygının gösterilmesinden ödün vermeyecek ontolojik (etnik) bir asabiyete sahiptirler. Sosyal ve ekonomik faktörler hiç kuşkusuz Kürt sorununun önemli bir parçasıdır.

Kürt nüfusun büyük ekseriyeti için sözü edilen ontolojik asabiyet dini asabiyetle hemhal bir nitelik taşır. Kürtler dini asabiyet açısından her zaman dikkat çekici bir farklılık göstermiş ve dini büyük ölçüde ontolojik bir mesele haline getirmişlerdir.

Milliyetçilik, farklı etni-sitelere karşı doğasında ontolojik, kültürel ve dolayısıyla siyasal şiddet unsurlarını barındırır. Bu da milliyetçi kodlarla tebarüz eden milli devlet modelini bir sorunsala dönüştürmekte, dahası onu sorunun kaynağı haline getirmektedir.

Türkiye’nin Kürt sorunu, tarihsel olarak ontolojik (etnik) ve dini asabiyet faktörleri ile milli-devlet ideolojisinin (milliyetçiliğin) doğurduğu reaksiyoner şartlar içerisinde muhteva ve şekil kazanmıştır.

Zira Kürt sorunu tarihsel seyri içinde sadece dini reaksiyonlarla ilişkilendirilebilir olmaktan çıktığı gibi, ötekileştirici siyaset bu sorunu her halükarda etnik dinamiklere ve asabiyete açık hale getirmiştir.

Bedirhan Beyin isyanını müteakip, Güneydoğu’daki Kürt sancaklarının Osmanlı yönetimi tarafından Kürdistan Eyaleti adıyla gündeme getirilmesi olaya nasıl bağımsızlık fikrini tahrik edici bir boyut kazandırmışsa, Hamidiye Alayları da Kürt realitesini sosyal ve siyasal açıdan karmaşıklaştırıcı bir rol oynamıştır.

Kürt isyanlarından sonra İstanbul’da oluşan Kürt diasporası, eğitim ve sosyal muhit faktörleriyle milliyetçi ideolojinin etki alanına girmiş, Kürt sorunu giderek siyasal bir zemin kazanmaya başlamıştır.

1908-1914 döneminde özellikle Bitlis, Barzan ve Soran’daki Kürt ayaklanmaları da Kürt milliyetçiliğinin gelişmesinde etkili olmuştur. İslam kardeşliğiyle milliyetçi tazyikler arasındaki sıkışmışlık, Kürtler için tam anlamıyla içinden çıkılmaz, zorlu bir realite halini almış gibiydi. Herşeye rağmen din, Kürtleri Osmanlı’ya kuvvetli bağlarla bağlamaktaydı.

Bu itibarla Kürtlerin Osmanlı’ya ve hilafete olan bağlılıkları etnik asabiyete her halükarda galebe çalmaktaydı. Söz konusu bağlılık, devletin laik-modernizasyonuna yönelik reaksiyonlar üzerinden etnik bir direnişe dönüşüyordu.

Bu direnişin özellikle Kürtlerden gelmiş olması Kürt realitesinin dinle olan bağını tespit açısından altı çizilmesi gereken bir noktadır.

Saltanatın kaldırılması, Birinci Millet Meclisi’nin dağıtılması, nihayet 1924’te hilafetin ilgası ve Tevhid-i Tedrisat Kanununun çıkarılması ile devam eden süreç karşısında dindar Kürtler, bu olayları dine/İslama karşı olarak değerlendirmiş, kendilerini İslam’a sahip çıkma mesuliyetiyle vazifeli saymışlardır.

Dolayısı ile1924-1938 yılları arasında vuku bulan 18 isyandan Menemen olayları dışındakilerin hepsi Kürt bölgelerinde gerçekleştirilmiştir.

1937’de Seyit Rıza liderliğindeki Dersim isyanının kanlı şekilde bastırılmasının ardında yatan refleks daha açık ve net bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

Dersim isyanı, rejimle dini, ideolojik problemleri olmayan Kürt-Alevileri açısından bile ontolojik asabiyetin, dolayısıyla hürriyet arzusunun ne kadar kuvvetli bir amil olduğunu gösterir.

Diyebiliriz resmi devlet pragmatizmine (veya rasyonalizmine) karşılık Kürt kamuoyunda dini ve ontolojik asabiyet çok daha kuvvetli bir nitelik sergilemektedir.

Ziya Kürt sorunu ne dini ne de etnik boyutundan ayrıştırılamayacak iki başlı bir sorundur.

Ancak tarihsel dinamikler (modernleşme süreci) sosyal, kültürel yapılarla beraber, siyasal, idari yapıları da aşındırmakta ve dönüşümü kaçınılmaz noktaya getirmektedir.

Küresel/siyasal bir zorunluluk haline gelen çok partili rejime geçişle birlikte devletle Kürtler arasındaki ilişkiler de artık farklı dinamiklerin etkisi altına girmeye başlamış, gerek Ortadoğu’da gerekse bölgemizde jakoben, merkeziyetçi siyaset anlayışı iktidar gücünü giderek kaybetmeye başlamıştır.

Kürt realitesinin siyasal alandaki yansımaları da tabiatıyla bu süreçten etkilenmiştir. Bilhassa taşra ve muhafazakar kesimlerden güç alan, Nakşi şeyhlerinin Kürt halkı üzerindeki nüfuzlarından yararlanmaya çalışan kesimler Kürt sorununa daha yapıcı bir yaklaşım içinde olmuş, “demokrasi”ye dayalı bir çözüm arayışının işaretlerini vermişlerdir.