Dolar (USD)
32.38
Euro (EUR)
34.75
Gram Altın
2395.76
BIST 100
10208.65
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

12 Aralık 2018

Bozulma

Bozulma nedir? Bir özgülük yıkımı… Varlığın kendine has oluş sebebinin ortadan kalkması… Varlığı dirilten ışığın soluklaşması… Çöküşe atılan yanlış adımın başlangıç noktası… Bir parçalanma, bir uzaklaşma, bir inkar… Kendinden başlayarak inandığın her şeyin üstüne yapışan kara lekelerin seninle senin ve seninle ötekilerin arasındaki mesafeyi sonsuzlaştırması… İradenin görme yeteneği kaybı… Zihnin, bedenin, gözlerin, kulakların, dilin bulunduğu yere yapışması, hareket kabiliyetini yitirmesi ve kuru bir oduna dönüşmesi… Üstelik bu olurken, yokluğun çatırtısı kulakları sağır ederken sadece bilenlerin duyabileceği ama ötekilerin sağır kaldığı çatırtılı çöküş… Çoğu kulak duymaz, evet bozulmanın sesini. Umursamazlık uğultusu öyle bir sarmıştır ki varoluşun etrafını; bozulma kokuşmaya, kokuşma çürümeye terk etse bile kişi halinden razı… Bozulma umursamazlıktır. Sesleri, görüntüleri, düşünceleri, düşleri görünmez kılan bir körlük… Zihnin optik yanılsaması, zihnin dış dünyayla kurduğu bağın incelmesi, sonra da yok olması, kemikleşmesi, bulunduğu yere kapaklanması…

Bütün bunlardan sonra, belli bir amaca yönelik olarak kurulmuş herhangi bir sistemin parçaları arasındaki ritim kaybı bozulma olarak ifade edilebilir. Bu manada bozulma canlı ya da cansız varlıklarda kendiliğinden oluşmuş yahut herhangi bir kuvvet tarafından kurgulanmış bir sistemi ayakta tutan parçalardan bir kısmının kendine ait işlevi yerine getirememesinden kaynaklı bir güç kaybı, bir ritim bozukluğu ve bir bütünlük yitimidir; sonu yoklukla bitecek olan bir yanlış adım yolculuğudur… Bozulmanın kokuşmadan farkı ise kötüye gidişin, amaca mugayir akışın sessizce gerçekleşmesi, tıpkı bazı kanser hastalıklarında olduğu gibi devasa bir çöküşün altyapı hazırlığının sinsice gerçekleşmesidir. Bozulma, deri altı tahribatıdır… Öyle ya da böyle virüs bünyeye sızmıştır bir kere. Ne yapsan boş… Bozulma bir duraklama, bir tereddi ve sonu kokuşmaya varacak bir güç kaybıdır… Bozulma da kokuşma gibi bir tür zehirlenme, bünyenin kendi oluşundan uzaklaşmasıdır ama aradaki temel fark kokuşmanın bozulmaya dair sayısız emareyi görünür kılan çok daha ciddi bir yıkım olduğudur. Dolayısıyla bozulma her durumda belli önlemler alınarak düzeltilebilirken kokuşma bir tür kangren olarak geriye dönüşün ancak ciddi faturalarla mümkün olabileceği çok daha dramatik bir durumdur. Daha ehven oluşu bozulmayı aklar mı, hayır; ama ciddi bir karar veriş ve uygulayış bozulmayı yeniden ihyaya tahvil edebilir elbette. Kanserin üstesinden gelen sayısız hücre, hatırı sayılır bir kanser hastası var sonuçta…

Kokuşma ve çürümeye göre bozulma elbette birinci dereceden cansız varlıklar için kullanılır. Dolayısıyla insandan ziyade onun elde ettiği yapay nesneler ve değerler için çok daha kullanılışlı bir kavramdır bozulma. İnsanın ruhundan uzaklaşıp kendini cismaniyetine yani cisim tarafına emaneti bir bozulma olarak telakki edilir ve bu yönüyle bozulma canlı oluştan uzaklaşmaya dair vurgunun sıfatına dönüşür. Ruh kirlenir, beden bozulur… Hal böyle olunca bireyin beden ve ruhunu seferber ederek ortaya koyduğu ‘değerlerin bozulmasından’ bahsedilir. Hakeza siyaset, kültür, sanat, ahlak ve medeniyete dair öğeler için de bozulma kavramını kullanırız.

