Dolar (USD)
32.38
Euro (EUR)
34.64
Gram Altın
2392.55
BIST 100
10180.82
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

21 Temmuz 2023

Bölgesel siyaset ve dış politika (2)

Yıl 1996. Yer, Refah Partisi Ankara Balgat’ta bulunan merkez binası. Hemen bitişikteki camide yatsı namazı sonrasında, bilvesile ile orda bulunan Türkiye'nin değişik illerinden gelen misafirlerle beraber, namazı beraber kıldığımız değerli hocamız ile beraber, o geceki programına katılmak için merkez binaya geçtik.

Hocamızın o gece anlattığı iki anekdot, devlet yönetiminde basiret kavramının ne denli önemli olduğunun kavranması açısından dikkate değerdi.

1951-1952 yıllarında İspanya Hükümeti, Türkiye'den çok yüksek miktarda odun kömürü satın almak istiyor.

O güne kadar, İspanya'ya yapılan ihracat kalemleri arasında yer almayan bu talebin bir de özel şartı vardı:

Kömürler İskenderun'dan Saroz Körfezi'ne kadar Akdeniz ve Ege sahillerinde doğada kendiliğinden yetişen "delice" ağacından elde edilmesi isteniyordu.

‘'Delice'' ağacı, aşılanmamış zeytin ağacıdır.

İstek, dönemin hükümeti tarafından yüksek getirisinden dolayı sevinçle karşılanıyor, bol miktarda bulunan delice kömürü ihraç edilmeye başlanıyordu.

O günleri gören görgü tanıklarının anlattıklarına göre, limanların üzeri gemi yüklemeleri sebebiyle kara bir bulut ile kaplanıyor göz gözü görmüyordu.

O yıllarda Ankara'da görev yapan ABD Ticaret Ataşesi, dönemin Dışişleri Bakanı'na ihraç edilen kömürün İspanya tarafından nasıl değerlendirildiği ya da nerelerde kullanıldığını araştırıp araştırmadıklarını soruyor.

Aldığı cevap, getirisinin önemli olduğu, nerede kullanıldığının Türkiye'yi ilgilendirmediği şeklinde oluyor.

Bunun üzerine ataşe konuyu kendisi araştırıyor ve otoyollarda dolgu malzemesi olarak kullanıldığı bilgisine ulaşıyor. Bununla yetinmeyip ABD'de tanıdığı mühendislerden bilgi alıyor ve otoyolda kömür dolgusunun bir yararı olmadığını öğreniyor.

Öğrendiklerini Bakan'a iletiyor, Türkiye'nin rahatsız olmadığını, gelirden dolayı memnun olduklarını söylüyor, konu kapanıyor...

Delice ağacının zeytin aşılamak için en uygun ağaç olduğunu bilenler Türkiye'ye oyun oynamışlardı.

Sonuç olarak; İspanya, dünyanın en büyük zeytinyağı ihracatçısıdır ve ne tesadüf ki, aynı yıllarda Türkiye margarinle tanışmıştır.

Yıllarca, Marshal yardımı veya NATO’nun Türkiye ye yaptığı askeri yardımlar kategorisinde gönderilen uçak ve zırhlı araçlar ile ilgili.

Yardım şartnamesinde yazılı küçük bir detay, M.C. Hükümeti döneminde rahmetli Erbakan hocanın dikkatini çekiyor.

Bu küçük detayda, hibe olarak verilen askeri uçak ve ekipmanların yedek parça ihtiyaçlarını; Türkiye, hibeyi yapan NATO üyesi devletten karşılamak zorundaydı. Buraya kadar her şey normal / gibi / görünse de.

Birincisi, verilen uçak ve araçlar NATO’nun yıllarca kullandığı ve eskittiği uçak ve araçlardı.

İkincisi, hibeyi yapan ülkeler, ihtiyaçları olan uçak ve savunma araçlarını, yeni ve dönemin en son teknolojileri ile değiştirdiğinden, ellerinde kalan, bu eski araçları NATO yardımı diye bize veriyorlardı.

Hemen ardından, yapılan bir araştırma ve istatistikte, son üç yıl içerisinde, bu uçak ve araçların yedek parçalarına verilen para ile bunların son teknoloji ile üretilmiş yenileri alına biliniyordu.

Ne kadar acı?

Bizim mahalledeki, Bakkal Hasan amcayı bile bu şekil bir ticarette kandıramayacak olanlar, yıllarca bir başkenti kandırabilmişlerdi.

Başkentler, Basiret ile yoğrulunca her şey farklılaşır ve değişir.

Basiretsiz başkentlerden, basiretli başkentlere dönüşün sonuçlarından biridir, Büyük Devlet olmak veya olabilmek.

Zira dış politika bir ülkenin dış dünya ile siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkileri başta olmak üzere her çeşit ilişkilerinin yönetimi olarak da tarif edilebilir. Bu çerçevede, dış ekonomik ilişkiler özellikle Batı dünyasında dış politikanın her zaman en önemli unsurlarından biri olagelmiştir.

Avrupa tarihi dini-siyasi hakimiyet savaşlarının olduğu kadar ticari ilişkiler oluşturma ve ekonomik nüfuz yayma çabalarının da tarihidir. 18. ve 19. asır klasik diplomasi dönemlerinde, İngiltere imparatorluğu ve diğer emperyalist-kolonyalist güçler, etkili ve söz sahibi devlet olmalarını silah güçleri yanında güçlü/bağımsız ekonomik güce sahip basiretli dış politikalar yürütebilen başkentlere sahip olmalarına borçluydular.