Bozulmanın ilk emaresi görüş alanı kaybıdır. Varlık; doğrudan doğruya, dışındakiler ile kendisi arasındaki mesafeyi kaybeder ve görememeye başlar. Görememe, aynı zamanda görünmemedir de… Ve bu, benliğin duyarsızlaşması, dışarıdan içeriye, içeriden dışarıya kabulündeki seçiciliğini yitirmesi demektir. Bir adım sonrası ise hiç kuşkusuz aldırmazlıktır. Değerlerin çiğnenir, görmezsin. Hatta bizzat kendin çiğnersin inandıklarını, insanlığının üstüne hoyratça basarsın; gözlerin görmez. Karşı olduklarına, lanet yağdırdıklarına rahmet okutacak kadar çığırından çıkar, aynada kendini bile tanımaz hale gelirsin; umurunda değildir. Kültürü, sanatı, medeniyeti hayatından çıkarırsın, çıkarı çıkaramazsın içinden; normal gelir. On yıl önceki, yirmi, otuz yıl önceki değilsindir; hatta dünkü bile değil; olsun der, geçersin. İki milyon çocuk açlıktan ölür yanı başında, karnım açlıktan zil çalıyor, nerde kaldı bu yemek diye düşünürsün? Dünyanın dört bir tarafında insanlar katledilir, sokağa çıkıp bağırmazsın, gözünden iki yaş gelirdi eskiden, şimdi gelmez, üzülmezsin. Bilmediğin, tuhaf bir çekimin içinde hızla ilerler ama nereye gidiyor olduğunu sormazsın. Aman akıyor işte zaman, nereye giderse gitsin der, gamlanmaz, aldırmazsın. Bozulma, insanın içindeki insanlık bağının kopması, insan ile insanlar arasındaki merhamet köprülerinin yıkılmasıdır. Bozulma insanın önce kendinden, sonra yakın çevresinden, nihayetinde bütün insanlardan uzaklaşarak kendine tek kişilik bir çıkar kalesi inşa edişidir. Hep almaya ayarlanmış bir iç dünya bozulmuştur. Rabbena hep bana diye sıçrayıp duran, ritmini ona göre ayarlayan bir nabız bozulmuştur. İstekleri gerçekleşince açılan, reddedilince kapanan yürek bozulmuştur.

Herkesin birbirine yalan söylediği, içi başka dışı başka iç dünyalardan kurulu bir toplum bozulmuştur. Siyasetçisinin, bürokratının, amirinin, memurunun, vatandaşının, aile bireyinin yalana alıştığı bir toplum bozulmuştur. Hayallerin ertelendiği, gerçeklerin her gün hayalleri dövdüğü bir toplum bozulmuştur. Hayalinde daha iyi insanlar, daha müreffeh mekanlar, daha sağlam toplumlar, daha adil ilişkiler yerine evler, arabalar, yatlar, istikballer, mevkiler, makamlar olan bir toplum bozulmuştur. Ama henüz kokuşmuş değil.

Bazen durduk yere dalıp gidiyor insan: Bozulma ne zaman başladı, biz buraya nasıl geldik, geldiğimiz yer sahiden burası mı Tanrım? Yanlış trenlerden inmiştik hani biz? Neden öyleyse bize huzur vermiyor mazilerimiz, hallerimiz, istikballerimiz? Bakmayın siz öyle alımlı çalımlı salınıp durduğuna, devasa bir çınar ağacı gerçi gövdemiz; bir oyuk, bir oyuk ki içimiz; hangi bahçeden geçsek talan, hangi bostana uğrasak yalan, hangi düzene baksak bozuk…

Bozuk saatler bile hayretle bakıyor bozulan insana…